HDP BÖLÜNMENİN NERESİNDE?

24 Temmuz 2015 13:51 Mehmet Özgedik
Okunma
1863
HDP BÖLÜNMENİN NERESİNDE?



  CUMHURİYET’E KADAR KÜRT MESELESİ
  Türk tarihinde Kürdistan ifadesi,  Büyük Selçuklu Devleti zamanında geçer.  Kürdistan diye bahsedilen eyalet,  bugünkü Türkiye sınırlarının dışında olup İran sınırları içinde kalmaktadır.  İslamiyet’ten önceki Türkçe metinlerde geçen Kürt kelimesinin anlamı ve kapsamı tartışmalı olduğu için,  şimdilik konu dışında bırakılmıştır.  Ancak Arapların Ekrad isimlendirmesi bir etnik unsuru anlatmamakta,  sosyolojik bir terim olarak göçebe anlamında kullanılmaktadır.  Esasen Batı literatüründe Kürt etnik unsuru anlatmak için daha çok Kurmanç ismine yer verilmektedir.
  Bugünkü Türkiye coğrafyasında Kürt aşiretlerinin yayılması Selçuklularla başlamış,  Yavuz-Şah çekişmesinden sonra yurtluk diye isimlendirilen feodal beylikler şeklinde teşkilatlanarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.  Nitekim Ermeni Tarihçi Mateus,  bölgedeki çeşitli etnik unsurları saydığı kitabında Kürt diye bir etnik unsurdan söz etmemektedir.  Bu bakımdan “Sizden önce biz buradaydık. ” ifadesinin tarihî gerçeklerle ilgisi bulunmamaktadır.  Ancak şu da tarihî bir gerçektir ki Kürtler,  dil yakınlığı bulunmasına rağmen Farslarla Araplardan çok Türklerle beraber,  hatta iç içe yaşamışlardır.  Kürtleşen çok sayıda Türk boyu olduğu gibi,  Türkleşen Kürt aşiretleri de vardır.
  Osmanlı döneminde etnik başkaldırma anlamında bir Kürt hareketinden bahsetmek mümkün değildir.  Daha çok Tanzimat’la başlayan yenileşme hareketlerindeki idari düzenlemelerden rahatsız olan aşiret ağalarının kalkışmasından söz edilebilir.  Bu düzenlemelerden rahatsız olan çeşitli Türk boyları da olmuştur.  Bunları siyasi hareket olarak değerlendirmek çok zordur.  Kürt siyasi hareketlerinin başlaması,  dünyada meydana gelen siyasi gelişmelerle yakından ilgilidir.
  Batı dünyasında bir Şark Meselesi vardır ki bu mesele tamamen Türk meselesi olup 5.  yy.de başlar.  Osmanlı Devleti’nin güçten düşüp parçalanmaya yüz tuttuğu sırada,  Batı dünyası veya diğer isimlendirmeyle Düvel-i Muazzama(büyük devletler),  azınlıkların Osmanlı Devleti’nden ayrılması için onları tahrik ve teşvik etmişlerdir.  Böylece Osmanlının Rumeli toprakları elden çıkmış,  sıra Asya’daki topraklarına gelmiştir.  Anadolu’daki Türk devletinin ve Türklerin varlığını yok etmek için ilk kullanılan unsur Ermeniler olmuştur.  Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun tamamına yakınını Ermenilere vermeyi planlamışlardır.  Sus payı olarak da Kürtler kullanılmış,  Hakkâri ve uzantısı olarak belirlenen bir şerit gibi toprak parçası onlara bırakılmıştır.  Sevr Antlaşması taslağı ile tespit edilen haritada bu açıkça görülmektedir.  Esas hedef Büyük Ermenistan’dır.  Zaten o şeritte Kürtlerin yaşama şansı da yoktur.  Ancak bu amaçları,  Lozan Antlaşması ile tarihe gömülmüştür.  Ne var ki Batı bunu hiçbir zaman hazmetmiş ve unutmamıştır.
 
  CUMHURİYET MESELESİ
  Cumhuriyet’le devletin imparatorluk yapısına son verilmiş -ki öyle bir yapının fiilî karşılığı da yoktu- üniter yapı içinde millî devlet kurulmuştur.  Jepolitik bakımdan çok önemli,  aynı zamanda enerji kaynaklarının bulunduğu coğrafyayı denetleyebilecek bir konumda,  güçlü bir Türk devletinin kurulması Batı’nın siyasi hedeflerine uygun düşmemekteydi.  Bu devleti kökünden sarsıp parçalamak için tahrik edilebilecek bir unsur kalmıştı; o da Kürtlerdi.  Bu tahriklerin sonucunda dinî-etnik nitelikli Şeyh Sait İsyanı böyle başladı.  Bundan sonra isyanlar birbirini kovaladı.  Bazı isyanlar feodal karakterde olmasına rağmen etnik amaçlara sarılarak Batı desteği sağlanmaya çalışıldı.  Seyit Rıza İsyanı bunun tipik örneğidir.  Dikkat çekici bir husustur; İkinci Dünya Savaşı arifesinde bu isyanlar durdu.  Çünkü Batı kendi iç meselesine dönmüştü,  Nazilerle uğraşmak mecburiyetindeydi.  Savaştan sonra dünya iki kutba bölünmüş,  Soğuk Savaş dönemi başlamıştı.  Türkiye’yi karıştırmak amaçlarına aykırı olduğu gibi Kürtler de onların umurunda bile değildi.  1984’ten sonra PKK terörü başladı.  Soğuk Savaş dönemi bitmiş,  Sovyetler Birliği dağılmış,  Bağımsız Türk Cumhuriyetleri doğmuştu.  Çok büyük bir tesadüf olarak ayrılıkçı,  bölücü PKK terörü böyle bir ortamda başlamıştı.  Enerji kaynaklarına çökme ve İsrail’i koruma amaçlı Körfez Harekâtı’yla BOP projesi uygulamaları sonucunda PKK terörü ve bölücü hareketler hız kazanmıştır.  Irak fiilen parçalanmış; Suriye, İran ve Türkiye sırasını beklemektedir. Ancak Türkiye güçten düşürülmeden, hatta parçalanmadan bu hedeflere ulaşmanın zor değil, imkânsız olduğunu biliyorlardı. Bunun için Türk millî devletinin dinamiklerini zayıflatıp çökertmek gerekiyordu.  Nitekim böyle hareket edilmiştir.  Cumhuriyet’e iki önemli bir kusur yüklenmiştir: 1.  Etnik unsurlar yok sayılmıştır.  2.  İslam kovulmuş,  yerine Türklük getirilmiştir.  Bu dayanakların ciddi bir temeli yoktur:
  Millî devletlerin kuruluşunda mutlaka bir üst kimlik benimsenir.  Bu Türkiye’ye has bir mesele değildir.  Millî devletin adı ve dili olur.  Bu coğrafyayı vatan hâline getiren,  bu coğrafyaya kendi adını verdiren,  bu devleti kuran,  kurduğu devleti kanı ve canı ile savunan milletin adı,  birleştiği üst kimlik adı olarak verilip Türk denmiştir.  Almanya vatandaşına Alman,  Fransa vatandaşına Fransız dendiği gibi… Devletin dili de eskiden olduğu gibi Türkçe olmuştur.  Ne Türk milleti ne de Türkçe,  Cumhuriyet’le icat edilmemiştir.  Kurucu Anayasa olan 1924 Anayasa’sını kabul eden Mecliste etnik unsurların hepsi temsil edilmekteydi.  Bunun yanında din kaldırılmamış,  siyasi ümmetçilik anlayışına son verilmiştir.
  Cumhuriyet hiçbir alt kimliği inkâr etmemiş,  alt kimliğin üst kimlik yerine kullanılmasına imkân ve fırsat vermemiştir.  Hiçbir devlet ayrıştırıcılığı teşvik etmez,  buna imkân vermez; bütünleştirici tedbirleri alır ve uygular.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bunu yapmıştır ve yapmak mecburiyetindedir.  Çok milletli ve etnik unsurlu olmasına rağmen,  Osmanlı Devleti de kuvvetli bir merkeziyetçilik anlayışı ile uzun süre varlığını devam ettirebilmiştir.
 
  BATI,  PKK ve HDP
  Dünyanın iliğini sömüren,  kendi vatandaşları dışında kalan insanları insan olarak görmeyen Batı, her ne hikmetse, Kürtlerin kara kaşına kara gözüne âşık olduğu için, birden Kürtperest kesilmiştir. Kimse bunun sebeplerini araştırmak ihtiyacını duymamaktadır. Batı’nın maksadı farklıdır; Kürt devleti umurlarında bile değildir. ”Son tahlil” olarak diyelim ki Kürt devleti kuruldu. İkinci günde Erivan ordusu soluğu Diyarbakır’da alır, çoluk çocuk dinlemeden katliam yapar ve o Batı’nın gıkı çıkmaz. Siz hiç Batı’nın Filistin için, Çeçenistan için, Doğu Türkistan için, Irak ve Suriye’deki Türkler için ağıt yaktığını gördünüz mü? Kırım Türkleri için bir diyecekleri yok mudur? Demek ki mesele başkadır:
  I. Enerji kaynakları üzerinde denetlenebilir kargaşa ortamını yaratmak.
  II. Arapların birleşmesini engellemek; İran’ın, özellikle Türkiye’nin gücünü kırmak,
  III. Türkiye’nin Türk dünyası,  Araplar ve İran arasındaki coğrafi münasebeti kesmek yani Türklüğü zaafa düşürmek.
  IV. Batı’nın koçbaşı durumundaki İsrail’in güvenliğini sağlamak.
  V. Bunları gerçekleştirmek için -başka unsur şimdilik gözükmediğinden- Kürtleri kullanmak.
  Bu amaçlarına ulaşmak için PKK hareketi gizliden gizliye, açıktan da siyasi uzantıları desteklenmiştir. Muhtelif sebeplerle çeşitli defa ismi değiştirilen bir siyasi oluşum, son olarak Halkların Demokrasi Partisi adı ile ortaya çıkmıştır. Batı dünyasının bölgeye yeni şekil vermesi çalışmalarının Türkiye ayağını temsil etmektedir. Hedef kitlesi Türk milleti değil, Kürt etnik unsurudur. Bu bakımdan Türkiye partisi olduğu iddialarının aslı esası yoktur; bu bir kurbağayı haşlamak için suyu yavaş yavaş ısıtma yöntemidir.
  HDP’nin varlığını sadece dış dinamiklere bağlamak gerçekçi olmadığı gibi aldatıcı da olur. Yıllarca süren PKK hareketi ve destekçilerinin propagandası ile bir Kürtçü-bölücü taban oluşmuştur. Bu tabanın militanları,  tedhişle bölgeye  –sadece bölgede değil, Kürt nüfusun yoğun olarak bulunduğu Batı bölgelerinde de- hâkim olmuştur. Neyin açılıp saçıldığı belli olmayan açılım süreci sebebiyle de devlet bölgedeki varlığını kaybetmiştir. Bunun yanında eşkıya başı da kahraman olmuş, meşruiyet kazanmıştır. Bu durumu yaratanların şikâyet etmesi ise kara bir mizah örneğidir. Bir Frankenştayn yaratıldı ve o yaratık önce yaratanını yemeğe başladı. Sıranın kimde olduğu açıkça görülmektedir.
 
  BİR HDP MASALI
  Son seçimde bir HDP miti yaratıldı. %13 gibi beklenmedik oy alınca büyüklere HDP masalı anlatılmaya başlandı. Türk milletinin gözü bir büyü ile boyanmaktadır. Seçimde tek başına iktidar çıkmadığını fırsat bilen malum ve mahut kesimler HDP’ye methiyeler düzmeye başlamışlardır. Millete suyun yüzü gösterilmekte dibi ise saklanmaktadır. Hâlbuki meselenin bir de arka planı vardır:
  1. HDP bir Batı projesidir. AKP de öyledir. AKP, Türklüğü bitirerek ümmet esası üzerinde birlik sağlamak amacındaydı; tutmadı. HDP’nin bütünlüğü temin diye bir amacı yoktur.
  2. HDP; birleştirici değil, ayrıştırıcıdır. Adından bile bellidir: Halkın değil hakların partisidir.
  3. Halklar üzerinde vurgu yapılması dikkatleri başka tarafa çekmek içindir. Esas amaç Kürt halkının öne çıkarılması; iki dilli, iki bölgeli bir yapının Anayasa ile teminat altına alınmasının sağlanmasıdır. Tabiatıyla o da şimdilik. Türkiye lafına itiraz olmadığı dillendirilmektedir ki o da yanıltıcıdır. Türkiye, Türklerin ülkesi demektir. Türkleri ısıtmaya alıştırmak için -şimdilik- açıktan itiraz edilmemektedir.
  4. Özerk bölgeler ifadesi de saptırmadır. Türkiye’de bölücülerin dışında özerk bölge talep eden bir kesim yoktur. Amaçları “Kürdistan’ı biz yönetiriz, Türkiye’yi de beraber.” şeklinde özetlenebilir.
  5. HDP’nin bir Türkiye partisi olduğu da bir yalandır:
  a. Militanları tarafından baskı kurdukları bölgenin neredeyse bütün milletvekillerini toplamışlardır. Bu kadar yüz verdikleri hâlde iktidar partisi AKP bile bölgede nal toplamıştır. Batıda da Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgelerden oy almışlardır.
  b. Seçim sonu gösterilerinde batıda Türk bayrağı ve bazen de Atatürk posterleri -bir kara mizah örneğidir; bölücülerin Atatürk sevgisinin(!) de var olduğu görülmüştür- taşınmasına rağmen doğuda PKK bezleri ile Apo posterleri sallanmıştır. Atılan sloganlar da farklıdır.
  c. ”Biz ayrılıkçı değiliz.” dendikten sonra “Şunları şunları yaparsanız beraber yaşarız.” denilerek tehdit savrulmaktadır. Ülkenin birlik ve bütünlüğü şartlı birleşik cümle midir? Aklımızla alay ettiklerinin resmidir. Kaldı ki -medyanın önemli kesimi tarafından parlatılıp sevimli gösterilen- HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, seçimden sonra, “Seçimde alınan netice Orta Doğu’nun yeniden şekillenmesine işarettir.” mealinde söz etmiştir. Bu ifade milletten gizlenmiştir. Nasıl şekillenecek, İstanbul merkezli Birleşik Orta Doğu Devleti mi kurulacak? (Selo Almanya’ya gitti mi? Gittiyse orada ne yaptı? Bu da sorulmuyor. )
  6. Aldığı %13 oy HDP’nin Türkiye partisi olduğunu göstermez. Yanıltıcıdır:
  a. Bu oyların ezici çoğunluğu, baskı altında alınan Kürt oylarıdır.
  b. Cumhuriyet’in temel niteliklerine karşı olanlar, etnik ırkçılar, yetmez ama evetçi güruh, Batının meccani ajanları oy vermiştir.
  c. Ülkede AKP ve özellikle bir Erdoğan antipatisi oluşmuştur. ”AKP iktidardan düşsün, Başkanlık rejiminin kapıları kapansın.” diyenlerden bir kesimin oyları da bu partide toplanmıştır. Bunlara göre HDP baraj aşarsa AKP’nin mumu sönerdi. İnsanları bu düşünceye sürükleyen, 12 Eylül ürünü, seçim sistemindeki %10 barajıdır. Adamlar zaten Meclise giriyorlardı, bu barajı korumanın ne faydası olacaktı? Nitekim hiçbir faydasının olmadığı görüldü. (Kanaatimce baraj derhâl kaldırılmalıdır. )
  7. HDP’nin gerçek patronu İmralı’dadır. Talimatı da Kandil’den alırlar. Saklamıyorlar da. Bölücü çetenin uzantısı olan bir siyasi oluşumun Türkiye partisi olduğu iddia edilemez.
  HDP masalının özeti budur.
 
  SONUÇ
  Ülke ayrışmaya doğru gidiyor. Birtakım aymaz grubu da HDP’nin hükûmete katılmasını dillendiriyor. Bunu yeterli görmeyip MHP ile birlikte hükûmet kurmasını isteyebiliyor. HDP’nin hükûmete katılması Kandil emirlerinin hükûmete taşınması demektir. Hangi akılla MHP’yi buna ortak etmek istendiği anlaşılamıyor. MHP’nin kurbağa olmadığı demek ki anlaşılamamış veya birileri inatla anlamak istemiyor. Yalnız teslim etmek gerekir ki millet, durumun vahametinden habersizdir. Buna çare gerekir.
  Ülkenin ve milletin bütünlüğünden, Cumhuriyet’in temel niteliklerinden yana olan siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları, milleti uyarmak durumundadırlar. Bunun için bölge bölge değil, il il toplantılar yapıp halkı bilgilendirmek ve millî şuurlarını diri tutmak gerekli görülüyor. Altı bir türlü doldurulmayan barış, demokrasi gibi ifadeler halkın kulağına hoş geliyor. Karşı çıkanları da anlamakta zorluk çekiyor. Çünkü neye ve niçin karşı oldukları açık ve net olarak söylenmiyor; söylense de halka ulaşmıyor. Mesela en çok karşılaşılan sorulardan biri şudur: “Herkes yeni Anayasa’dan söz ediyor ama hiçbirisi yeni Anayasa’nın ne getireceği, eski Anayasa’nın nesinin kötü olduğunu söylemiyor.” Bunların yanında kurulacak hükûmetin ilk işinin, huzur ve güven ortamının ülkenin her köşesinde sağlanması olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Irak’taki ve son olarak Suriye’deki gelişmeler Türkiye’nin ateş çemberi içine alındığını göstermektedir. Devletin içine düştüğü zaaf giderilmelidir.
  Millî Mücadele öncesindeki günleri yaşar gibiyiz. Silahlar patlamıyor fakat patlatılmakla tehdit ediliyoruz. Şimdiden tedbir gerekir. Aksi takdirde:
  SON PİŞMANLIK FAYDA ETMEZ.