TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN SOSYAL DEVLET TEMELİ: ATATÜRK DÖNEMİ’NDE SAĞLIK
Selim Yıldız
Eski çağlardan günümüze kadar insan yaşamı ve sürekliliği açısından sağlık insanları, toplulukları, devletleri, sistemleri ve bütünüyle dünyayı en çok ilgilendiren konuların başında gelmiştir. Gerek eski Mısır, Anadolu uygarlıkları, Mezopotamya uygarlıkları, Ege uygarlıkları dönemlerinde gerekse başta Uygurlar olmak üzere İslamiyet öncesi Türk devletlerinde tıp ve sağlık konusu önemsenen, bu noktada çareler aranan bir alan olmuştur.
Sonraki süreçte yani Orta Çağ Dönemi’nde özellikle Türk-İslam medeniyeti sahalarında Türklerin öncülüğünde sağlık ve sosyal yardımlaşma kurumsallaşmaya başlamış, eğitim kurumları ve darüşşifa adı verilen hastaneler ile bunlarla bir bütün olarak hizmet veren yan kuruluşlar insanlığın hizmetine sunulmuştur. Türk-İslam bilim adamları hastalıklarla mücadele konusunda çeşitli araştırmalar yapmış, tedavi yolları ve iyileşmeye, sonuca yönelik buluşlar ortaya koymuşlardır. Osmanlı Dönemi’nde de aynı kurumsal yapı büyük ölçüde vakıf sistemi içinde devam etmiştir. Şüphesiz Kanuni Sultan Süleyman’ın “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” şiiri verilen önemin göstergesidir. Ancak zamanla dağınık, sistemsiz, merkezî bir çatıdan yoksun bir hâl görüntüsü veren bu alan her ne kadar zorunluluk olarak döneme ayak uydurmaya çalışmış ve başarı göstermişse de geleceğe dönük ele alınmamış, dönemsel ihtiyaçlar karşılanmıştır.
Osmanlı Devleti’nin son döneminde sağlık alanında modern anlamda istisnasız en önemli kurum Askerî Tıbbiye olmuştur. Askerî Tıbbiye kadroları II. Meşrutiyet dönemi politikalarında büyük rol oynadığı gibi yeni Türk devleti için de bir tecrübe ve birikim kaynağı olmuştur. Çocuk ve genç konusu Türk milletinin geleceği açısından ilk defa bu dönemde ele alınmış, çalışmalar yürütülmüştür.
23 Nisan 1920’de ilk Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla birlikte rejimsiz bir devlet kurulmuş, kurumsal yapıları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu noktada gerek yıllarca süren savaşlar ve gerekse Millî Mücadele’nin devam ediyor olması, savaşlarda karşılaşılan salgın hastalıklar ve milletin devamı için sağlık da ele alınan ilk konulardan biri olmuştur.
İlk sağlık teşkilatı II. Meşrutiyet Dönemi’nde “Sıhhıyet Müdüriyet-i Umumiyesi” adıyla bir Genel Müdürlük olarak kurulmuş ve dönemin İçişleri Bakanlığına bağlanmıştı. TBMM’nin açılmasından sonra ilk hükûmette “Sıhhat ve Muavenet Vekâleti yani Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı adıyla bir bakanlık teşkil edilmiştir. Bakanlığın bütçesi 1924 yılında %4 iken 1938 yılında %12’ye çıkarılmış olması sağlık alanına ve sosyal devlet anlayışına verilen önemin bir göstergesidir.
Türkiye’nin sağlık politikası, millî bir politika olarak “Vatandaşların sağlığını korumak, takviye etmek, ölüm oranını azaltmak, nüfusu artırmak, bulaşıcı hastalıklardan korunmak ve bu yolla da millet fertlerinin sıhhatli vücutlar halinde yetişmesini temin etmek” olarak tespit edilmiştir.
Atatürk Dönemi’nin sağlık politikaları içinde kurumsal olarak göze çarpan en önemli yapıların başında “Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti”nin kurulması, “Numune Hastaneleri” ve “Doğum ve Çocuk Hastaneleri”, “Hıfzıssıhha Enstitüsü” ve “Umumi Hıfzısıhha Kanunu” gelmektedir.
30 Haziran 1921’de Ankara’da kurulan “Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti”nin ilk çalışması Fuat Umay’ın Çocuk Davamız adlı çalışmasında belirttiği üzere Mareşal Fevzi Çakmak’ın cepheden gönderdiği 1.500 çocuk için çocuk misafirhanesi açmakla başlamıştır. “Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti” hakkında Makbule Sarıkaya’ya ait bir doktora çalışması bulunmaktadır. Bu çalışmada Cemiyet kuruluşundan, mali yapılanması; doğumevleri, ana kucakları, gündüz bakımevleri, çocuk yuvaları, süt damlaları, çocuk kampları, muayenehaneler, çocuk banyoları, çocuk bahçeleri, çocuk kütüphaneleri, iş atolyeleri, çocuk bakıcı okulu; cemiyetin eğitim ve yayın faaliyetleri, çocuklar için kitaplar, yarışmalar başta olmak üzere sosyokültürel faaliyetler, balolar ve bayram faaliyetleri; Cemiyetin uluslararası kongreler katılması gibi konular ele alınmıştır.
Cemiyetin bütünüyle amaçlarını, yapılan yahut yapılacak olan tüm işleri bu kısa yazıda vermemiz mümkün görünmemektedir. Ancak bunlardan bazılarını ve dikkat edilecek hususların bir kısmını verebiliriz. Buna göre:
- Çocuklara eziyet edilmemesi
- Ebeveynler de dâhil çocuklara bedeni ve ruhi gelişmesini engelleyecek tarzda hizmetler gösterilmemesi
- Çocuklu ailelerin yaşadıkları ortamın sıhhi imkânlarının incelenmesi
- Fakir hasta çocukların tedavilerinin temini
- Çocukların tütün ve alkol kullanmasının engellenmesi
- Veremli çocuklar için hastane ve sanatoryumların kurulması
- Serseri ve yuvasız çocukların toplanması, misafirhaneler ve ıslahhaneler kurulması
- Çocukların fena ve ahlaksız ortamlardan korunması, çocukların fuhuş ve ahlaksızlığa teşvikinin yasaklanması, çocuk ticaretinin ve dilenciliklerinin yasaklanması, çocukların ahlak sağlığını bozabilecek kitapların okunmasının engellenmesi
- İş yapabilecek yaştaki çocuklar için iş temini vb…
“Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti”nin ayrıca Almanya, Avusturya, ABD, Kıbrıs, Mısır gibi ülkelerde yurt dışı şubeleri de bulunmaktaydı.
TBMM’nin açılışından sonra ilk sağlık bakanı Adnan Adıvar olmuş, Rıza Nur, Fuat Umay gibi kişiler de ilgili bakanlığın başında bulunmuşlardı. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nde başta numune hastaneleri, doğum ve çocuk hastaneleri olmak üzere bulaşıcı hastalıklarla mücadelede sağlık teşkilatları oluşturmak ve Hıfzıssıhha Müessesesinin açılması ve doktor yetiştirilmesi gibi faaliyetlere imza atan ve sağlık alanında kurumsallaşmanın mimarı olan kişi Dr. Refik Saydam’dır.
Türkiye Cumhuriyeti’nde Ankara, İstanbul, Sivas, Erzurum ve Diyarbakır gibi büyük illerde doğrudan vekâlete yani Sağlık Bakanlığına bağlı “Numune Hastaneleri” model sağlık kurumları olmuştur. Ayrıca Zonguldak gibi yerlerde de yoksul işçi sayısının fazla olması sebebiyle “Vilayet Hastaneleri” açılmıştır. Ayrıca (Ana binanın yapıldığı tarih: 1928-1933) kuruluşundan itibaren Türkiye’nin en büyük hastanesi olan Ankara Numune Hastanesinde Alman kökenli birçok hekim çeşitli alanlarda çalışmıştır. Alman hekimler daha sonra Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinin de kuruluşunda rol almışlardır.
Cumhuriyet Türkiye’sinde artan nüfus ve çağdaşlaşma yolunda büyük atılımlar yapan ülkemizin insan sağlığı ile uğraşan hekimleri sayıca yetersizdi. 1933′te Almanya’dan Ülkemize gelen seçkin hocaların katkısı ile İstanbul Tıp Fakültesi reorganize edildikten sonra yılda 150-250 hekim mezun oluyordu. Cumhuriyet kurulduğunda 1923′ te 554 hekim varken bu sayı, 1935′te 1625′e ulaştı. İstanbul Tıp Fakültesine girmek isteyen öğrencilerin sayısı artınca, yeni bir tıp fakültesinin kurulması kaçınılmaz olmuştu. Bu konuda 1937’de çıkarılan bir kanun bu meselenin çözümlenmesinde başlangıç oluşturdu. Ancak II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, bu konudaki girişimlerin savaşın sonuna kadar ertelenmesine neden oldu. Atatürk, 1937 Meclis Açış Nutku’nda Ankara ve Van’da iki üniversite açılması gereğini belirtti. Daha sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından 7 Temmuz 1945′te Tümgeneral Abdülkadir Noyan Ankara Tıp Fakültesi Dekanlığına atandı. 19 Ekim 1945 Cuma günü saat 11.00’de Cebeci Hastanesinde Gülhane Büyük Dershanesinde törenle Ankara Tıp Fakültesi eğitime başlamıştır.
Tedavisi mümkün olmayan hastalıkların yurt dışında tedavi imkânının sağlanması, hizmetin yurdun sathına ulaşması için zorunlu hizmet yasasının çıkarılması, tıp eğitimine önem verilmesi, hekimliğin özendirilmesi, tıp fakültesinde okuyan öğrencilerin barınması ve iaşesinin bedava sağlanması, doktorların uzmanlaşmasının önünün açılması ve yurt dışına eğitim ve uzmanlaşma amaçlı doktor gönderilmesi, “sıtma”nın engellenmesi için bataklıkların kurutulması, “frengi” ile mücadele etmek için “Zührevi Hastalıklar ve Fuhuşla Mücadele Komisyonu” kurulması, gıda sektöründe çalışanların ve temizlikle ilgili mesleklerde çalışanların üç ayda bir sağlık kontrolünden geçmesi ve sağlık raporu alması, yerel yönetimlerin çeşitli yasalarla sağlık faaliyetlerinin içinde yer almasının sağlanması, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi için muayeneler, çocuk ölümlerini engellemeye dönük çalışmalar, “gürbüz Türk çocuğu” yetiştirmek, aşı ve serum üretimi, engelli okulu, hastalıklarla ilgili enstitülerin kurulması, nüfusun artırılması, Erzurum, Sivas, Diyarbakır gibi merkezlerde kuduz tedavi hastaneleri, dispanserler vb. Atatürk Dönemi’nin sağlık alanındaki öne çıkan diğer çalışmalarıdır.
Atatürk dönemi sağlık alanındaki çalışma ve faaliyetlerde vurgulanması gereken en önemli hususlardan biri de halkın bu alanda bilinçlendirilmesi bu alanda topyekûn bir mücadele verilmiş olmasıdır. Bu noktada halkevlerinin de faaliyetler yürüttüğünü belirtmemiz yerinde olacaktır. Nitekim halkevlerinin köy muhtarlarına kurslar verdiğini ve sağlık taramaları yaptığını, çeşitli yayın faaliyetleri ile de bu bilinçlenmeye katkı sağladığını halkevleri faaliyet kitaplarından öğrenmekteyiz.
Türkiye’de sağlık politikalarının esasları ise 1930’da çıkarılan 1593 sayılı “Hıfzıssıhha Kanunu” ile yasalaşmış, bugüne kadar uzanan sağlık politikalarının sürekliliği sağlanmış, toplum sağlığı yasa ile güvence altına alınmıştır.
Başvurulan Kaynaklar:
Refik Turan, Mustafa Safran, Semih Yalçın vd., Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Ankara 1993, Siyasal Kitapevi, s. 272-273.
Makbule Sarıkaya, Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti (1921-1935), Ankara 2011, Atatürk Araştırma Merkezi Yay. s. 51-54.
Yaşar Baytal, Atatürk Döneminde Sosyal Yardım Faaliyetleri, Ankara 2012, Atatürk Araştırma Merkezi Yay. s. 36-58.
103 Halkevi Geçen Yıllarda Nasıl Çalıştı, 1935 Halkevleri (1932-1935).
http://www.medicine.ankara.edu.tr/tarihce/