TÜRKİYE ŞEYTANİ KISKAÇTA

14 Mart 2016 17:00 Mehmet DEMİRKAN
Okunma
2987
TÜRKİYE ŞEYTANİ KISKAÇTA




Yer, Türkiye'nin kalbi. 
Genelkurmay Başkanlığıyla Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanlıklarının önünde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin hemen yanı başında bir bomba patladı.
Bu öyle bir patlamaydı ki yer ve zamanlama açısından bakıldığında Türkiye'nin nasıl trajik bir tablo ile karşı karşıya olduğunu, bilmem kaçıncı kez, Osmanlı tokadı gibi suratımıza aşk etti.
Kalbimizden vurulduk. Ama bundan da önemlisi, bu saldırı ile birileri bizi aşağılayarak meydan okudu.
Başbakan Davutoğlu birkaç saat sonra bugüne kadar görülmemiş bir hızla olayın failini açıkladı: PYD-YPG. Yani PKK'nın Suriye uzantısı…
Bunu Saray izledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Saldırının sorumlusu PYD. Dostlarımız artık herhâlde görür. PYD bir terör örgütü. Biz bunlara bir türlü anlatamadık." dedi. 
Ancak devletin en üstünün açıklamaları birkaç saat sonra PYD Eş Başkanı Salih Müslim tarafından reddedildi. Müslim, saldırıyı gerçekleştirdiği Davutoğlu tarafından açıklanan Salih Neccar'ın, PYD ya da silahlı uzantısı YPG ile hiçbir biçimde bağlantısının olmadığını söyledi.    
PYD tarafından bir de açıklama yapıldı. Bu açıklama yabancı basın organları tarafından derhâl manşetlere taşındı. "Türkiye, Suriye'ye askerî müdahale gerekçesi oluşturmak istiyor." 
Batılı medya organları Türk yetkililerin açıklamalarına değil, YPG'nin söylediklerine itibar etti.
Buna karşın Ankara hamlelerini sürdürdü. BM Güvenlik Konseyinin 5 daimî üyesi ile Almanya ve AB'nin Dönem Başkanı Hollanda Büyükelçileri Dışişleri Bakanlığına çağrılarak saldırı konusunda bilgilendirildi.
Sızan bilgilere göre büyükelçilere, saldırıda kullanılan patlayıcıların benzerlerinin PKK ve YPG tarafından kullanıldığı anlatılmıştı. 
Ancak bu brifingden sonra Waşington'dan gelen açıklamalar Ankara açısından tam bir hayal kırıklığıydı.
Obama'nın Ulusal Güvenlik Danışmanlarından Ben Rhodes, "Biz hükûmet olarak sorumluları belirleyemedik." dedi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby de, "Saldırıya ilişkin soruşturma sürüyor. Bizim için ucu açık…" dedi.
Yani stratejik ortağını ikna edememişti Ankara. 
Washington sanki bizden daha fazla bilgiye sahipti. Bir gün sonra saldırı PKK çizgisinde hareket eden, TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) tarafından üstlenildi. Yapılan açıklamaya göre saldırıyı da Abdülbaki Sömer adlı Van doğumlu bir terörist yapmıştı. Bu daha sonra DNA eşleşmesi ile doğrulandı.  
Erdoğan ve Davutoğlu tam anlamı ile açığa düşürüldü. Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Obama arasında bir de telefon görüşmesi yapıldı. Obama bu görüşmede hâlâ PYD'yi bombalamayı durdur diyordu Erdoğan'a.  
 
PYD DOST MU DÜŞMAN MI?
QUESTION : John, two simple questions, if I can. Do you see PYD as an ally or partner?
MR KIRBY : PYD.
QUESTION : Yeah. Do you see PYD as an ally or partner? 
MR KIRBY : The-we see Kurdish fighters on the ground that have been successful against DAIS as an important partner in this fight.
Bu diyalog, ABD'li bir gazeteciyle Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü arasında geçti. Soru net. PYD düşman mı, yoksa ortak mı? Cevap da çok açık: PYD önemli bir ortak.
ABD ve Rusya'nın paylaşamadığı YPG ya da silahlı uzantısı YPG konusunda bir süre önce tavır değiştiren ve bu yapıyı düşman ilan eden Ankara, Şubat ayında bütün gemileri yakma pahasına en üst düzeyde açıklamalar yapmaya başladı.  
Olaylı Güney Amerika gezisinden dönüşünde beraberinde götürdüğü gazetecilere konuşan Erdoğan, açtı ağzını yumdu gözünü.
ABD Başkanı Obama’nın IŞİD karşıtı koalisyondaki özel temsilcisi Brett McGurk’un Kobani'de PYD'yi ziyaretine tepki gösteren Erdoğan, “Cenevre temsilcilerinin olduğu dönemde PYD gelemiyor, o kalkıyor Kobani’ye gidiyor. Biz nasıl güveneceğiz? Ben miyim senin ortağın, yoksa Kobani’deki teröristler mi?” dedi. 
Bunun üzerine ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby de bir kez daha “Biz, PYD’yi terör örgütü olarak tanımlamıyoruz.” dedi. 
Yani Türkiye ne yaparsa yapsın, ABD'nin PYD'ye karşı duruşu değişmedi. Çünkü Suriye'de şu anda o güce ihtiyacı var. Ayrıca bu kozu Ruslara kaptırmak da istemiyor. 
Aslında daha önce kullanabiliriz diye eş başkanı ile bazen açık, bazen gizli görüşmeler yaptığımız (hem de en üst düzeyde) PYD, Orta Doğu satrancında sadece bir piyon. Tıpkı bizim itildiğimiz durum gibi.
Buna karşlık PYD’nin büyük hayalleri var. PYD Suriye’de önce Kürt özerk bölgesi kurmak, ardından da sınırlarını Akdeniz kıyılarından Irak sınırlarına kadar uzatmak istiyor.
Ancak bu durum Türkiye’nin yeni dönemde izlediği politikalar açısından tam bir açmaz. Suriye’de oluşacak bir Kürt koridoru, hele bir de Irak’ın kuzeyini de içine alırsa, bu bölgede defakto yeni bir ülke demek. İşte Türkiye’nin kâbusu...
Şu anda gelişmeler tamamen Türkiye’nin aleyhine. PYD hem ABD’nin hem Rusya’nın hem de Avrupa’nın desteklediği bir unsur.
 
ATEŞKES ÖYLE Mİ?
İşlerin iyice sarpa sardığı bir dönemde ABD ile Rusya bir kez daha ortalığa dökülüp Suriye’de ateşkes olacağını açıkladılar. IŞİD ve Kaide’nin uzantısı el Nusra’nın dışındakilerin arasında bir ateşkes. Mümkün mü? Zor gibi görünüyor.  
Yaklaşık 5 yıldır süren savaş, 22 milyonluk Suriye’yi tamamen yok etti.
5 milyon insan mülteci durumuna düştü. 7 milyon kişi ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı. 
Bu arada 300 binden fazla insan da öldü. 
İşte bu duruma getirilen Suriye’de ateşkes… Üstelik ABD’nin koordinasyonunda…  
Oysa işin bu noktaya gelmesinin en büyük sorumlulardan biri, yapamadıkları ya da vekâleten yaptırdıklarıyla ABD…
ABD önce Esad karşıtı muhalifleri destekledi. Onlara el altından silah ve mühimmat verdi. Aracı ülke Türkiye’ydi. Ancak iş kontrolden çıktı. Suriye’de radikal İslamcı silahlı gruplar etkinliğini arttırmaya başladı.
İşte bu noktada ABD politikalarında makas değiştirdi. Çünkü Esad rejiminden daha büyük bir bela ile karşı karşıya olduklarını anladılar.
2012’nin başından itibaren Washington Esad’lı geçiş süreci demeye başladı.
Türkiye işte tam burada kaybetti. ABD’yi de ikna ettiğini sandığı politikalarında milim ödün vermeden yola devam etti.
Türkiye seçtiği yolda kaosa doğru sürüklenirken “Orta Doğu’da Amerikan kara birlikleri olmayacak.” felsefesini benimseyen Obama’nın Suriye’deki vekâlet savaşında yeni çözüm ortağı artık Kürtlerdi.  PKK’nın Suriye kolu PYD ve askerî uzantısı YPG, ABD’nin kara gücüne dönüştü.
Durum böyleyken ABD tabii ki YPG’yi Türkiye’ye tercih etti.
 
 AB’NİN İZLEDİĞİ REZİL POLİTİKA  
Suriye’de büyük insanlık ayıbı yaşanırken Avrupa uzunca bir süre yaşananları vurdumduymaz bir eda ile izledi. Ancak Suriye bir süre sonra Avrupa’nın da kapısına dayandı. O andan sonra AB ülkelerinin  tek derdi Suriyeli mülteciler oldu.
Yaşananlar, Avrupa açısından tam bir rezillik. Avrupa öylesine ikiyüzlü ki bir yandan Türkiye’ye sınırlarını Suriyeli mültecilere açması telkininde bulunuyor diğer yandan kendi sınırların korumak için büyük çaba sarf ediyor. Çift sıra tel çitler, sınırlar boyunca askerler ve gerek duyulan yerlere yapılan duvarlar… 
Bu arada Türkiye’ye rüşvet vermeyi de ihmal etmiyor. Biz de hiç utanmadan alıyoruz.
Aslında AB için Türkiye yok değerinde. Örneğin Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn, Türkiye’yi uyardı ve Rusya karşısında NATO’nun Türkiye’yi desteklemeyebileceğini açık açık söyledi.
Yaşananlarda Türkiye’yi yönetenlerin payı çok büyük…
Türkiye birkaç yıldır izlediği dış politika ve içerden dışarıya verdiği görüntü ile bütün itibarını sıfırladı. Avrupa’da yapılan bütün analizler, Türkiye’nin Orta Doğu bataklığına sürüklendiği ve layığını bulduğu yönünde.
Hatta öyle ileri gittiler ki Türkiye, AB’nin bekçi köpeği şeklinde karikatürize edilir oldu. 
 
BATI SEYRETTİ OYUNU RUSYA KURDU 
Suriye’de şu anda gelinen nokta Rusya’nın adım adım izlediği politikaların izini görüyoruz. 
Uzun süre diplomatik hamlelerle Esad rejimini koruyan Rusya, savaşa IŞİD’e karşı terör mücadelesi bahanesi ile girdi. Askerî yığınağın ardından IŞİD’i vuruyormuş izlenimi vererek muhaliflerin üzerine bomba yağdırmaya başladı.
Rusya bombalarken rejim güçleri de kaybettiği yerleri bir bir geri aldı. Son nokta da muhaliflerin kalesi durumundaki Halep...
Ancak Türkiye bunu hiç istemiyor. Biliniyor ki Halep düşerse muhalifler dağılacak, Esad kazanacak.
Bu yüzden de Halep yolundaki en stratejik nokta olan Azez’in düşmemesi için Türkiye elinden geleni yapıyor. Rusya’nın tehdidi sebebiyle havadan müdahale edilemese de bölge sürekli top atışı altında.
İşte tam bu sırada ateşkes deniyor. Rusya bu hamlenin hemen öncesinde, Suriye’ye ortak harekât yapacağımız Suudi Arabistan ve Katar’la da görüşüyor. Onların onayları alınıyor. Bu arada Türkiye’yi ne arayan var ne de soran.  
Başkentinde ardı ardına bombalar patlayan, güneydoğusunda sanki bir iç savaş yaşanan Türkiye’nin eli kolu bağlı. Kuşatılmış, kıpırdayamayacak hâlde. Müdahil olması gerekenleri sadece izliyor.  
Bu arada Suriye’ye girme hayalleri tersine dönüyor ve Suriye Türkiye’ye giriyor. Para karşılığı Avrupa’dan kabul ettiklerimizle birlikte yaklaşık 4 milyon Suriyeli mülteciyle baş başayız artık.