2015’in Kasım ayında Fransa'nın başkenti Paris, eş zamanlı gerçekleştirilen silahlı ve bombalı saldırılarla kana bulanmıştı. Mart ayında ise Avrupa Belçika’ya yapılan saldırıyla bir şok yaşadı.
Dünyayı şoke eden ve olağanüstü hâl ilan edilmesine yol açan terör saldırılarında Fransa’da 140, Belçika’da 34 insan hayatını kaybetti. Saldırıyı IŞİD adlı terör örgütünün yaptığı ortaya çıktı.
Bu olaylar üzerine bir düşünün. Örneğin Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande çıkıp “Ülkemizde bir mesele var, bu meselenin adına ne derseniz deyin, ancak bu meseleyi çözüme kavuşturmamız gerekir.” diyerek bir çözüm süreci başlatsaydı. “Biz Fransa olarak 1879’da “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” sloganıyla yola çıkarak Fransız İhtilali’ni yapmış bir milletiz. Bir millî birlik ve kardeşlik sürecine ihtiyacımız var.” deseydi… Sırayla süreç, çözüm vs. gibi adlarla süreci devam ettirseydi…
Süreç devam ederken Fransa Cumhurbaşkanı’nın IŞİD ile görüştüğü ortaya çıksaydı ve Cumhurbaşkanı farklı tarihlerde şu açıklamaları yapsaydı:
“IŞİD ile biz görüşmedik. Görüştüğümüzü söyleyenler şerefsizdir.”
“Terör örgütü IŞİD ile biz görüşmedik. Devlet görüştü.”
“IŞİD ile görüşen arkadaşı ben gönderdim. Sıkıntısı olan bana söylesin.”
“IŞİD ile Fransa Uluslararası Gizli Ajan Servisi (DGSE), gibi kurumlar aracılığıyla görüşmeler yapılıyor, bu tür görüşmeler devam ediyor.”
“Halkımın IŞİD sürecine bakışı çok olumlu, yaptırdığım kamuoyu araştırmalarında bunu görüyorum.”
“Biz çözüm için her yola başvururuz. Baldıran zehrini içmekse biz o baldıran zehrini içeriz, yeter ki bu ülkeye huzur gelsin.”
Sonra bu arada mesela Versay Sarayı’nda Fransa ile IŞİD arasında 10 maddelik bir mutabakat imzalansaydı…
Ve Hollande açıklamalarına devam etseydi…
“Ben oradaki (Versay Sarayı) toplantıyı doğru bulmuyorum. Açıklanan 10 maddelik metne gelince; o metinde bir demokrasi çağrısı yok. Bu metnin demokrasi adına neresini kabul edeceğim?”
“Artık ‘IŞİD sorunu var.’ demek ayrımcılıktır. Suriye illegal yollarla işimizi sıkıntıya soktu. Çözüm sürecinde karşı karşıya oturulan bir masa yok. Olması, devletin çökmesi anlamına gelir. Çözüm sürecinde taraf yoktur, devlet vardır.”
Örnekler çoğaltılabilir. Acaba Fransa’da bunlardan sadece biri yaşansaydı, ne olurdu?
Fransız halkı 1879’daki gibi yeni bir ihtilal yapar mıydı, bence yapardı.
Yukarıda sayılanların benzerlerinin tamamı bizim ülkemizde yaşandı ve söylendi.
Hatırlanacağı üzere; cebir ve şiddet içermeyen terör faaliyetlerini övmek, bunların propagandasını yapmak, bildiri ve açıklamalarda bulunmak 4. Yargı Paketi ile AKP marifetiyle suç kapsamından çıkarılmıştı.
Terörle mücadele yönetimi, bombanın patladığı yerde bombacının öldüğü kısma sırtını dönerek karanfil bırakmaktan ibaret olmamalıdır.
Devleti ve milleti bölmek gibi bir özgürlük ve demokrasi alanı olamaz.
Bölücü zihniyetlerin demokrasinin sunduğu geniş imkânları kullandığı görülmektedir. Bölünmeyi ve terörü demokrasiye tercih edemeyeceğimize göre, bölücülüğün istismarına açık zaaflar ortadan kaldırılmalıdır.
Ne diyor Fransız yazar Victor Hugo: “Paris'te bir insan öldürülürse bu bir cinayettir, Doğu’da elli bin insan boğazlanırsa bu sadece bir meseledir.”
Türkiye’nin eski bir Cumhurbaşkanı ne diyordu: “Meseleleri mesele yapmazsak, ortada mesele kalmaz.”
Yazının konusu Belçika saldırısıyla ilgili seçildi, yakın zamanda vuku bulan Fransa’daki terör olayları da örnek olarak kullanıldı. Bu sebeple Murat Bardakçı bu hafta köşesinde yazdı. Türkiye’deki ilk bombalı saldırıda kullanılan bombanın imalatçısı da bir Belçikalıydı. “Eden bulur.” kolaycılığından istifade etmek istemiyorum, terörü de asla tasvip etmiyorum. Ancak ülkemizde terör faaliyetleri içerisinde olan PKK’ya başkentiniz Brüksel’de çadır kurdurtursanız, teröre o ya da bu şekilde destek olursanız, imal ettiğiniz bomba böyle elinizde patlar.
Bize gelince 111 yıl önce bu olay meydana geldiğinde, “Ey şanlı avcı damını bihûde kurmadın. Attın fakat yazık ki yazıklar ki vurmadın.” diyen vatan hainleri o gün de vardı, maalesef bugün de var.