ZİYA GÖKALP (23 MART 1876, DİYARBAKIR-25 EKİM 1924, İSTANBUL)

23 Haziran 2018 13:38 Murat Gedik
Okunma
2875
ZİYA GÖKALP (23 MART 1876, DİYARBAKIR-25 EKİM 1924, İSTANBUL)

ZİYA GÖKALP

(23 MART 1876, DİYARBAKIR-25 EKİM 1924, İSTANBUL)

 

 

Murat GEDİK

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma sürecinde Türk milliyetçiliği asıl ilgiyi görmeye başlamış, herkes kendi milliyetini öne çıkartırken Türk milleti en son olarak milliyet kavramına ilgi ve sahiplenmeye yönelmiştir. Gökalp, bu konuda “Milliyet fikri en son Türklere geldi; çünkü onlar Osmanlının kurucuları idi.”der. Bu düşüncede Osmanlı Devleti’ni tehlikeye düşürmemek için “Türklük yok Osmanlılık var.” deniyordu. Aynı zamanda hilafet Türklerde idi ve bu konu da tehlikeye atılmamalıydı. Fakat zaman artık Türk milliyetçiliğine yol verme zamanı idi ve Ziya Gökalp gibifikir adamları buna yön vermekteydiler, o Türk milliyetçiliğini sistemleştiren adamdı; önce “Turancılık, sonra Oğuzculuk ve nihayetinde Türkiye Türkçülüğü”fikrini savunmuştur. Düşünceleriyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin fikrî temellerinin harcını oluşturmuştu. Onun için kültürel birlik olarak “Türkçülüğün uzak mefkûresi Turandır.Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak ile Türkçülüğün Esasları ve Türk Töresi adlı eserleri başta olmak üzere milletimize yön veren insandır Ziya Gökalp.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu Ziya Gökalp’ı sosyoloji biliminin kurucusu olan Emile Durkheim’dan sonra yetişen en büyük sosyologlardan biri olarak kabul eder. Gökalp’ın değerine göre bilim dünyasınca tanınmış olmaması yazılarını hep Türkçe yazmasından, bir de ün salmak için yaratılmış olmamasındandır. Son derece kapalı, sıkılgan, çekingen bir insandı.[1]Durkheim’ın sosyolojik yaklaşımları da Gökalp’ın düşünceleri üzerinde önemli izler bırakmıştır.

Gökalp’a göre “Fert yok, cemiyet vardır.”, “hars”ile “medeniyet” bu cemiyetin gerçekleridir. Hars eşittir kültür; dil, ahlak, âdet,masallar, halk oyunları. Kültür milletin özüdür. Medeniyet ise yalnız bir millete mahsus olmayıp, ekonomi, ticaret, bilim, fen gibi cemiyetler arası bir varlıktır. Kültür kendiliğinden doğar, medeniyet akıl ve mantık ile bulunur yada yapılır. Gökalp Avrupa medeniyetine eleştirel ve seçici bir gözle yaklaşır.Batı’dan alınacak unsurların millî kültürün yerini almaması ya da kültür haline gelmemesi, tersine, millî kültüre eklemlenmesi gerektiğini düşünür. Millî kimliği koruma duyarlığının ifadesi olan bu seçicilikte de okumuşlara değil halka güvenir.[2]Türkçülüğünde, halka hem ondan hars almak hem de medeniyet götürmek içingidilir. “Siyasette uğraşımız halkçılık ve kültürde uğraşımız Türkçülüktür.”diyerek halkçılığını pekiştirmektedir. Bu halkçılık anlayışı Cumhuriyet Halk Partisi Programı’nda ve Anayasa’da da etkisini göstermiştir.

23 Mart 1876 tarihinde memur çocuğu olarak Diyarbakır’da dünyaya gelen Gökalp’a Mehmet Ziya adı verilir. Okumayı küçük yaştan itibaren çok seven Mehmet Ziya eğitimine Diyarbakır’da başladı ve geleneksel İslam ilimlerini amcasından öğrendi. Namık Kemal’in vefatını babası kendisine şöyle aktarır:“İşte, sen bu adamın arkasından gideceksin! Onun gibi vatanperver,onun kadar hürriyetperver olacaksın!” Bu sözler Ziya’ya büyük etki yapar.Genç yaşta bir buhran yaşayan Ziya bundan kurtulmak için intihara kalkışır fakat kurşun alın kemiğini geçemez ve hayatta kalır.Yaşamış olduğu buhran için İstanbul’da eğitime gidememesi ve ailesinin evlenmesi için baskısı gibi nedenler öne sürülmektedir. Hilmi Ziya Ülken, Gökalp’ın intihar sebebi olarak, felsefi düşüncelerden kaynaklandığını belirtmektedir.[3]

İstanbul’a giden Ziya Gökalp burada parasız olduğu için Baytar Mektebine sınavla girer. Burada “vatanı kurtarmak” için tıbbiyelilerin kurduğu gizli cemiyete girer, Hüseyinzade Alibey ile tanışır ve Türk tarihi ile ilgili kitaplar okur.İttihat ve Terakki ile ilişkilerini sürdürür ve Doğu Anadolu’da dil üzerine araştırmalara girişir, Diyarbakır Türkçesinin Azerbaycan Türklerinin ağzının bir kolu olduğunu tespit eder. Yazın Diyarbakır’da tatilde iken gizli toplantılara katılmak, izinsiz cemiyet kurmak ve zararlı yayınları okumaktan suçlanarak gözaltına alınır. Serbest kalınca İstanbul’a döner ve burada tekrar tutuklanıp bir sene hapiste kalır.

Hapis sonrası sürgün olarak Diyarbakır’da amcasının kızı Vecihe ile evlenen Gökalp bazı memuriyet görevlerinde bulunur ve kısa süre Fransızca öğretmenliği yapar. Hamidiye Alay Komutanı İbrahim Paşa’nın zulümlerine karşı halkı örgütlemede bulunur, postahane işgal edilir ve Saray’a şikâyet telgrafları gönderilir. “Şaki İbrahim Destanı’nı” bu olaylara atfen yazar.

II. Meşrutiyet ilan edilince Diyarbakırİttihat ve Terakki Cemiyeti şubesi Gökalp öncülüğünde kurulur. Meşrutiyet’in ilanı sonrası doğan kızına “Hürriyet” adını veren Gökalp Peyman gazetesinde yazmaya başlar. İttihat ve Terakkinin kongresine Diyarbakır delegesi olarak katılır(1909) ve merkez yönetim kuruluna seçilir, gençlikten sorumlu olur. Selânik Sultani Mektebinde imparatorlukta ilk kez toplum bilim (sosyoloji) dersleriverir. “Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan / Vatan büyük ve müebbetbir ülkedir: Turan” sözlerinin geçtiği “Turan” şiiri (1911) Genç Kalemler’de yayımlanır. 1912 yılında yapılan seçimlerde Ergani milletvekili olarak Meclise girer, kendisine Millî Eğitim Bakanlığı teklif edilir fakat kabul etmez.

Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım.”ilkesinden hiç taviz vermeyen Gökalp İstanbul Üniversitesinde sosyoloji dersleri de veriyordu. Üniversitenin ilk sosyoloji profesörü idi;üniversitelere sosyoloji onun sayesinde girdi. Türk Ocağı kurucuları arasındayer alan Ziya Gökalp derneğin yayın organı olan Türk Yurdu’nun yönetim kurulunda bulunmuş ve burada şiir ve yazıları yayımlanmıştır. Yazılarının yayımlandığı bazı diğer yayınlar: Halka Doğru, İslam, Türk Sözü, Bilgi,kendisinin yönettiği Yeni Mecmua ve Diyarbakır’da çıkardığı Küçük Mecmua. İmanve kültür birliğine dayandırılan “Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak” seri makaleleri Türk Yurdu dergisinde yayımlanır (1913). Hüseyinzade Alibey’in “Türkkanlı, İslam imanlı, Frenk kıyafetli olalım.” fikri Ziya Gökalp’ın dilinde“Türk milletindenim, İslam ümmetindenim ve Garp medeniyetindenim.”söylemine bürünmüştür.

I. Dünya Savaşı yenilgisi sonrası kaçma teklifi getirenlere “Memlekette işlenmiş bir suçum yoktur. Bu sebeple katiyen kaçmayacağım. Ölürsem de bu topraklarda ölürüm.” diyerek cevap vermiştir. Üniversitede ders vermeye ve Yeni Mecmua’da yazılarına devam edenGökalp tutuklanır, bir ay polis merkezinde ve dört ay Bekirağa Bölüğünde tutulur. Asayişi bozmak ve Ermenilere zorbalıkla suçlanır ve sürgün edilir, üçbuçuk ay Limni Adası’nda tutuklu bulunur ve akabinde Malta’ya götürülür.Buradan ailesine mektuplar yazar, "Benim vecdimin iki kaynağı vardır:Biri Allah’ım, ötekisi milletim.” sözleri inanmışlığını dile getirir; “...böyle zamanlarda Allah’a tevekkül etmek insanın imdadına yetişiyor. Bir Müslüman’a göre Allah varken keder yoktur. Türk, Allah kerimdir demekle her türlü vesveseden uzak yaşar. İşte ben de bir Müslüman gibi, bir Türk gibi Allah’ın inayetine güvenerek kendi kendimi teselli ediyorum.” 

İki yıldan fazla sürgün hayatı sonrası İstanbul’a dönen Gökalp, ailesi ile beraber Ankara’ya ve kısa zaman sonra Diyarbakır’a yerleşir. Ahmet Ağaoğlu’nun desteğiyle “Küçük Mecmua”Diyarbakır’da hayata gözlerini açar ve Kurtuluş Savaşı’nı destekler. Derginin borçlarını karşılamak için kitaplarını dahi satar ve büyük fedakârlık gösterir.

Ankara’ya Telif ve Tercüme Heyeti başkanlığına atanan Gökalp, ikinci dönem Diyarbakır mebusu olarak tekrar Meclise girer. Budönemde “Türk Töresi” ve “Türkçülüğün Esasları” adlı eserleri yayımlanır.Ziya Gökalp millî edebiyatın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynamış,toplum için sanat anlayışını benimsemiştir.

Gökalp, (eski Türkleri) çağdaşlarının gözünde yüceltebilmek için, onların siyasal ve kültürel büyüklüklerinin açıklanmasına büyük yer vermiştir. İslamiyet’in doğuşundan yüzyıllarca önceki uçsuz bucaksız Türk devletlerinin durumu ile Atilla, Cengiz Han, Timur, Babür gibi büyük Türk cengâverlerinin başarılarını coşkunlukla anlatır.[4]Ziya Gökalp bir tarihçi değil, fakat bir öncü/müjdeci. Ondan evvel bizde tarih anlayışı çok kısıtlı ve hatalıydı. Tarihi sosyolojik ve objektif bir usulle tetkike kalkan, millî tarihimizin köklerine inmek, ona “Kayı Han” aşiretinden değil, fakat Orta Asya’daki ilk Türk imparatorluklarından başlamak lazım geldiğini gösteren; tarihimizi ilk defa bu geniş açıdan tek bir hanedana göre değil, içtimai tekâmüle (toplumsal evrime) göre büyük devirlere ayıran Ziya Gökalp’tır.[5]

Gökalp’a göre kişinin ulusunu etnik kökenlerden çok eğitim ve duyguların saptadığını belirtir, yoğun bir şekilde “kültür milliyetçiliği” vurgusu yapar ve etnik milliyetçiliğe/ırkçılığa karşıdır. Türk olmak için her şeyden evvel Türk kültürü ile terbiye görmek ve Türk mefkûresi için çalışmak şarttır, diliyle Türk’üm diyen ve samimi olarak kalbinde bu kanaati taşıyan her fert Türk’tür ve Türk olmak için Türk doğmak yeterli değildir; Türk gibi duymak, Türk gibi düşünmek, bilhassa Türk gibi irade gösterip çalışmak da lazımdır. Gökalp’a göre milleti oluşturan değerlerin başında dil birliği, kültürel paylaşım ve din gelmektedir. Gökalp, çocuklukta din terbiyesi almayanlar ölünceye kadar şahsiyetsiz kalmaya, iradesiz ve seciyesiz yaşamaya mahkûmdurlar der.

Dile çok büyük önem veren Gökalp Türkçekelimelerin seçilmesini istemiştir. Arapça ve Farsça sözcüklerin atılmasını savunmuş, yerleşmiş olanları “Türkçeleşmiş Türkçe” olarak kabul etmiştir.İstanbul ağzının temel alınması ile Türk kültür birliğinin temelinin atılmasını savunmuştur: “Mahallî şiveleri yazı lisanı hâline sokmak, bunlardan bir edebiyat çıkarmak, millî birlik için en büyük tehlikedir... Turan, Türklerin oturduğu, Türkçenin konuşulduğu bütün ülkelerin toplamıdır.” “Lisan” adlı şiirinde dil konusunu işlemiştir, son mısralarında “Türklüğün vicdanı bir / Dini bir,vatanı bir / Fakat hepsi ayrılır / Olmazsa lisanı bir” demiştir. Gökalp’agöre tüm toplumsal faaliyetlerin yegâne temeli lisandır.

Ahlakı, vatani ve ferdî ahlak olarak ikiye ayıran Gökalp,millî dayanışmanın birinci temeli vatani ahlak, ikinci temeli ise medeni yahut ferdî ahlaktır, der. Vatani ahlak kendi milliyetimizi kutsal tanımaktan ibaret olduğu gibi, medeni ahlak da milletimizin fertlerini muhterem tanımaktan ibarettir. Türk ve İslam âleminin içine düştüğü buhranları ise Türk ve İslam terbiyesinin yeterince verilmeyişine bağlar. Ona göre erdem bilim ile ahlakın birleşmesinden ibarettir.

Türk ailesinin ana ve baba soyunun eşitliğine dayandığını söyleyen Gökalp’a göre kadın erkeğin zıddı değil, tamamlayıcısıdır. Meslek Kadını” adlı şiirindeKadın yükselmezse alçalır vatan, samimi olamaz onsuz bir irfan.”sözleri kadına vermiş olduğu önemi dile getirir.

Akçura’ya göre Meşrutiyet Dönemi Türkçülüğün merkezî siması Gökalp’tır: “İttihat ve Terakki Cemiyetinde mevkiye nüfuzuyla,içtimai namını verdiği makaleleriyle, siyasi nazariyatına verdiği sistematik şekil ve ifadeleriyle, fakat bunlardan daha ziyade çok tabii ve sade yazılmış şiirleriyle, özellikle çocuklara mahsus şiirleriyle, Türkçülüğe pek büyük hizmetleri dokundu.[6]

Hiçbir zaman özgürlükçü ve halkçı tutumundan vazgeçmeyen Gökalp’ın yazı ve şiirlerinde ana teması vatan, ulus, hürriyet,eğitim ve uyanış olmuştur. Ziya Gökalp 25 Ekim 1924 günü İstanbul’da hayata gözlerini yummuştur.

 

 



[1]İsmail Hakkı Baltacıoğlu,“Otuz  üçüncü Konferans, Ziya Gökalp”, Sosyoloji Konferansları Dergisi,http://www.journals.istanbul.edu.tr/iusoskon/article/view/1023006000/1023005524

[2]NevzatKösoğlu, Türk Millyetçiliğinin Doğuşu ve Ziya Gökalp, Ötüken, 2013, s.61.

[3]HilmiZiya Ülken, Ziya Goklap, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2007, s.XIII.

[4]UrielHeyd, Türk Ulusçuluğunun Temelleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1979, s.132.

[5]HilmiZiya Ülken, age., s. XXV.

[6]YusufAkçura, Türkçülük, Türkçülüğün Tarihi Gelişimi, İlgi Kültür Sanat, İstanbul,2015, s. 211.