MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ 55 YAŞINDA YA DA TERÖRLE MÜCADELENİN 55 YILLIK TARİHÇESİ

05 Ağustos 2024 13:37 Dr.Serkan KEKEVİ
Okunma
51
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ 55 YAŞINDA YA DA TERÖRLE MÜCADELENİN 55 YILLIK TARİHÇESİ

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ 55 YAŞINDA YA DA TERÖRLE MÜCADELENİN 55 YILLIK TARİHÇESİ

Doç. Dr. Serkan Kekevi
Düzce Üniversitesi
Akçkoca Bey Siyasal Bilgiler Fakültesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü

Terör tanım olarak, hedefe korku salmak amacıyla cana kıymak, mala saldırı türünden eylemler bütünüdür. Terör bir diğer veçhesi ile hukuk dışı biçimde organize ve amaçlı şiddet kullanımıdır. Terörizm ise mezkûr yöntemlerin siyasal/ideolojik amaçlar doğrultusunda kullanılmasıdır. Bu bakımdan teröristler geniş bir yelpazede hedeflerini seçmekte (siviller, kolluk kuvvetleri, devlet yöneticileri, siyasetçi, kanaat önderleri ve iş insanları vs. gibi) ve kendilerini herhangi bir ahlaki, hukuki değer ile bağlı görmedikleri için en az maliyet ile en fazla zararı vermeye dönük eylemler gerçekleştirmektedir. Terör örgütlerinin buradaki temel amacı ise gündelik hayatı sekteye uğratarak toplumu paralize etmek ve siyasi hedeflerine (iktidarı, rejimi değiştirmek, devleti yıkmak veya ülkeyi bölmek vs. gibi) ulaşmaktır.
Türkiye bulunduğu coğrafya nedeniyle terörist faaliyetlere maruz kalmış ve terör örgütlerinin hedefinde olmuştur. David Rapoport tarafından literatüre kazandırılan terör dalgaları sınıflandırmasından bakıldığında Türkiye’nin siyasal tarihinin terörle mücadele üzerinden de okunabileceği söylenebilir.

Tablo 1: Rapoport’un Terörizm Dalgaları
1. Dalga    1880-1920    Anarşist ya da Etnik/Milliyetçi terörizm
2. Dalga    1920-1960    Sömürge karşıtlığı
3. Dalga    1960-1990    Yeni-sol
4. Dalga    1979- günümüz    Radikal-Dini Dalga

Yukarıdaki tabloya bakıldığında Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden Türkiye’nin anılan terör dalgalarının tamamına maruz kaldığı söylenebilir. Ayrıca terör/izm Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını tehdit eden önemli “iç kaynaklı”, “dış destekli” ve “dışarıdan da ülkeyi/devleti hedef alan” bir nitelik arz etmektedir.
Terörle mücadele ise terör örgütlerini ve terörü oluşturan şartların ortadan kaldırılmasını içeren siyasi, sosyal, ekonomik, güvenlik, hukuk ve uluslararası ilişkiler gibi pek çok boyutu olan bir sistemdir. Sözgelimi Avrupa Birliği terörle mücadele stratejisini “Önleme”, “Koruma”, “İzleme” ve “Karşılık Verme” olarak tanımlanan dört sütun üstüne bina etmiştir.  Şüphesiz ki terörle mücadele öncelikle bir devlet politikasıdır ve kamu bürokrasisi de bu politikanın temel aygıtıdır. Diğer taraftan devlet yönetiminde söz sahibi olmaya çalışan ve iktidar olmayı hedefleyen siyasi partiler de terörle mücadele politikaları ve stratejilerinin bir bileşenidir. Ancak bazen siyasi yelpazenin içinde var olma imkânı bulabilen kimi siyasi partilerin terör örgütleri ile doğrudan ya da dolaylı olarak bağ kurduğu ya da çeşitli düzeylerde terör örgütlerinin hedeflerini kamuoyu önünde normalleştirmeye çalıştıkları ya da siyasi zemine sokmaya çalıştıkları görülebilir.
Siyasi partilerin terörle mesafesi bir yana çoğu zaman siyasi partilerin teröre karşı politikalara farklı derecede ağırlık verdiği işaret edilmelidir. Bilhassa Türkiye gibi terörle mücadelesi yıllara yayılmış ve terörün hedefindeki bir ülkede pek çok partinin bu hususa yeterli yer vermediği ya da konunun önemini kavrayamadığı da savlanabilir. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Türk Siyasal hayatında teröre ve terörizme karşı net tavrı uzun yıllara dayalı deneyimi ve daima parti politikaları içinde özel bir yer ayırması ile diğer partilerden farklılaşmaktadır. MHP sadece teröre karşı politik ve söylemsel düzeyde karşı durmamış doğrudan terör örgütlerinin hedefi haline de gelmiştir. Hiçbir siyasal hareket ve siyasi parti terörün hedefi olarak binlerce şehit vermemiştir. 4 Ocak 1968’de, Ankara’da kaldığı yurdun kantininde komünist fraksiyona dâhil teröristlerce silahla vurulan ilk ülkücü şehit Ruhi Kılıçkıran’dan, 20 Şubat 2015 tarihinde İzmir Ege Üniversitesi Yerleşkesi’nde PKK’lı terörist tarafından şehit edilen 24 yaşındaki Fırat Yılmaz Çakıroğlu’na “Üç Hilal” ve “Bozkurt” terörle mücadelenin sembolü olagelmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin kurulduğu dönem Türkiye’nin siyaseten çalkantılı yıllarına denk gelmektedir. 1960’lı yıların ikinci yarısından itibaren Türkiye’de sol akım güçlenirken sol içinde yöntem tartışmaları da başlamıştır. Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) 1969 yılında Dev-Genç’e (Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu) dönüşmüştür. Bu dönüşüm solun şiddetle iç içe geçmesine giden sürecin de önünü açmıştır. Türkiye’deki dönemin iktidar ve muhalefet partileri popülist söylemler çerçevesinde siyaset üretirken Milliyetçi Hareket Partisi böyle bir siyasal ortamda yeni-sol devrimci teröre sürüklenen Türkiye’de bu kopuşa ve Türkiye’nin Sovyet etkisine girmesine ve Soğuk Savaş şartlarında aktif-derin çatışma ve cephe ülkesi olmasının önüne geçmeye çalışmıştır. Bu bağlamda MHP’nin “Memleket ve Dünya Meseleleri” adlı 1969 yılı seçim bildirisinde;

“…Bizim için Türkiye’nin ve Türk Milleti’nin birliği, bütünlüğü, saadet ve selameti, her türlü düşüncenin üstündedir. Bölücü, ayırıcı, topluma nifak sokucu her türlü davranışın karşısındayız. Türkiye tarihi ve Türk vatanı atalarımızın ve hepimizin ortak eseridir. Onu hep birlikte, barış ve kardeşlik düşünceleriyle koruyacağız…Demokratik rejimin emniyeti meselesi en önemli meselelerimiz arasındadır. Rejim sarsılırsa hep birlikte batarız…”

ifadeleriyle bölücülüğün Türkiye’nin önündeki en büyük tehditlerden biri olduğu tespiti yapılmıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin “Türk Milleti Uyan!” Adlı 1977 yılı seçim beyannamesinde;
 
“…Halbuki şimdi, iç ve dış düşmanlar, bizi birbirimize düşürmüştür. Millî birliğimiz, kardeşlik duygumuz tecavüzlere uğramaktadır. Türk milletinin güç kaynağını bilen, iç ve dış düşmanlar, onu köleleştirmek için bu güç kaynağına saldırıyorlar... Komünizm okullarımızda, sokaklarımızda, meydanlarımızda kol gezmektedir. Artık meydanlarımızda şanlı ay yıldızlı bayrağımızı unutup Kızıl Bayrak çekenler görülmektedir. Lenin, Stalin ve Mao gibi kızıl, kanlı diktatörlerin resimleri dolaşıyor… Bu kızıl kanlı diktatörlerin hâkim olduğu ülkelerde insanlar, katliama tabi tutulmuşlar, malından mülkünden, ırz ve namusundan mahrum edilmişler, her türlü hak ve hürriyetten yoksun köleler haline getirilmişlerdir…”

Tespitlerinde bulunulmuş ve Türkiye’de güç kazanmış yeni devrimci-sol terörün stratejilerine dikkat çekilmiştir.
Başbuğ Alparslan Türkeş “Her Türlü Emperyalizme Karşı” adlı eserinde ise“Devletin Varlığını Korumaya Azimliyiz” başlığında yeni devrimci-sol teröre karşı şu analizi yapmıştır:

“…Ayrıca, memlekette rahat ve huzur ortamını hiçbir zaman için arzulamayan anarşinin kol gezdiği bir Türkiye’yi kendi hayatiyetlerinin devamı için şart sayan komünistler ise, yıkıcı ve bölücü tecavüzlerine başlamışlardır. Bunun içinde üniversite ve yüksek okullarda türlü bahanelerle boykot ve işgallere girişmektedirler. Okullarına normal olarak devam etmek isteyen öğrencileri baskı ve terörle yıldırmakta, hem öğrenci çatışmaları çıkartıp, hem de “faşist saldırı” ithamları ile milliyetçi gençleri suçlamaktadır…”

1970’li yıllarda hızlanan yeni-sol terör doğrudan MHP’yi ve Ülkücü Hareketi hedef almıştır. Ardından 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleşmiş ve Ülkücü Hareket küresel güçlerin “Our Boys in Ankara” dediği sözde “Milli” özde “Gayrı Milli” Birlik Komitesi yani darbeciler tarafından zindanlar ve darağaçları ile sınanmaya çalışılmıştır. Ancak darbecilerin şehit ettiği Mustafa Pehlivanoğlu’nun mektubundaki; “..Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa'lar ölür, Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakindir. Zafer her zaman Allah'a inananlarındır…”  sözleri karşılığını bulmuş “Milliyetçi Hareket” 12 Eylül sonrasında adeta küllerinden doğmuş önce Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ardından yine MHP Türk siyasetinde yerini almıştır.
    MÇP döneminde ise henüz başlamış bölücü teröre karşı “Güçlü Devlet” yaklaşımı ortaya konulmuştur. MÇP’nin 27 Kasım 1988 tarihli parti programında Güçlü Devlet modelinin izahı şu şekilde yer almıştır:

“…Milliyetçi Çalışma Partisi, ülkede emniyet ve asayişin, huzur ve güvenliğinin sağlanmasını, kamu kudret ve gücünün yurdun her köşesinde ve kişiler arasında bir ayırım yapılmaksızın hissettirilmesini ve bunun için gerekli tedbirleri geliştirmeyi “Güçlü Devlet”in bir gereği sayar Bu “Güçlü Devlet” isterse vatan topraklarının en ücra köşesinde yaşasınlar, bütün fertlerinin huzur ve asayiş içinde bir hayat sürmelerinden mal ve can güvenliklerinden, korkusuz yaşama hürriyetlerinden, herkesin maddi ve manevi varlığını geliştirme imkânına kavuşmalarından sorumlu olacaktır “Güçlü Devlet”, kendisini ve adil gücünü, her an, her yerde sevgi, saygı ve güvenle hissettirecek bir iç güvenlik politikası ve yönetimi kuracaktır…”

1990’lı yıllara doğru adım adım gidilirken Türk siyasetinde “bölücülük ve terör” ana eksene oturmaktaydı. Öte yandan “bölücülük ve terör” bir başka bağlamdan “etnik” düzeyden tam da PKK’nın istediği mahreçten ele alınmıştır. Bu da Türkiye’de bir “Kürt Sorunu”nun olduğu ve bunun tanınması gerektiği ile çözümün de bu bağlamdan olacağına dair politika önerileridir. Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin (SHP) Doğu ve Güneydoğu Sorununa Bakışı ve Çözüm Önerileri Raporu (1989) dönem itibariyle öne çıkmıştır. Mezkûr raporda Türkiye’nin demokratikleşme ile sorunu aşabileceği savlanırken devletin terör örgütü tarafından tuzağa çekildiği ve bu meyanda “Terörle savaşmada yanlış politika ve uygulamaların, bu bölgede kimlik bunalımının ortaya çıkmasında önemli etkileri olduğu…” analizi yapılmıştır.  Rapor içinde defaatle devletin yanlış davrandığına dair vurgular vardır. Bu dönemde SHP içinden sancılı bir süreç ile olsa da Halkın Emek Partisi (HEP) çıkmıştır. 20 Ekim 1991 tarihinde gerçekleştirilen erken genel seçimlerde %10'luk seçim barajını aşamayacağı aşikar olan HEP vekil adaylarını SHP listelerinden seçime sokmuş bir bakıma SHP, bölücü örgüt ile çeşitli şekillerde bağı olan 21 HEP’liyi  TBMM’ye sokmuştur.
Siyasi yelpazenin bir diğer tarafında olan Refah Partisi de konuyu benzer bir düzeyden ele almıştır. Örneğin Refah Partisi’nin 1991 yılı Seçim Beyannamesi’nde;

“…Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, uygulanan yanlış politikalardan dolayı terör eylemleri tırmanmaktadır. Bu eylemleri önlemek iddiasıyla, aşırılığa kaçarak, yapılan baskı ve haksızlıkları, masum halka uygulanan devlet terörünü de, taklitçilerin ve ANAP’ın hatalı politikaları olarak görmekteyiz…”

ifadelerine yer vermiştir. Böylece PKK’dan çok, devlet suçlu konumda müşahede edilmiş ve “devlet terörü” gibi ağır bir ithamda bulunulmuştur. Benzer şekilde RP lideri, partisinin 1994 yılında Bingöl’deki konuşmasında;
 
“…Siz geldiniz, bu besmeleyi kaldırdınız. Ne koydunuz yerine, 'Türküm, doğruyum, çalışkanım.' Sen bunu söyleyince, öbür taraftan da Kürt kökenli bir Müslüman evladı, 'Ya öyle mi, ben de Kürtüm, daha doğruyum, daha çalışkanım' deme hakkını kazandı…”

sözleri de yukarıdaki parti politikalarıyla uyumlu görülmektedir.
Türkiye’de dönemin iç siyasetinde teröre karşı bakış açısındaki bu karmaşa, yanlış bilinç ve bilgisizliğe karşın MHP teröre karşı tavizsiz tutumunu sürdürmüştür. MHP’nin 1995 seçim beyannamesinde

“…Terörle en etkili mücadele yapılacaktır: Terör meselesinin Kürt kimliğine endekslenmesini kabul etmiyoruz. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde bin yıldır birlikte yaşadığımız kardeşlerimiz ve vatandaşlarımızla beraberliğimizin korunması, vatanın bölünmez bütünlüğü ve halkın can güvenliği için teröre karşı en etkin mücadeleyi yürüteceğiz. MHP teröre karşı özel yetiştirilmiş güçlerle mücadele edilmesi gerektiğine inanmaktadır. Düzenli ordu dünyanın hiç bir yerinde teröre karşı başarı sağlayamamıştır. MHP terörle özel mücadele programını yürütürken, özerk bölge, otonomi gibi fikirlerin şiddetle karşısında olacaktır…”

vurgusuyla terörle mücadelede tavizsiz tutumunu net bir biçimde ortaya koymuştur. Bu çerçevede MHP ve diğer siyasi partiler arasında teröre bakış ve terörün çözümüne dair anlayış farkı bariz şekilde görülmektedir.
    15 Şubat 1999 tarihinde bölücü terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirilmesinin ardından bölücü terör örgütünün eylem kapasitesi düşerken örgüt siyasallaşma faaliyetlerine hız vermiştir. Bu çerçevede MHP durumun vahametine ve PKK’ya verilen dış desteklere karşı politika üretmiştir. Örneğin MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli’nin 24 Şubat 2000 tarihli TBMM grup toplantısındaki konuşmasındaki şu sözleri dikkate değerdir:
“…PKK terör örgütünün, elebaşısı yakalandıktan sonra yeni bir strateji oluşturup uygulamaya çalıştığı bilinmektedir. Bazı iç ve dış çevrelerin buna çanak tutmaya çalıştığı, bilerek veya bilmeyerek yeni manevralarını kolaylaştırıcı bir tavır sergilemeye devam ettikleri görülmektedir. … “Barış süreci” ve “demokratik çözüm” sloganları arkasında gizlenen siyasallaşma taktiklerine prim verilmemesi, bu noktada herkesin çok dikkatli ve özenli davranması önem taşımaktadır… Ülkemizin, bölücü ve yıkıcı terör belasıyla ve ona destek olan çevrelerle mücadelesi, kararlılıkla ve titizlikle sürdürülmesi gereken bir mücadeledir… Avrupa Birliği bünyesinde PKK ve yandaşlarına karşı hayranlık duygusu taşıyanlar bulunabilir. Ama bunların Türkiye-Avrupa Birliği ilişkisine taşınması, demokrasi ve insan hakları çerçevesinde mütalaa edilmesi kabul edilemez bir durumdur…”
2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) tek başına iktidara gelmesi Türk siyasal hayatında yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Abdullah Öcalan’ın yakalanması ve TSK’nın başarılı operasyonları ile bölücü örgütün eylemselliği gözle görülür ölçüde gerilemiştir. Bu ortamda tek başına iktidar olan AKP ilk dönemlerinde meseleyi terörün azalması ve Avrupa Birliği sürecinin de canlı olmasına istinaden yalnızca siyasal düzeyden çözebileceğine inanmıştır. Bu meyanda partinin 2006 yılında ilan ettiği kalkınma ve demokratikleşme programında;

“…Kimimizin Güney Doğu, kimimizin Kürt, kimimizin terör sorunu dediğimiz olay, maalesef Türkiye’nin bir gerçeğidir… Bürokratik otoriter devlet anlayışına yaslanan çözümler, sadece asayiş mantığına dayandığı için uzun vadede sorunları daha da derinleştirmektedir. Buna karşılık demokratik devlet anlayışı çerçevesindeki yaklaşımlar, ilk anda endişeyle karşılansa da uzun vadede milletimizin birlik ve bütünlüğünü pekiştiren sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenle bölgedeki sorunlar aynen kalacak demektir. Sadece ekonomik kalkınma politikaları ile tam bir çözüme kavuşturulamayacağı gerçeği yanında bütün bunların üstünde kültürel farklılıkları demokratik hukuk devleti ilkesi çerçevesinde tanıyan yaklaşımların etkili olması gerektiği anlayışına ulaşılması sorunun çözümünde önemli bir adımdır. Diğer taraftan kültürel farklılıklar bölge halkıyla olan müştereklikleri arka plana atmayı gerektirmez. Aksine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma bilinci, toplumumuzun birlik ve beraberliğinin çimentosudur…”

analizinin yapıldığı görülmektedir. 2009’da başlayan Oslo Görüşmeleri, Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi (Demokratik Açılım), Çözüm Süreci isimleriyle AKP iktidarları PKK ile farklı şekillerde masaya oturmuştur. İlişkilerde siyasi ton arttıkça hukuki süreçlerin göz ardı edilmesi veya arkadan gelmesi AKP karar alıcıları tarafından sorun edilmemiştir. Örneğin, PKK’lılardan oluşan bir grup Habur sınır kapısından giriş yapmıştır. Şırnak Valiliği’nin hazırlıklarıyla Habur’da mahkeme salonu kurulmuştur.  Bu kişilerin yargılamaları muhakeme usul hukukuna aykırı biçimde yapılmıştır. Kendilerine Barış grubu adı verilen bu grubun önce Diyarbakır’a ardından Ankara’ya geçmesi planlanmıştır. Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay ise bu kişileri “eve dönenler” olarak tanımlanıştır.  Müzakere sürecinin ilerlemesiyle bu dönemde örgüt ile görüşmenin yasal zemini de 10.07.2014 tarih ve 6551 sayılı“Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” ile oluşturulmuştur. Kanunun 2. maddesinin;

“b) Gerekli görülmesi hâlinde, yurt içindeki ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlarla temas, diyalog, görüşme ve benzeri çalışmalar yapılmasına karar verir ve bu çalışmaları gerçekleştirecek kişi, kurum veya kuruluşları görevlendirir.
c) Silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ile sosyal yaşama katılım ve uyumlarının temini için gerekli tedbirleri alır.”

fıkraları ile görüşme zeminleri belirlenmiş ve örgüt militanlarının gelecekteki hukuki durumları hakkında da temel bağlam oluşturulmuştu.
Terör örgütü ile müzakere süreci hızla devam ederken PKK eylemlerinde ve katılımlarda ciddi bir artış olmaktaydı. Örgüt liderinin yakalanmasından sonra siyasallaşma ve şehirlerde güçlenme ve derinleşme stratejisi benimseyen örgüt “açılımı” adeta maymuncuk anahtarı gibi kullanmıştı. Önce Koma Komalen Kürdistan (KKK) peşine Kürdistan Topluluklar Birliği (Koma Civaken Kurdistan) modelleri ile örgüt adeta devletleşme alt yapısını da kâğıt üstünde kurgulamıştı. Ek olarak örgüt, Suriye’deki çatışma sürecinde Suriye’nin kuzeyinde alan kazanmak için fırsat kazanmış “Türkiye’deki çatışmasızlıktan”da yararlanarak Türkiye’deki militan kadrolarını da buraya aktarmıştı. Diğer taraftan örgüt Suriye’de şehir çatışması deneyimi edinmiş ve “Hendek Çatışmaları” ile Suriye’deki iç savaş modelini Türkiye’ye taşımayı amaçlamıştır. İktidar partisi terör örgütü ile siyasallaştırılmış bir süreç ve müzakereye dayalı bir strateji izlemenin yarattığı kötü sonuçları deneyerek görmüştür.
    MHP’nin ve Genel başkan Dr. Devlet Bahçeli’nin bu anlamdaki feraseti ile uzgörürlüğü 2002’den sonra yaşanan gelişmelerle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Dr. Devlet Bahçeli’nin 6 Kasım 2007 tarihli TBMM Grup Toplantısı’ndaki;

“…Bugün Türkiye, terörle ve bölücülükle mücadele noktasında çok önemli ve kritik bir kavşağa gelmiş bulunmaktadır. Şayet bu aşamadan sonra da terör ortadan kaldırılamaz ise bölücülüğün ve terörün önlenemeyecek boyutlarda bir yükselişe geçmesi ve tam bir cesaret bulması karşımızdaki en büyük tehlikedir. Tedbirlerin sonuç vermemesi halinde Türkiye içte ve dışta büyük bir itibar ve güç kaybedecek; milletimizin devletine, ordusuna ve milli değerlerine olan inancı derinden sarsılacaktır. Bugün karar alamaz hale gelmenin tetikleyeceği böylesi bir tehlikeli netice, terörün verdiği aktif zarardan çok daha büyük bir zararı davet edecektir. Bu ataletin sürmesi halinde bunun bedeli yakın gelecekte, kardeş kavgasına sürüklenme, ayrışma ve bölünme olarak Türkiye’nin karşısına çıkaracaktır… Federasyon çağrılarının ve özerklik beyanlarının açıkça yapıldığı bu ortamda ihanet merkezleri, kendilerince yörelere ayırdıkları ülkemizde, ayrı bayrak, renk ve marş önerebilecek kadar zıvanadan çıkmışlardır… Milli devlet, üniter yapı ve milli kimliği parçalamaya yönelik bu hain projenin, AKP’nin Anayasa tartışmalarını başlatmış olduğu bir döneme rastlamış olması ayrıca dikkat çekicidir. Türkiye’nin karşısına çıkan bu kara tablo dünden bugüne oluşmamıştır. Kriz ortamının şartları sinsi ve planlı bir biçimde hazırlanmış ve Türkiye bu noktaya hükümetin gafleti ile adım adım getirilmiştir… Son sözümüz şudur: Verilecek toprağımız, çizilecek sınırımız, kaybedilecek insanımız ve terk edilecek ilimiz yoktur…”

açıklamaları ve 6 Ocak 2009 tarihinde TBMM Grup Toplantısı’ndaki şu analizi dikkate değerdir. Şöyle ki;

“…PKK’nın siyasallaşması ve etnik bölücülüğün siyasi zemin kazanması stratejisinde yeni bir aşamaya geçildiğini işaret etmektedir. Bu yeni aşamada, üç ara hedefe yönelik bir stratejinin önümüzdeki dönemde adım adım uygulanmak isteneceği anlaşılmaktadır.
Birincisi, Türkiye’nin terörle mücadelesinde hedef küçülterek, PKK’nın tasfiyesi yerine kontrol altında tutulması ve eylemlerinin geçici olarak durdurulmasıyla yetinmesinin sağlanmasıdır.
İkincisi, etnik bölücülüğün, çözümün anahtarı Türkiye’nin içinde olan uluslararası bir sorun haline dönüştürülmesi ve Türkiye’nin siyasi çözüme mecbur bırakılacağı ortam ve şartların hazırlanmasıdır.
Üçüncüsü ise, terör örgütünün silah bırakması için Türkiye’nin aşamalı bir siyasi çözüm süreci başlatması, ilk planda teröristlere siyasi af çıkartması ve Anayasa değişiklikleriyle milli azınlık olarak kabul edilecek farklı etnik kimliklere siyasi ve hukuki statü kazandırılmasıdır.
Bu çerçevede; Türk milli kimliği yeniden tanımlanacak; Türk milletinin yerine coğrafya ile sınırlı “Türkiyelilik” kavramının yeni üst milli kimlik olarak Anayasa’da ifadesini bulması amaçlanacaktır. Bunun yanı sıra, Türkçeden başka dillerin anadil öğrenimden başlanarak, milli eğitim sistemi içine alınması ve mahalli yönetimlere geniş idari ve mali özerlik tanıyacak düzenlemelerle, Türkiye’nin fiilen eyalet sistemine geçmesinin yolu açılmak istenecektir. Bunların, PKK’nın öncelikli talepleri olduğu bilinen bir gerçektir…”

Dr. Devlet Bahçeli Türkiye’nin gelecekte karşılaşabileceği tehlikeleri ve teröre karşı MHP’nin net tavrını ortaya koymuştur. PKK ile ilgili olarak tarih, MHP’yi haklı çıkarmıştır.
F-Tipi Yapılanma / FETÖ konusunda da ilk uyarıyı yapan MHP ve Genel Başkan Dr. Devlet Bahçeli olmuştur. AKP iktidara geldiğinde “vesayet ile mücadele” söylemi ile hareket ederken o dönemde “cemaat”, “hizmet”, “Gülen hareketi” olarak nitelendirilen bu yapı ile işbirliği yapmıştır. F-Tipi yapılanma 2002 sonrasında devlet kurumlarına daha hızlı şekilde “sızmıştır.”Sızıntılar önce bürokrasi ve yargı eli ile Türkiye’ye operasyonlara başlamıştır. Bir yandan PKK ile açılım süreci devam ederken FETÖ kumpası olduğu sonradan ortaya çıkan ve dönemin karar alıcıları ile medya kuruluşları tarafından “Asrın Davası” olarak nitelenen Ergenekon Operasyonları/Davaları başlamıştır. Bu davalar ve operasyonlar ile TSK yıpratılmış ve Türkiye’ye karşı siyasi/psikolojik harekât yürütülmüştür. Bu meyanda Dr. Devlet Bahçeli’nin 3 Temmuz 2008 tarihli yazılı basın açıklamasında yer verdiği;

“…Özellikle son zamanlarda, içte ve dışta yürütülen sistematik bir karalama kampanyasının, vazgeçilmez anayasal kurum olan Türk Silahlı Kuvvetlerine yöneldiğine dair kanaatlerimizin arttığı bir dönemde, bazı emekli mensupları hakkında başlatılan hukuk sürecini kullanarak bu kurumumuzu zan altında bırakacak yorumlardan kaçınılması ahlak ve sorumluluk gereği olmalıdır. Terör örgütü ile kahramanca mücadeleyle geçen yılların ardından binlerce şehit ve gazi vermiş ve halen en zor şartlar altında bölücülükle mücadelesini sürdüren bu kurumun haklarının ve itibarının psikolojik karalama kampanyaları karşısında korumasız bırakılması düşünülemeyecek bir yönetim zafiyetidir…”  ve

13 Ocak 2009 Tarihli TBMM Grup Toplantısındaki konuşmasında;

“…Ergenekon adı verilen dava kapsamında gözaltına alınan ve yargılaması devam eden şahısların bir bölümü Türk Silahlı Kuvvetlerinin emekli ve muvazzaf mensuplarından oluşmaktadır. Ülke savunmasında ve terörle mücadelede en önemli görevi üstlenmiş olan bu kurumun rejim karşıtı gizli ve karanlık işlerle ilintili olduğuna dair kamuoyunda uyandırılmak istenen kanaatler dikkatlerden kaçmamıştır. Hangi kurum ve kuruluş mensubu olarsa olsun, suç işleyenlerin tespiti ve cezalandırılması ayrı bir konudur, bu suça iştirak ettiği iddiası ile bütün bir kurumun, Türk Silahlı Kuvvetlerinin zan ve itham altında bırakılması farklı bir konudur. Terör örgütü ile kahramanca mücadeleyle geçen yılların ardından, binlerce şehit ve gazi vermiş ve bugün bu mücadeleyi başarı ile sürdürmeye çalışan Türk Ordusunun, karalama kampanyaları karşısında zayıf ve korumasız bırakılması bir yönetim zafiyetidir…”

sözleriyle TSK’ya karşı yürütülen operasyon ile Türkiye’nin teröre karşı daha kırılgan hale getirildiğinin altını çizmişti. 2013 yılına gelindiğinde Özel Yetkili İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi Ergenekon Davası kapsamında kimi kararlar vermiştir. Mezkûr kararların sonuçlarına ve hedeflerine dair Dr. Devlet Bahçeli dikkat çekici çözümlemelerde bulunmuş ve kamuoyunu;

“…Darbe iddialarıyla ilgili kuşkular kuvvetli delillerle desteklenememiş, sağlam ve güvenilir tanıklarla güçlendirilememiştir. Bilindiği üzere, gizli tanık eziyeti Ergenekon Davası’ndaki kararların, tekemmül ettirilen hükümlerin oluşmasında hatırı sayılır bir fonksiyon icra etmiştir. Nitekim ‘Parmaksız Zeki’ kod isimli teröristin görüşleri bile önemli ve kayda değer bulunmuş, Türk Silahlı Kuvvetleri bu şekilde zan ve töhmet altında bırakılmıştır. Buna göre PKK militanları, Ergenekon Davası muhteviyatında sunulan fırsat ve imkânları boş çevirmemişler, dağda yapamadıklarını duruşma salonlarında, karanlık odalarda iftiralarıyla yerine getirmişlerdir. Adaletin ilke ve esasları hiç gözetilmemiş, hiç umursanmamıştır. Usul konusunda kastı aşan yanlış ve yaptırımlar ne hükümeti ne de hukuk insanlarını vicdanen ve kanunen rahatsız etmemiştir. Silivri adeta Türk ordusunun yargılandığı ve silindir gibi üzerinden geçildiği zulümhaneye dönmüştür. Hepsinden daha da hazin verici olanı ise, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev almış, makam ve mevkii olarak bu kurumun zirvesine tırmanmış değerli şahsiyetlerin terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanması olmuştur. TSK’nın terör örgütüyle eşdeğer görülmesi, şerefli isminin terörizmle bir anılması ve bu Peygamber Ocağı’na terörist yetiştiren çete muamelesi yapılması en nazik ifadeyle müfterilik olarak damgalanacaktır… Başbakan’ın en yakınında bulunan bir danışmanı da, bu davanın Türk demokrasisinin geleceği açısından önemli bir dönüm noktası olduğunu ifade etmenin yanında, bir hesaplaşma olduğunu da belirtmiştir.
Evet, doğrudur, Ergenekon Davası Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasının adıdır. Çünkü, Hesabı görülen Türkiye’dir. Hesabı görülen Türk milletidir. Hesabı kesilen Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Hesaplaşılan, hesaba çekilen ve hesap sorulan vesayet, statüko, darbe kılıfıyla Türkiye’nin temel ve milli kurumlarıdır…”

sözleriyle yakın gelecekte olabilecekler konusunda yine uyarmıştır. Bilindiği gibi 15 Temmuz 2016 tarihinde F-Tipi Yapılanma/FETÖ, darbe girişiminde bulunmuştur. Aslında Dr. Devlet Bahçeli’nin ve MHP’nin uyarılarının ne kadar yerinde olduğu bir kez daha anlaşılmıştır.
    Özetle Türkiye tarih boyunca jeopolitik konumu nedeniyle teröre maruz kalmıştır. Uluslararası gelişmeler Türkiye’nin bugün olduğu gibi gelecekte de terör örgütlerinin hedefi olduğunu göstermektedir. MHP 55 yıldır terörün tehlikesine tutarlı ve bilinçli politikalarıyla dikkat çeken yegane partidir. Terörle mücadelenin en temel koşullarının başında devletin politikalarının iktidarlara bağlı olmayan kıstasları belli ve yalpalamayan şekilde oluşturulması gelmektedir. Türk siyasal hayatından geçen pek çok partinin ve iktidarların terör ve terörizmle mücadele konusunda politikalarının gündelik düzeyde olduğu konjonktürel gelişmelerce şekillendirildiği söylenebilir. İşte bu bakımdan MHP diğer siyasal partilerden ayrılmaktadır ve tam da bu nedenle terörün hedefidir. Türkiye’yi zayıflatmak ve yok etmek isteyen odakların ilk saldırdığı yerdir. Yazımızın başında da ifade etiğimiz gibi “Üç Hilal” ve “Bozkurt terör/izmle mücadelenin ve terör/izme karşı olmanın sembolüdür. MHP ve Ülkü Ocakları, Türkiye’yi hedef alan teröre karşı yıkılmaz bir dağ gibi durmaktadır.
    Yazımıza Başbuğ Alparslan Türkeş’in 28.08.1992 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nun “Şırnak ve Güneydoğu Bölgemizde Devam Eden Olaylarla İlgili Genel Görüşme İle Siyasi Partilerin Ortak Bildirisi”ne dair olağanüstü toplantıda yaptığı konuşmasının şu kesiti ile son verelim:
…Bunu, sadece bir iç mesele olarak görmemek icap etmektedir. Karşı karşıya bulunduğumuz bu terör olayları, Kıbrıs meselesiyle, Ege meselesiyle, Balkanlar meselesiyle, Kafkasya meselesiyle, dış meseleleri ile sıkı sıkıya ilgilidir. Onun arkasında, konuşmacı arkadaşlarımızın çok isabetle belirttikleri gibi, dış güçler vardır ve sebep siyasidir. Türk Milletine karşı, adı konulmamış, ilan edilmemiş bir savaş açılmıştır…

Kaynakça
(der.) Hüseyin Hüsnü Uğur, Alparslan Türkeş’in TBMM’deki Konuşmaları (Kanun Tasarısı ve Teklifleri) 27.05.1960- 04.12.1995, Temmuz 2009, Ankara.
“'Barış Grubu' üyeleri yolda”, BBC Türkçe, 21.10.2009, https://www.bbc.com/turkce/haberler/2009/10/091021_diyarbakir, Erişim tarihi: 29.02.2024.
“Kandil ve Mahmur'dan geliyorlar”, BBC Türkçe, 19.10.2009, https://www.bbc.com/turkce/haberler/2009/10/091019_pkk_habur, Erişim tarihi: 29.02.2024.
Adalet ve Kalkınma Partisi, Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, 2006, https://acikerisim.tbmm.gov.tr/server/api/core/bitstreams/6881fc6e-9aaf-4821-bb04-5a2779aff9bc/content, Erişim tarihi:29.02.2024.
Alparslan Türkeş, Her Türlü Emperyalizme Karşı, Kamer Yayınları, İstanbul, 1998.
Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, Terörle Mücadele, https://www.eeas.europa.eu/delegations/turkey/ter%C3%B6rle-m%C3%BCcadele_tr?s=230, Erişim tarihi: 27.02.2024.
Cumhuriyet Halk Partisi, Sosyal Demokrat Halkçı Partinin Doğu ve Güneydoğu Sorununa Bakışı ve Çözüm Önerileri Raporu (1989), https://chp.org.tr/yayin/dogu-ve-guneydogu-raporu-1989/Open, Erişim tarihi: 28.02.2024.
David Rapoport, Four Waves of Modern Terrorism, https://www.icct.nl/sites/default/files/import/publication/Rapoport-Four-Waves-of-Modern-Terrorism.pdf, Erişim tarihi: 27.02.2024.
https://m.facebook.com/erbakan/videos/2286467596658/, Erişim tarihi: 29.02.2024.
https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6551.pdf, Erişim tarihi: 29.02.2024.
Mahmut Övür, “Siyasetçiler 20 Yıl Önce Ne Dedi?”, Sabah, 08.01.2012.
Melih Arslaner, “Ülkücü Şehit Mustafa Pehlivanoğlu”, Ülkü Ocakları Dergisi, Yıl: 30, Sayı: 256, Ekim 2023.
Milliyetçi Çalışma Partisi Programı, 27 Kasım 1988, https://acikerisim.tbmm.gov.tr/server/api/core/bitstreams/883ce2d4-0822-412d-8646-a67ad7d8b60b/content, Erişim tarihi: 28.02.2024.
Milliyetçi Hareket Partisi, Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin TBMM Grup Konuşması, 24 Şubat 2000, https://www.mhp.org.tr/htmldocs/genel_baskan/konusma/350/index.html, Erişim tarihi: 28.02.2024.
Milliyetçi Hareket Partisi, Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin TBMM Grup Toplantısı Konuşma Metni,  6.11.2007, https://www.mhp.org.tr/htmldocs/genel_baskan/konusma/409/index.html, Erişim tarihi: 29.02.2024.
Milliyetçi Hareket Partisi, Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin TBMM Grup Toplantısı Konuşma Metni,  6.01.2009, https://www.mhp.org.tr/htmldocs/genel_baskan/konusma/560/index.html, Erişim tarihi: 29.02.2024.
Milliyetçi Hareket Partisi, Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin Son Gelişmeler Hakkında Yaptığı Yazılı Basın Açıklaması, 03.07. 2008, https://www.mhp.org.tr/htmldocs/genel_baskan/konusma/469/index.html, Erişim tarihi: 29.02.2024.
Milliyetçi Hareket Partisi, Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'ni TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma, 13.01. 2009, https://www.mhp.org.tr/htmldocs/genel_baskan/konusma/558/index.html, Erişim tarihi: 29.02.2024.
Milliyetçi Hareket Partisi, Memleket ve Dünya Hadiseleri 1969 Seçim Bildirisi.
Milliyetçi Hareket Partisi, MHP Seçim Beyannamesi, 24 Aralık 1995.
Milliyetçi Hareket Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin basın toplantısı konuşması, 07.08.2013, https://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/2973/mhp/Milliyetci_Hareket_Partisi_Genel_Baskani_Sayin_Devlet_Bahceli__nin_basin_toplantisi_konusmasi_7_Agustos_2013.html, Erişim tarihi: 29.02.2024.
Milliyetçi Hareket Partisi, Türk Milleti Uyan! 1977 Seçim Beyannamesi, Ankara, 1977.