YARININ ADAMI: MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Selim YILDIZ
“Biz buradayız; sen neredesin: işte
Yıldız, işte hilal dedik, ağladık!”
“Türk bayrağı onun aziz ölüsünü gölgeleyecek ve şu yurdun yükseklerinde yapılacak türbesini bir bozkurt bekleyecektir. Başka süs istemez.” Arif Nihat ASYA
Dünyada tarih yapan ve tarih yazan abidevi insanların sayısının oldukça az bulunduğu kanaatindeyiz. İşte bu abidevi şahsiyetlerden şüphesiz en önemlisi, 20. yüzyılda Türk ve dünya tarihine damgasını vurmuş olan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Hikmet Bayur’a göre Atatürk’ün iç ve dış siyasada ve askerlikte en büyük üstünlüklerinden biri çok hesaplı ve ihtiyatlı olması, işi tesadüflere bırakmaması, hesaplarının da daima isabetli çıkmasıdır. O hiçbir vakit kendini başarı ihtimali az olan işlere sürüklettirmemiş ve ulusla devletin geleceği ile kumar oynamamıştır. Başarı ihtimallerinin üstünlüğünü herkesten önce takdir ettiği için atılgan olmuş ve o vakit de arkadaşları onun cüretinden ürkerek onu girişmek istediği işten alıkoymaya çalışmışlardır.
Mustafa Kemal, Harp Okulu yıllarında kafasına Anadolu merkezli bir Türk devleti kurma fikrini koymuş bir Ülkücü, Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin kurucusu, 1909’da Meşrutiyet’ı kurtaran orduya ismini veren bir hürriyet kahramanı, 1911’de Trablusgarp’ta İtalyan emperyalizmine karşı bir bayrak, Sofya’da ataşemiliter, Çanakkale’de Anafartalar Kahramanı ve İstanbul’u kurtaran adam, 19 Mayıs 1919’da bir bozkurt, “Halkın üniforması bana yeter.” diyen bir halk kahramanı, Melhame-i Kübra yani “Büyük Kan” adını verdiği Sakarya Meydan Muhaberesi’nde “Başkomutan”, 23 Nisan 1920’de milleti ile birlikte yürüyen bir tarih, 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur. O, okuduğu ve yazdığı kitapları, ilke ve inkılapları, açtığı şerefli yol ve gösterdiği kutlu hedeflerle Türk gençliği ve Türk milleti için bir yol göstericidir.
Millî iman, millî ruh ve Türklük aşkını hayatı boyunca yüreğinde taşımış ve bu iman, ruh ve aşkla yürümüş olan Mustafa Kemal Atatürk, dâhi, kahraman ve milliyetçi bir Başbuğ, Türk milletini ikinci kez Ergenekon'dan çıkaran bir bozkurt, tarihimizin millî şuur ve vicdandan örülü abide şahsiyetlerinden biri, Türk milletinin 20. yüzyıldaki adı, 21. yüzyıla adımı ve geleceğe dönük yüzüdür. O, mazlum ve esir Şark dünyası için büyük bir müceddit, felaha, feraha, refaha yol, istiklal ve istikbale yürüyüş olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, yaşadığı hayat ve o hayatın ortaya çıkardığı güçlü fikirleri ile her devrin, her çarkın, menfaatin ve günün değil yarının adamıdır. Bugün de yarın da millî bir mihver olarak yerini koruyacaktır.
O, Türk milleti için bağımsızlığa susamış ve esarete karşı bir Kürşad, "Türk’ümü milletimi besleyin, ona zahmet çektirmeyin." öğüdü ve duruşu ile bir Bilge Kağan olarak çağları aşmış, çağlara doğmuş, millî şuur ve millî vicdanın adı olmuş bir kahramandır.
Atatürk’ü yakından tanıyan gazeteci Falih Rıfkı Atay, “Çankaya” adlı eserinde Atatürk hakkında şunları söylemektedir:
“Atatürk de kızıp darılır, barışıp gene bozuşur, bazen huysuzluğu bazen keyfi tutar, bir müddet herhangi bir dedikodunun etkisinde haksızlığa kadar gider, sonra pişmanlık duyar, üstelik alayı şakayı sever, fâniliği size bana benzer tabii bir insandı. Şahıslar için bir değişmez bir de geçici övgü ve yermeleri vardır. Hemen her akşam ve her yerde meclisli bir ömür sürdüğü için, yanında bir iki defa bulunanlar, çok defa şahıslar veya olaylar üzerine bu geçici övgü ve yermelerini duymuşlardır. Herkes duyduğunu tarih belgesi olarak vermeğe kalkarsa, sanatını bilmeyen bir tarihçi bu aykırılaşmaların altında çok güçlük çeker. Atatürk’le devamlı birlikte bulunanlar da sevdikleri bir kimse için onun geçici övgüsünü, sevmedikleri için geçici yermesini öne sürmektedirler.
Belli başlı adamlar söz konusu olduğu zaman, bu şahısları nasıl görevlendirdiğine bakınız. Gerçek hükümlerini ancak böyle anlayabilirsiniz. Çünkü devlet ve halk işlerinde hiç laubaliliği yoktu.
Haber vereyim ki Atatürk ne yaptığını, nasıl yapacağını, kimlere ne yaptıracağını, kimleri nerede ve nasıl kullanacağını bilir pek hesaplı bir adamdı. Yapmış oldukları üzerinde istediğiniz tenkitlerde bulunabilirsiniz. Fakat kendi varmak istediğine ulaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, dostluklarının, yakınlıklarının, sözde sırdaşlıklarının üstünde bilhassa ‘kendi kendine vefalı’ bir lider olduğu su götürmez.
Tarih boyunca bütün kendi gibi olanlara benzerdi. O da bal veren bir çiçek değil, her çiçeğin kendine göre balını almasını bilen bir arı idi. Her çiçeğin kovan peteklerinde şüphesiz bir payı vardır. Fakat çiçeklerden hiçbiri, eğer arı olmasaydı, petekteki balı yapabileceğini söyleyerek övünemez. Ama bu balı zehir sayanlar da bulunabilir.
Herkes gibi Atatürk’ün insanlığı iştahlardan, hırslardan, heyecanlardan ,gurur ve öfkelerden, zaaf ve kuvvetlerden, iç varlığın düzlerinden, iniş ve çıkışlarından yoğrulmuştur. Atatürk’ü ayıklayarak değil, bir tabiat parçası gibi, toplu ve tam ele almalıdır.”
Yine Falih Rıfkı Atay’ın yazdığı gibi “Atatürk’ü yatak odasına girenler değil kafasının içine girenler tanır.”
Gerek askerlik yaşamında gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve kurumsallaşması aşamasında onu önemli kılan kurmaylık özelliğidir. O, inisiyatif alan, olayları olduğu gibi değil olması gerektiği gibi düşünen kararlı bir subay, nereye kadar gideceğini ve nerede duracağını bilen bir liderdir. Tarih, bugün de önünde selam durmaktadır. Yarın da duracaktır. Tarihin ve şiirin yan yana yürüdüğü bir isim olan Yahya Kemal'e göre Mustafa Kemal Atatürk "...Tek başına bir fert değil, şahlanan Türk milletinin timsalidir." Türk milliyetçilerinden Hüseyinzade Ali Turan, onun ardından “Ondan Önce ve Sonra” başlıklı “Kemal gününden önce/Eller bizim değildi” şeklinde başlayan uzun bir şiir yazmıştır. Ardından çok şey söylendi, yazıldı. Söylenmeye ve yazılmaya devam ediyor. İdrak damarları açık olanlarda o, her zaman büyük adam olarak yerini korumaktadır. Arif Nihat Asya da takvimlerin yaprağının siyah kalacak dediği 10 Kasım günü için aşağıdaki şiiri kaleme almıştır.
NERDESİN?
Arif Nihat ASYA/10 Kasım 1946, Adana
“Nerdesin Atatürk, Nerdesin...
İşte biz, bugün bu saatte, burada
Seninle randevu verdiğimiz yerdeyiz...
Sen nerdesin? Heykellerde mi,
Mezarlarda mı, taşlarda mısın?
Bu sararmış yüzler, bu yerlere çevrilmiş gözler,
bu hıçkırıklar, bu gözyaşları nedir?
Boğulan hıçkırıklarda mı, dökülen yaşlarda mısın?
Yurdumun yine baharı yeşil, mavi, pembe...
Yine kışı hırçın, beyaz. Mevsimler bıraktığın gibi...
Yerliyerinde... Ve senin Adana'n, yine senin bakışların kadar ılık...
Sen yazlarda mı kaldın, baharlarda mı, kışlarda mısın?
Gözlerimiz yollarda kaldı, sen yollarda kaldın; gelemedin.
Uzat elini:
İnişlerde mi, yokuşlarda mısın?
Gözlerimizi yumunca görünüyor, açınca kayboluyorsun...
Kimden soralım, nerde bulalım seni:
Hayallerde mi, düşlerde misin?
Şu kubbelerde, şu tavanlarda senin için “Yaşa!” seslerinin
Ve ışıklarının çınlayıp taştığı günler biliriz...
Yine alkışlarda mı, eller üstünde mi,
Gözlerde mi, gönüllerde mi, başlarda mısın?
Senin kumandanla yürüyor,
Senin kumandanla duruyor orduların...
Sesin kulaklarda...
Sen yürüyüşlerde mi, duruşlarda mısın?
Boruların çınlıyor çın çın...
Davulların, trampetlerin vuruluyor gümbür, gümbür... Söyle:
Borularda mı, vuruşlarda mısın?
Destanlara geçen masallara karışan bir adın var;
manilerin söylendi, şiirlerin yazıldı...
Sen Ata oldun ve sözlerin atasözü oldu;
Fakat kendin nerde kaldın?
Atasözlerinde mi, manilerde mi, deyişlerde misin?
Akşam yine sofranı kurduk, sevdiğin şeyleri dizdik;
seni sevenler toplanıp oturduk, bekliyoruz,
Sen nerdesin? Sen ki iki elin kanda olsa gelirdin,
Yoksa bizden gizli, bize müjdeler getirecek muhteşem işlerde misin?
Sağda aradık, solda aradık;
Bir düne çevirdik başımızı bir yarına baktık.
Bilmem ki geleceklerde mi, geçmişlerde misin?
Her yerin süsü, her işin aşinası idin.
Sorduk: Ankara'dadır dediler, senin için...
Nerdeysen oraya gelelim. Söyle: Güreşlerde misin, yarışlarda mısın?
Yazdığın kitabı heceliyor, heceliyor, sökemiyoruz;
Kitabından okutmaya gel bizi...
Ses ver bize... Sesimize cevap verirdin nerde olsan...
Yoksa yine sınır boyu manevralarda mı, savaşlarda mısın?
Dilimizde sevdiğin havalar...
“Alişim”i çalıyoruz: “Allı Yemeni”yi, “Dağbaşı”nı,
“İstiklâl Marşı”nı söylüyoruz.
Sesin sesimizden ayrı değil, fakat sen nerdesin...
Şarkılarda mı, türkülerde mi, marşlarda mısın?
İşte biz bugün, bu saatte, burada
Seninle randevu verdiğimiz yerdeyiz.
Sen heykellerde mi, mezarlarda mı, taşlarda mısın?
Yazdığın kitabı heceliyor, heceliyor, sökemiyoruz;
Kitabından okutmaya gel bizi...
Ses ver bize... Sesimize cevap verirdin nerde olsan...
Yoksa yine sınır boyu manevralarda mı, savaşlarda mısın?
Atatürk, Türkiye; Türkiye, Atatürk’tür. Sorumluluğu ölümden ağır bilen Atatürk, tarihin sinesi, Türk milletinin adı ve Türk milliyetçiliğinin ruhudur. O, Türkiye Cumhuriyeti’nde hiçbir bireyi hariç düşünmeyen bir birlik ve beraberliğin sembolüdür. Dünyayı ve insanı okumuş bir akıl, cesaret, irade ve zekânın yoğurduğu büyük adam Atatürk’ü ölüm yıl dönümünde anıyor, aziz ruhu önünde saygıyla eğiliyoruz. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.