KIBRIS’IN STATÜSÜ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

30 Aralık 2019 14:58 Prof. Dr. Selçuk Duman
Okunma
1437
KIBRISIN STATÜSÜ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME


KIBRIS’IN STATÜSÜ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Prof. Dr. Selçuk DUMAN
Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleşim noktasında yer alan Kıbrıs Adası tarihî anlamda stratejik bir öneme sahip olmasının yanında, tarihten günümüze Akdeniz’in dünya ticaretindeki yoğunluğu nedeniylede jeopolitik anlamda sürekli gündemde olan bir konuma sahiptir. Günümüzde ise Doğu Akdeniz’de keşfedilen hidrokarbon rezervleri sebebiyle emperyal ülkeler ve Doğu Akdeniz’de kıyısı olan devletler arasında yapılan jeopolitik tartışmaların odağında Kıbrıs bulunmaktadır. Elbette küresel ölçekte yoğun tartışmaların odağında yer alan Kıbrıs’ın statüsü de bu bağlamda önem arz etmekte ve Türkiye ile Kıbrıs Türklerinin duruşlarını bir daha gözden geçirmesi gerekmektedir. Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs’ın statüsünü gözden geçirmesine yardımcı olması amacıyla geçmişten günümüze Kıbrıs’ın statüsünü temel parametreler üzerinden değerlendirmekte yarar var.
    Kıbrıs Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleşim noktasında ve ticari yolların geçiş güzergâhında olması dolayısı ile bölge ile ilgisi olan birçok devletin hâkimiyetine girmiş ve en son olarak bir korsan adası niteliğinde Cenevizli ve Venedikli korsanların kontrolünde olduğu bir dönemde Osmanlı Türk İmparatorluğu tarafından 1571 yılında kontrol altına alınarak 307 yıl boyunca kesintisiz Türk hâkimiyeti altında kalmıştır. Osmanlı Devleti Kıbrıs Adası’nı ele geçirir geçirmez, Ada’ya askerî birlikler ile beraber yaklaşık elli bin kişilik bir Türk yerleşimci yerleştirerek bir taraftan Ada’nın Türkleşmesini sağlamış diğer taraftan idari anlamda beylerbeylik statüsü ile merkeze direk bağlamış ve merkezi Lefkoşa olmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs’ı Anadolu’nun bir uzantısı olarak görmesi ve Tarsus, İçel, Alanya gibi yerleşim yerleri ile idari birliktelik sağlamasıdır. Bu son derece önemli ve stratejik bir adımdır. Böylece Osmanlı Devleti bir taraftan Kıbrıs’ı merkeze bağlayarak devlet arazisi konumunda ele almış diğer taraftan Akdeniz’in Anadolu kıyı şehirleri ile birlikte bir idari yapılanma içerisine alarak bu Ada’nın Anadolu’nun bir uzantısı olduğunu tescil etmiştir. Ancak Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun modern, çağdaş bir çerçevede kendisini yeniden yapılandıramaması dolayısı ile 19.yüzyılın başlarından itibaren toprak kaybetmeye başladığı gibi imzaladığı anlaşmalar ile de emperyal ülkelerin kontrolüne girmiştir. Bu çözülme ve erime sürecinin bir sonucu olarak ta 1878 yılında Birleşik Krallık ile yapmış olduğu 4 Haziran 1878 ve 1 Temmuz 1878 Antlaşmaları çerçevesinde Kıbrıs Adasını geçici olarak Birleşik Krallığa tahsis etmiştir. Birleşik Krallık, 6 Aralık 1880 yılına kadar Kıbrıs Adası’nı Dışişleri Bakanlığı’na bağlı bir statüde yani “Taç kolonisi” şeklinde yönetirken bu tarihten sonra Sömürgeler Bakanlığına bağlamıştır.
Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı Türk İmparatorluğu dâhil olur olmazda, Birleşik Krallık 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs Adası’nı tek yanlı olarak topraklarına kattığını ilan etmiştir. Bu statü İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar bir şekilde devam etmesine rağmen Birleşik Krallığın İkinci Dünya Savaşı sürecinde ekonomik ve askerî anlamda yıpranması ve bölgedeki hâkimiyetini kendi rızası ile ABD’ye devretmesi dolayısı ile Kıbrıs’ta da arayışlar başlamıştır. Birleşik Krallığın bu sürece Türkiye’yi de dâhil etmesi sonucu yapılan görüşmeler neticesinde; 1959 Zürih ve 1960 Londra Antlaşmalarına göre belirlenen Kıbrıs Devleti’nde; Türkler ve Rumlar nüfusları oranında yönetimde hak sahibi olmuşlardır. Örneğin Cumhurbaşkanı Rum, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Türk, on kişilik bakanlar kurulunun 7’si Rum, 3’ü Türk, Meclisin % 70’i Rum, %30’u Türk, Ordunun; %30’u Türk, %70’i Rum, Anayasa Mahkemesi ile Türk ve Rumlar arasındaki davalar için karma mahkemelerin kurulması gerektiği ve belediyelerde özerklik hakkı konularında anlaşılmıştır. Bu statünün garantörü olarak da; Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık imza atmıştır. Ancak Rumlar daha ilk andan itibaren birçok konuya itiraz etmişler ve mevcut statüyü değiştirmek için harekete geçmişlerdir. Rumların bu yaklaşımı Kıbrıs Adası’nı Türkler açısından yaşanamaz hâle getirmiştir. Ayrıca Yunanistan’da 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs Adası’na müdahale ederek statüyü değiştirmiştir.
Türkiye bir taraftan bu darbeyi kabul etmediğini ilan etmiş diğer taraftan 20 Temmuz 1974 ve 14 Ağustos 1974 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri, 1959 Zürih ve 1960 Londra Antlaşmalarından doğan garantörlük haklarını kullanmak üzere Kıbrıs Adası’na müdahale etmiş ve anayasal düzeni geri getirmek, Kıbrıslı Türklerin güvenliğini sağlamak, Kıbrıs’ta barışı hâkim kılmak ve Enosis’e giden yolu kapatmayı amaçlamıştır. Türkiye, Kıbrıs’ta önce 1 Ekim 1974 tarihinde otonom Kıbrıs Türk yönetimini oluşturmuş akabinde 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurmuştur. Böylece Türkiye; Anadolu’nun doğal bir uzantısı olan, Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi içerisinde yer alan ve hukuki olarak kendisine ait olan Kıbrıs Adası konusunda %33’e razı olduğu gibi Kıbrıs’ta federatif bir yönetim içerisinde Rumların hâkimiyetini de galip devlet olmasına rağmen uluslararası baskılardan çekinerek kabul etmiş oldu. Hatta bu statüyü kurmak için Rumlarla yıllar süren görüşmeler gerçekleştirdi. Ancak Dr. Fazıl Küçük’ün ifadesi ile Rumların karşısına hangi teklif ile çıkılırsa çıkılsın, hatta tarihî ve coğrafi anlamda Türkler bütün haklarından vazgeçsin, Rumların yanında uşak olmaya razı olsun yine de Rumlar anlaşmaya imza atmamak için elinden gelen her türlü yola başvurmuşlardır.
Bunun üzerine Kıbrıs Türkleri Rauf Raif Denktaş’ın rehberliğinde 15 Kasım 1983 tarihinde Kıbrıs Adası’nın yaklaşık %33’ünü kapsayan coğrafyada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir. Ancak Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bu yeni statüsüne rağmen Bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar yaşayabilecek şekilde inşa etmek ve diğer ülkelere tanıtmak yerine Rumlarla görüşmelere devam etmiştir. Hata bu görüşmelerin bir şekilde sonuçlanabilmesi için Rumlarla anlaşma ihtimali yüksek isimlerin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olmasını bile sağlamıştır. Tabii tüm çabalar bir şekilde akamete uğramış ve Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti uluslararası alanda daha da sıkışık bir duruma gelmişlerdir. Günümüzde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde resmî anlamda federatif bir yönetimin artık mümkün olmadığı tartışmaları yaşansa da Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları nedeniyle küresel güçlerin bölgedeki askerî ve siyasi etkileri arttığı için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin günümüzdeki tartışmalı statüsünü artık sürdürmek mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle Türkiye; Kıbrıs Adası’nın coğrafi, tarihî ve hukuki anlamda tamamının sahibi iken %33’ü kabul etmenin ve bu durumun kalıcı kılmanın uğraşısını veremediği için günümüzde Kıbrıs Adası’nın tamamını kaybetmekle karşı karşıya bulunmaktadır. Bu durumun düzeltilmesinin tek yolu artık Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Hatay Cumhuriyeti örneğinde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bağlanmayı kabul etmesidir. Bunun dışında bir çözüm Kıbrıs’ın tamamının kaybedilmesi riskini taşımaktadır. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bu çerçevede bir hazırlık içine girmelidir.