AĞRI VE TOROS’UN KIBRIS DAVASI
Kıymetli okuyucularımız başlığı ilk gördüğünde dağlarımızla ilgili coğrafi bir yazı olarak algılayabilir ancak başlarına eklenen “mücahit” kelimesi “Yüce Ağrı” ve “Toroslar” kadar heybetli iki Türk büyüğünün Kıbrıs’ta Türklük davası için verdikleri mücadeleyi simgeler.
“Kıbrıs Davası” denilince ilk akla gelen iki Kıbrıs Türk’ü merhum Dr. Fazıl Küçük ve merhum Rauf Raif Denktaş Beylerden başkası değildir. Adlarına, mücadelelerine ve kahramanlıklarına sayfalarca yazı ve kitap yazsak yine de yetmeyecek olan bu iki güzide Türk büyüğünün “Kıbrıs Girit gibi olmasın” diye canlarını ortaya koyarak verdikleri mücadeleden birkaç örnek vermeye çalışacağız.
Bilindiği gibi Kıbrıs Adası, 1570-1571 yıllarında fetih hareketi ile Osmanlı Devleti’ne katılmıştır. Magosa Kalesi’nin de on binlerce şehit verilerek düşmesinden sonra zalim Venedik yönetimi Ada’dan kovulmuştur. Bu duruma en çok sevinenler ise 82 yıllık Latin-Katolik Venedik zulmüne maruz kalmış adanın diğer Hristiyan halkları olmuştur. 1571 yılından 1878 yılına kadar kesintisiz şekilde Türk hâkimiyetinde kalan Kıbrıs Ada’sında yaşayan herkes huzur ve refah içinde yaşadıktan sonra 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü sıkıntılar ve yenilgiler neticesinde ada ne yazık ki Britanya İmparatorluğu’na 1878 yazında kiralanmıştır. Kiralanmasındaki amaç ise 93 Harbi (1877-1878) neticesinde Rus Çarlığı’na karşı alınan ağır yenilgi neticesinde İngiltere’nin sözde Osmanlı Devleti’ni Rus yayılmacılığına karşı korumak için elde etmek istediği askerî üs isteğidir. Öz de ise İngiltere, Asya ve Afrika’daki sömürgelerinin kontrolü açısından Kıbrıs’ı istemiştir. Birçok yabancı yazar ve tarihçiye göre de 307 yıl Türk hâkimiyetinde Kıbrıs’ta barış içinde yaşayan ve hatta güçlenen Rum Ortodoks Kilisesi ve halkı 1878’de Ada’nın İngiltere’ye kiralanmasının ardından “Enosis” yani Yunanistan ile birleşme hayalleri iyice ayyuka çıkmıştır. İngiliz yönetiminin ise ilk yaptığı iş devlet kurumlarında Türkçe’nin yasaklanması ve Türk memurların zorunlu emekliye ayrılması ve Kıbrıs Türklerinin ilerleyen yıllarda Osmanlının diğer bölgelerine göç ettirilmesi olayı olmuştur. 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nı bahane eden İngiltere ise Kıbrıs’ı tek taraflı ilhak ettiğini belirtmiştir. 1925’te ise adanın Taç kolonisi yani İngiliz sömürgesi olduğunu ilan ederek bir sömürge valisi atamıştır. 1950’lerde ise Kıbrıs’ta Rumlar iyice azıtmış ve Yunanistan ile EOKA terör örgütünü kurarak adayı kana bulamaya başlamışlardı. Bunun karşılığında ise Kıbrıs Türkleri Dr. Fazıl Küçük, Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Rauf Raif Denktaş gibi liderler öncülüğünde bir araya geldiler ancak Dr. Fazıl Küçük’ün de dediği gibi; “Kıbrıs Davası Türkiye’ siz çözülemezdi.”
1955 Nisan’ında faaliyete geçen Rum-Yunan terör örgütü EOKA’ya karşı 1958’de Türk Özel Harp Dairesi Başkanlığına bağlı Kıbrıs Türk’ünün Kuvayı Millîyesi Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kuruldu. Türkiye’den özel seçilmiş ve gönüllü subaylar gizli kimliklerle Ada’ya geldi ve Kıbrıs Türk’ünü katillere karşı teşkilatlandırdı. Elbette TMT bünyesinde de Dr. Küçük ve Denktaş Beyler de vardı. Gerçek kimliklerinin ifşa olmaması için teşkilat içinde kod adlar verildi. Dr. Küçük’ün kod adı “Mücahit Ağrı”, Denktaş Bey’in ise “Mücahit Toros” tu.
14 Mart 1906 Lefkoşa doğumlu olan Dr. Küçük’ün ilk millî refleksleri dönemin İngiliz sömürge yönetiminin 1930’lardaki tek taraflı uygulamalarına karşı oldu. Birleşik Krallığın vali ataması kararında ısrarcı olan “Kavanin Meclisi”ne karşı tutum sergiledi. 1950’lerde başlayan Rum-Yunan terörüne karşı da TMT’den önce “Volkan Teşkilatı”nı kurmuştur. Doktorluğunun yanı sıra Halkın Sesi adı altında da Türklerin haklı sesini gazete aracılığıyla bütün dünyaya duyurmaya çalışmıştır. 1958’de Türkiye’deki üniversite gençliğinin “Ya Taksim Ya Ölüm” mitinglerinin de düzenleyicileri arasındadır. 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de Devlet Başkan Yardımcılığı görevini üstlenmiştir ancak Rum Başpiskopos Makarios ve etrafının azılı Megali İdea ve Enosisci olmaları nedeniyle ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Rum yetkilileri bir gecede Türkleri toplu katliama uğratarak ortadan kaldırma planını (Akritas Planı) yürürlüğe koymalarının ardından görevinden istifa ederek Türk milli direnişine devam etmiştir. Mücahit Ağrı 15 Ocak 1984 yılında da vefat etmiştir.
Rauf Raif Denktaş Bey ise 27 Ocak 1924 yılında Baf’ta dünyaya gelmiştir. Mücahit Toros babası Raif Bey gibi kendisi de hukukçudur ve yine 1950’lerde patlak veren olaylar neticesinde Kıbrıs Türk halkı için mücadeleye girişmiştir. Denktaş Bey’in bir diğer özelliği ise 20. yüzyılın şahsına münhasır karizmatik ve lisan bilen dünya liderleri arasında olmasıdır. Keza Dr. Küçük Bey ve Denktaş Bey de İngilizce ve Rumca ’ya çok hâkim iki liderdi. Uluslararası birçok alanda Kıbrıs Türk’ün haklarını koruyan Mücahit Toros bilindiği gibi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de kurucu Cumhurbaşkanı’dır.
Mücahit Toros, 20 Temmuz 1974 şanlı Kıbrıs Barış Harekâtı’nın başladığı günün sabahında yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır: “Şafak geç doğuyordu o gün. Çünkü aramızdaki saat farkı nedeniyle biz onları (Türk askeri) bir saat daha erken bekliyorduk ve o 60 dakika sanki 60 saat olmuştu. Şakaklarım zonklamaktaydı. Girne Dağları’nı özlem ve heyecanla gözlerken Girne Dağları ve aramızdaki deniz, bize en acılı, en korkulu günlerimizde “bekledim de gelmedin” şarkılarını dinletip, halkımızın acısı ile alay edenlere ümit ve cesaret veren o dağlarla o deniz. Makairos’un 1964’te söylediği sözleri hatırlıyorum: Erenköy’ Yunan alayı, topçu birlikleri ve zırhlıları ile yüklenmişti, Rum Yunan ikilisi, beş köyden sökülüp daracık bir bölgeye sıkıştırılmıştık. Sonumuz gelmişti artık. Tek ümit Anavatan Türkiye’nin müdahalesiydi ve telsiz de bozulmuştu aksilik. Gençler, aç uykusuz ve yorgun. Etrafa Rumların topları, mermileri düşüyordu yağmur gibi. Birden bire, telsizci, mors düğmesini bırakıp radyo ile seslenmeye başladı Anadolu’ya. Faciayı acı ile izleyen kardeşlerimize; Ankara, Ankara, beni anlıyor musun? Ankara, Ankara! Ve sessizlik. Ankara’dan ses yok. Ne yalnızlıktı o? Erenköy’ün sarp tepelerinde, Ankara’ya, Türkiye’nin garanti hakkına güvenerek yıllardır direnenler için, Ankara’nın sessizliği ne büyük bir felaketti. Fakat birden telsizcinin gözlerinde bir parıltı. Ankara ses veriyor, bir sevinç çığlığı, sessizce ağlıyor Ömer Sami Çoşar, göz göze geliyoruz, benden de yaşlar boşanıyor. Ankara ayakta. Ankara yanımızda işte. Hükümet telsiz başında. Erenköy Dağları’nda yıllarını boşuna çürütmediklerini idrak eden Türk mücahitleri, Türk mukavemetçiler bayrağı selamlıyor gururla. Ankara yanımızda. Yegâne gücümüz ve dayanağımız güzel Ankara, Türkiye’miz, Anadolu’muz, öz kardeşlerimiz ses veriyorlar bize işte. 20 Temmuz’da dakikalar geçmiyor yine tıpkı o gün, Erenköy’de ihtar uçuşu yapacak uçakları beklediğimiz gün gibi. O gün gözlerimiz denizin ötesinde Toroslar’daydı, 20 Temmuz’da Girne Dağları’nda ve Girne Dağları’nın üzerinde uçaklar, uçaklardan yağan papatyalar (Türk Paraşütçüsü), denizden gelen top sesleri. Sıcak asfaltı öpüp şükrediyoruz Tanrımıza. Sıcak asfaltın tadı ne güzeldi o gün, ne güzeldi, uğrunda ölelim dediğimiz, ölürüz de Yunan’a vermeyiz dediğimiz o güzel toprak. Herkes sarmaş dolaş, herkes ağlaşıyor. Avusturyalı inzibat subayı iki avucunun içine alıyor elimi, “Sizi kutlarım Sayın Başkan... Artık kurtuldunuz.” diyor. Darbe başarılı geçseydi Türklere ne yapacaklarını biliyor Avusturyalı subay. Makarios yok artık, ama arkada bir miras bırakmış. Enosis uğrunda her şey mubahtır... Hiçbir şey günah değildir diye. Hele Türkleri öldürmek? Sevapların sevabı!”
İşte böylesi bir ortamda Kıbrıs Türkleri ana vatan Türkiye ve Türk askeri ile Bozkurtlaşarak Ergenekon Destanı’nın bir kez daha Kıbrıs’ta yaşamış ve yazmıştır. Denktaş Bey ise 13 Ocak 2012’de vefat etmiştir. Hasta yatağındaki son sözleri ise şu olmuştur: “Söyleyin onlara (Rum-Yunan ve tüm Dünyaya) ! Burası (K.K.T.C.) bağımsız bir Cumhuriyettir!”
Başta Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Raif Denktaş olmak üzere canlarını vererek şehit olmuş bütün Türk milletine ve hayatlarını kaybetmiş gazilerimize Allah’tan rahmet dileriz.
Mücahit Toros’un dediği gibi: “Kıbrıs Girit gibi olmasın diye Türklük için dayandık, dayanacağız.”
Unutulmaması gereken bir diğer önemli tarihî husus ise, Kıbrıs Ada’sı tarihin hiçbir döneminde Yunan devletine ait olmamış ve Türkler ne Kıbrıs’ı ne de herhangi bir adayı Yunan devletinden almamıştır.
Biz de diyoruz ki: “Kıbrıs tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür, yarın da Türk kalacaktır.”
Doç. Dr. Ergenekon SAVRUN