Farkındayım. “Kadın” ile “infaz” kelimesi yan yana olmuyor, yakışmıyorlar birbirlerine. Ama elden gelen bir şey yok bu konuda. Herhangi bir kadın, “infaz” kelimesinin tedaileriyle çıkabiliyor ortaya. Bir infazı kınarken, yeni infazlara kapı aralıyor.
Kadın, şefkat ve merhamet duygularıyla donatılmıştır, buna inanıyoruz. Kadın sabırlıdır, fedakârdır, böyle düşünüyoruz. Dişini tırnağına takar, gecesini gündüzüne katar, çile üstüne çile çeker; evi, eşi ve çocukları için hiç karşılıksız didinir durur, böyle sanıyoruz.
Bütün bu inanç, sanı ve düşünceleri ne yazık ki ekonomik gücü olmayan, hayatında başka bir seçenekle karşılaşmamış ve insan yerine geçmemiş kadınlar için geçerli kabul ediyoruz. Şehre gelmiş, iş gücüne katılmış, kendi ekonomik bağımsızlığını kazanmış kadın, ezildiğini hissettiği noktada isyan edebilir, başının çaresine bakacak yolları bulabilir, diyoruz.
Kadın ekonomik güce kavuştukça, kendi iradesiyle hayatını kurmaya başlayıp özgüvenini kazandıkça onu ezmeye çalışanların rolleri ve duruşları da değişecektir tabii ki. Tek bir şey var, ayakları üstünde kimseye muhtaç olmadan dururken, köy, taşra ve kırsal alan kadınından mutlaka beklediğimiz merhamet ve şefkat duygularından uzaklaşmış olmasın!
Hasılı ister şehirde ister taşrada yaşasın, kadın her zaman ve mekânda yaradılışına uygun hasletleri sergileyecektir. Ama bu hasletler, kimilerinin elinde bir propaganda aygıtına kimilerinin elinde de bir nefret söylemine dönüştürülmekte son zamanlarda…
Son zamanlar, aynı anda ilginç zamanlar da!
Yaşadığımız dünya gördüğünüz gibi bir simülasyon evreni!
Tekrarlar ve zihinsel kuşatmalarla sürekli olarak özgün bakışı yok edilen insanlık! Televizyon, basın ve genel ağ yoluyla durmadan belli yönlere bakması sağlanan insanlık! İnsanlığın şekillendiricisi olması gereken kadın, işte tam da burada simülasyon evreninin en ziyade kullanılan bir nesnesi hâline getiriliyor. Ondaki doğal merhamet ve şefkat duyguları, fedakârlık ve diğerkâmlık hasletleri çok ince ayarlı iğne uçlarıyla değiştirilerek içlerine zehirler, ağılar zerk edilerek getiriliyor insanlık masasına.
Neler yok ki o masaların üstlerinde!
Eşi öldürülüp, elindeki ve karnındaki bebekleriyle yaşama mücadelesi veren kadınlar yazılıyor haber sitelerinde… Koca, devlet tarafından öldürülür. Kadın ve kendisine yapıldığına inandığı bu haksızlık karşısında harekete geçirdiği örgüt, grup, sivil kuruluşlar artık ne demek gerekirse hepsi devlete karşı mücadele eder ve bu mücadelenin semeresini alırlar. Halkı ayağa kalkmış, bilinçlenmiş ve egemenliğini kurmuştur. Haksızlığa başkaldırmış bütün kadınların sembolüdür eşleri öldürülen kadınlar. Bu bir zafer hikâyesidir, görüntüde bütün mazlumların zafer hikâyelerine benzeyen… Ama bir şeyler eksik, yalan ve yanlış bu hikâyelerde! Egemenlik uğruna, halkların özgürlüğü uğruna kurulmuş, zaman ayarlı patlayıcılara benziyor bu hikâyeler.
Masanın üstüne hiç alınmayan, gösterilmeyen başka hikâyeler var oysa. O hikâyelerin içindeki kadınların medya kuşatma aygıtları hiç olmamış. Çocuklarını büyütmüş, kızını gelin etmiş, oğlunu askere yollamış o kadınlar. Oğullarının, önceden ayarlanmış ve hakikat yerine konmuş hesaplardan habersizce vatani görevlerini yaptıklarını düşünüyorlar. Bir gün, devletin topraklarında silahlı dolaşıp o karakoldan bu okula, bu okuldan şu yola pusu kuran adamların namluları yöneliyor oğullarına. Çanakkale’ye benzer bir mahşer başlıyor devletin serhatlerinde… Elsiz ayaksız bir kütük gibi kalmış erler düşüyor Gülhane’nin koridorlarına… Anaları düşmanı bilmiyor, görmüyor! O kadınlar, oğullarına kimin düşman olduğunu, Türk askerine kurşun sıkarak bu topraklardan kimin parça koparmak istediğini bilmiyor, anlayamıyorlar!
Bu tarafta, masa üstüne kurulu “simülasyon dünya” dönmektedir. Hakikat olmayanlar hakikat, figür olmayanlar figür olarak algılanmaktadır. Kadınlar, bu yanılmacanın başkahramanlarıdır artık. Merhamet ve şefkat duyguları dönüştürülmüş, içlerine kin ve nefret zehirleri zerk edilmiştir. Devlet sınırlarını muhafaza etmekte kararlı kadın ve erkek bütün sorumluluk sahipleri, al aşağı ver yukarı, bu simülasyon evreninde döndürüldükçe döndürülmekte, tu kaka edilmekte, yakın ve orta yakın tarihimizde vuku bulmuş bütün olumsuzluklar onlara yüklenmektedir.
Zihinsel kuşatmalarla elde ettikleri mevzilerinden veryansın etmektedir merhamet ve şefkate sarılmış zehirli sözlerle kadınlar… Bir taraftan kocalarının ve çocuklarının devlet tarafından öldürüldüğü temasını işleyerek diğer kadınlara devleti cani göstermekte, mücadelelerinin haklı olduğunu kazımaktadırlar kafalara… Öbür taraftan, dağa kaldırılan genç kızların hesabını kimse sormamakta, onlar bilmem ne “istan”ın gönüllü kadın askerleri olarak takdim edilmektedir pişkince!
Canı yanmış, yürekleri yaralı anneler; evlatlarını hayatlarının baharında toprağa salmış kadınlar başka annelerin ve kadınların bu hâle düşmesini ister mi? Kadının merhameti buna müsaade eder mi?
Etmez, deriz değil mi?
Başlıktaki gibi, ”kadın” ve “infaz” birbirine yakışmayan iki kelime değil mi?
Keşke öyle olsaydı!
Simülasyon evren, medya kuşatması ve algı oyunları, kadın ve infazı yan yana getirmiştir. Canı yanmış, kocasını veya evladını kaybetmiş yaralı bir kadın başka bir kadının ağır ağır acı çekerek infazını istemekte, aldığı darbelerin şimdilik yetmeyeceğini söylemektedir! Bu söylem, çok yerinde, çok sağlam bir beklenti olarak sunulmaktadır kuşatma içinde. Evet, devletin kadınları ağır ağır infaz edilmelidir bu figürlere göre! Parlatılmış, şişirilmiş bu figürler yaptıkları demokratik mücadele sonucunda halklarını özgürlüğe kavuşturduklarını tekrar etmelidir mütemadiyen!
Ortada demokratik bir mücadele falan yok! Darp, silah ve kan yoluyla kırk yıldır gidilen yolun medya kuşatmasıyla allanıp pullandığı bir oyun var ve kadınlar bu oyunun en gözde oyuncuları!
Bu gözdeler öylesine rahatça esip yağmaktadır ki kuşatılmış simülasyon evrende artık doğrunun ve gerçeğin hükümsüzlüğüdür yüzlere vuran!
Tanrıçalar nasıl birbirlerini harcadıysa efsanelerde, o kadınlar da içlerinde birer Tanrıça, hemcinslerini “Yetmez!”leyerek infaz ağaçlarına asmakta… Tarihî efsanelerden saray dehlizlerine uzanan bir infaz zinciri... Kimi zaman infazın tetikçisi, kimi zaman infazın sessiz otoritesi kadın, bugün olduğu gibi! O Tanrıça ruhuyla mikrofonlardan, kameralardan özgürlük aşklarını fışkırtarak ”Yetmez, yetmez!” diye haykırıyorlar!
Kadın; doğuran ve yaşatan, doyuran ve besleyen... Böyleyken, öldüren; bazen ceninleri, bazen delikanlılıktan ilk yaş almışları; bazen aynı yatağı paylaştığı kocayı ve bazen de ilk sevgiliyi!
Simülasyondan öte gerçek bu işte. Kadın bazen bir canavara dönüşüyor ve canavarlığını melek kanatlarıyla süsleyerek o kanatlardan zalim ve sinsi yeller estiriyor hemcinslerinin yüzlerine…