YARINLARI İNŞA ETMENİN ADI: MİLLİYETÇİLİK

08 Haziran 2020 16:51 Dr.Selim YILDIZ
Okunma
2170
YARINLARI İNŞA ETMENİN ADI: MİLLİYETÇİLİK

YARINLARI İNŞA ETMENİN ADI: MİLLİYETÇİLİK
 "Tavşan yiyerek, geyik yiyerek oturuyorduk. Milletin boğazı tok idi. Düşman etrafımızda ocak gibiydi, biz içinde yanan ateş idik." Tonyukuk
           Selim Yıldız
 
Bugünkü şekli ve ifade ettiği anlam bakımından milliyetçilik, modern zamana uzanmış ulus devlet anlayışıyla birlikte doğmuş bir hareket olarak algılansa da Türk tarihinde refaha, huzura, birlikte varoluşa dayanan doğrudan yaşamın ve zamanın içinde bir milliyetçilik ruhu erken zamanlarda kendini hissettirmiştir. Gerek Mete Han’ın toprağa olan bağlılığı ve onu milletin malı görmesi, ok atabilen, yay gerebilen tüm kavimleri hâkimiyet altına alıp hepsinin Hun olduğunu söylemesi gerekse Orhun Abideleri’nde Tanrı’nın Türk milletinin yok olmasını engellemek için İlteriş Kağan ile İl Bilge Hatun’u tepelerinden tutup göğe kaldırması ve Türk milletinin devamı için oturtmasından bahsedilmesi bu ruhun ilk izleridir. MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli bu abidelerle ilgili 12 Eylül 2006’da şunları söylemişti:
“Bu Abideler, büyük Türk milliyetçileri, millet sevdalıları olan Kültigin’in, Bilge Kağan’ın ve Vezir Bilge Tonyukuk’un bize tarihin derinliklerinden seslenişidir. Bu abideler; atalarımızın, asırlar öncesinden yola çıkmış bir selamıdır. Bu abideler; atalarımızın tarihin derinliklerinden milletimize gösterdiği ülküdür. Bu abideler, atalarımızın acı ve tatlı hatıralarla dolu, denenmiş bir hayatın içinden çıkararak bizlere ulaştırdığı derstir, nasihattir, ihtardır, ikazdır ve buyruktur. Bu abidelerde,
•    Bir edebî dehadan çıkmış ihtişamlı bir hitabet gücü,
•    Kendinden emin bir zekânın keskin ve yalın bir buyruk ifadesi,
•    Millet kaygısı ile yoğunlaşarak ‘ben’ derken bile ‘bizi’ anlatan soylu bir millî gurur
•    Ve öz benliklerini millet içinde eriterek, milliyetçiliğin zirvesine yükselmiş asil Türk cedlerinin damgası vardır.”
Türk milliyetçiliğinin ifade ettiği birlikte var olma ve birlikte yaşama, birlikte başarma refah ve huzur ile taçlandırılmış, devlet telakkisi insani temelde ileri düzeye taşınmıştır. Orhun Abideleri’nde millet için gece uyumayıp gündüz oturmayıp çalışma, aç milleti tok, giyimsiz milleti giyimli yapma anlayışından bahsedilmesi bu devlet telakkisinin temeli olmuştur. Bu telakki özellikle beylerin özellikleri içinde cömertlik yoluyla Kutadgu Bilig’e konu olduğu gibi, Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’inde masumları, mazlumları, düşkünleri, boynu bükük ve gönlü kırıkları kuşatmıştır.
Tarih boyunca gün doğusundan gün batısına, yer küresinin kuzeyinden güneyine kadar farklı coğrafyalarda hüküm sürmüş olan Türkler, bugün Anadolu’da Türk dünyasının en güçlü devletini temsil etmektedir. Bu temsilde Türkleri var eden yukarıda bahsedilen özellikleri olmuştur. Zor zamanların fikir hareketi ve yüksek ruhun tecelli şekli olan milliyetçilik, bu bakımdan Mehmet Niyazi’nin de ifade ettiği üzere milleti ebedileştirme aksiyonunun bir ifadesi olarak bugünlere taşınmıştır.  Bu ebedîleştirme aksiyonunda 19 Mayıs 639 Kürşad İhtilali ile 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Atatürk’ün Millî Mücadele’yi başlatması aynı değerdedir.
Birlikte var olma, birlikte yaşama ve birlikte başarma olarak değerlendirdiğimizde milleti ebedileştirme aksiyonunun gerçek anlamını bugün de daha doğru bulacağı kanaatindeyiz. Milliyetçiliğe tek bir çerçeveden bakmak onu pasifleştirecek, milletin geleceğine dönük bir tasavvur olmaktan çıkaracak ve uygulanmasını zorlaştıracaktır. Bu yüzden tehlike zamanları dışında siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel olmak üzere iletişim ve insan ilişkileri gibi tüm boyutlarıyla bugün ele almak zarureti doğmuştur.
19. yy’de bir fikir hareketi olarak doğan Türk milliyetçiliği öncellikle varoluş refleksi ve kaygısı ile devleti kurtarma projesine yönelmiş, bu yöneliş kaybolmuş kimliği ve kültürü yeninden kazanma amacı ile belirmiş, ardından Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türk milleti bilinci ile bir çağdaşlaşma projesi olarak yükselmiştir. Bu yükselişi 21. yüzyılda devam ettirmenin yolu yine milliyetçilikten geçmektedir. Bu yükselişi sağlamanın yolu her alanda milliyetçiliği içselleştirmek ve yaşam felsefesi hâline getirmektir. Özellikle 1960 sonrasında Türkiye’de başta milliyetçi aydınlar ve çeşitli çevreler milliyetçiliği tarif etmişler, meselelerini ele almaya çalışmışlardır. Ancak milliyetçiliğin Türkiye’de felsefesi yapılmamıştır. Her siyasi parti, grup ve cemaat yapıları kendilerine has söylemlerle ortaya çıkmış, Türk milliyetçiliğini anlaşılmaz hâle getirmişlerdir. Kökü dışarıda birtakım akım ve bu akımların taşeronları ise milliyetçiliği kendilerine göre yorumlama, kendi akımlarına eklemleme yahut karalama yolunu vazife edinmişlerdir. Bugün milliyetçiliğin ırkçılık, sağcılık, aşırı sağcılık, solculuk, muhafazakârlık vb.nin çok uzağında bir hareket olduğu bugün hala anlaşılmış değildir. Oysa konuyla ilgili olarak gerek Sadri Maksudi Arsal gerekse Mahmut Esat Bozkurt çok önceleri bugün sahip olmamız gereken milliyetçilik anlayışının muhtevasını belirlemişlerdir.
Türkiye’de milliyet ve milliyetçiliğin sosyolojisi üzerine “Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları” adlı kitabıyla objektif değerlendirmelerden bulunan biri olarak Sadri Maksudi Arsal’ı gösterebiliriz. Adile Ayda’ya gore, eser iki şeyi ispat etmiştir: İlk olarak millî hissin, milliyetçiliğin bir romantik duygu, bir boş hayal, bir subjetif hale olmayıp, insanlığın organik bünyesi içinde hayatî ve sosyolojik fonksiyonu olan objektif bir amil olduğunu; ikinci olarak millî his ve millî şuurun milletlerin yükselmesinde ve insanlığın ilerlemesinde oynadığı birincil rol.
Kazanlı Türklerden ve Sorbonne’da Türk tarihi okutan ilk Türk olan Sadri Maksudi Arsal, Hamdullah Suphi’nin daveti ile Türkiye’ye gelmiştir. Arsal, Türk Ocakları bünyesinde bir Tarih Encümeni kurulması teklifini ve bir Dil Akademisi kurulması fikrini de Atatürk’e teklif eden kişi olmuştur. Atatürk, Arsal’ın 1930 yılında kaleme aldığı Türk Dili İçin kitabının ön sözüne de “millî his ile dil arasındaki bağın önemini” ifade eden cümleleri yazmıştır.
Arsal, “Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları” kitabında bir nevi rasyonel milliyetçiliğin özelliklerini sıralamaktadır. O, akla ve mantığa uygun, kan tahlilleriyle uğraşmayan sosyolojik ve psikolojik esaslara dayanan, hürriyetçi, milletlerin eşitliği üzerine kurulu, barışçı, demokratik, insanlığın ve milletlerin gelişmesi yolunda iyimser ve idealist bir milliyetçiliği ön görür. Arsal, milliyetçiyi ise; millî haysiyet, millî hükümranlık, millî menfaat hususlarında son derece titiz olmakla beraber, şovenizmden uzak, rasyonel, şuurlu, uyanık bir millî hisle dolu olan insan olarak tarif etmektedir.
Mahmut Esat Bozkurt’un Türk Yurdu’nda 1928 yılında yayımlanan yazısından yola çıkarak onun ortaya koyduğu Türk milliyetçiliğinin özelliklerini ise şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Türk milliyetçiliği bir fikir cereyanı hars (kültür) vahdetidir (birliği.)
2- Türk milliyetçiliği ne dinciliktir, ne dinsizliktir; Mezhep ve kıta Türklüğü yani Şiî, Sunnî Türk, Rumeli, Anadolu bilmem daha nere Türklüğü yoktur. Vicdan, hars ve fikir Türklüğü vardır.
3- Türk milliyetçiliği milletdaşlar arasında refahı esas alır.
4- Türk milliyetçiliğinin başarılı olabilmesi için tereddütsüz ve fütursuz, Garb’ın muasır medeniyetini benimseme mecburiyeti vardır.
5- Muasır milliyet hareketi bir aşk, ideal, bir ilim akınıdır. Onun kitabı ancak vatanlar, milletler, camialar olabilir. Milliyetçiliği şahsi maksatlarına vasıta kılmayı umanlar bu varlığı Kleopatra devirlerindeki zihniyetle kavramaktan ileri geçemeyenlerdir.
6- Türk milletinin hayatiyetini meydana getiren unsurlar; tarih birliği, ril birliği, hars birliğidir.
Bugün milliyetçiliği yukarıda verilen hususlar çerçevesinde büyük harflerle okuma ve uygulama gerekliliği olarak Türk milletinin siyasetçisinden vatandaşına, esnafından köylüsüne, erkeğinden kadınına, ihtiyarına, gencine, çocuğuna her bir ferdine büyük görevler düşmektedir. İçeride siyasetin konusu geçmişten ziyade gelecek olmalı ve günün sorunlarını çözmek, demokratik devlet özelliğini korumak olmalı; sosyal anlamda en üst düzeyde insan olarak ve insan kalarak yaşamak; ekonomik olarak kalkınmış ve gelişmiş ülke olmak; kültürel anlamda birliği yakalamış olmak; iletişim anlamında özgüven, kendini aşmış ve dışarıya açılmış olmak temel esaslar olarak benimsenmelidir. Dışarıda ise saygı, uluslararası eşitlik ve Türklük kimlik olarak kendini hissettirmeye devam etmelidir.
Bu esaslar üzerinde Türk milliyetçiliğine devleti kurtarma ve din davası ekseninden bakmak yerine hayatın her alanında bir yaşam felsefesi olarak bakma zarureti vardır. Çağ, milliyetçiliğin bütünüyle tabiata ve evrene dokunma çağıdır. Çağ, milliyetçiliğin içini ve altını doldurma çağıdır. Çağ, milliyetçiliği tahrik, tahkir, tahrif, tarif ve tanımlar çağı değil gerçek anlamda milliyetçi olma çağıdır.
Milliyetçiliğin millî kültür ve bilgi temelinin göz ardı etmemenin milliyetçiliğin bir gereği olduğunu belirten milliyetçi aydınlardan Necmettin Hacıeminoğlu’na göre, milliyetçinin hayat aynasında bildiğini uygulama, inandığını gerçekleştirmeye çalışma, hissettiklerini yaşama bulunmalıdır. Sevgi ve bağlılık, kanun ve geleneklerin emrettiği kaidelere uymanın dışında milliyetçilik, aktif bir tavır almayı ve hareket hâlinde olmayı gerektirir. Yenilik, tekâmül ve değişimlere açık olan milliyetçilik, çağın şartlarına en iyi uyabilen bir fikir sistemidir.