Anayasa ve Anayasacılık, Batı kökenli kavramlardır. Bunların temelinde hak ve özgürlük talepleri ile parlamentoculuk hareketleri yatar. Ancak günümüzün yeni Anayasa talepkârları, yeni Anayasa üzerinden bir dikta rejimi oluşturma heves ve gayretindedirler.
Anayasa tartışmaları 1808 tarihli Senediittifak’la başlatılmıştır. Osmanlı’nın ilk Anayasa’sı kabul edilen Kanunuesasi 1876 yılında ilan edilmiş, ancak Anayasa tartışmaları nihayet bulmamıştır.
Türk milleti, 200 yıldan fazla zamandır Anayasa tartışmalarına şahit olmaktadır.
Herkesin oy birliği ile benimsediği, görüş ayrılıklarının olmadığı bir Anayasa henüz yazılamamıştır. Yazılması da imkân dâhilinde görünmemektedir.
Anayasa tartışmaları farklı dönem ve tarihlerde tekrar gündeme gelmektedir. Her kesim kendi siyasi ve ideolojik dünya görüşüne göre bir Anayasa modeli önermektedir.
Sanki Anayasa değişince veya yeni bir Anayasa yapılınca Türkiye bütün meselelerinden arınacaktır. Anayasa “sihirli bir değnek” gibi bu sorunların üstesinden gelecektir. Her dönem Anayasa tartışmaları zuhur ettiğinde bunun propagandası yapılmıştır.
Aslında Anayasalar toplumsal mutabakat metinleridir. Anayasa birlikte yaşamanın sınırlarını çizen, asgari kurallarını tescil eden hukuki, siyasi ve idari teşkilatlanmanın teyit edilmiş, kararlaştırılmış hâlidir. Önce mutabakat, sonra da bunun yazıya dökülme safhası gelmektedir.
Yeni bir Anayasa’ya ihtiyaç duyulduğu hakikat olmakla birlikte Anayasa bütün meseleleri çözmeyecektir. Öte yandan Anayasa’dan Türk kimliğinin çıkarılarak bütün etnik grupların aynı olacağını ifade etmek ve Türklüğü bir etnisite seviyesine indirgemek, en hafif tabirle aymazlıktır.
Sultan Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan hatıralarında, “İmparatorluk ayrı bir devirdi, fakat o da Türk’ün idi; bugünkü Cumhuriyet de Türk’ün malıdır.” diye yazıyor. Türk’ü bir etnisite seviyesine indirmeye çalışan seviyesizlere de en güzel cevabı veriyor.
Eğer bir toplumsal uzlaşma aranıyorsa toplumsal uzlaşmanın bir tarafında terör ve şiddet olamaz, olmamalıdır. Silahların gölgesinde yeni bir Anayasa yürürlüğe konamaz konulursa yeniden eline silah alacak olanlar yeniden bir Anayasa talep edecekler, bu kısır döngü devam edecek, bu tartışma yüzyıllarca daha sürecektir.
Ziya Nur Aksun, “Dündar Taşer’in Büyük Türkiye’si” adlı eserinde Dündar Taşer’in ağzından anlatıyor:
“1960 Hareketi’nde biz, on seneden beri propagandası yapılan Anayasa değişikliği ile bir şeyler yapılacağını, bir ilerici hamleye vücut vereceğimizi sanıyorduk. İtiraf edeyim ki ben de bu telakkide idim. Herhâlde iyi bir Anayasa yapılırsa ileri memleketlerin seviyesine gidilebilecek bir yola gireriz sanıyordum. Bu telakkiyi kınamayın. Çünkü bizim münevverimizin umumi kanaati budur.
Bir ileri Anayasa’ya sahip olursak büyük devletlerin seviyesine geliriz zannı, hâlâ aydınlarımızın ekserisinin düşüncesidir. Bu garip oyuncakla oynayıp duruyoruz. Bunun içindir ki 1960 Hareketi’nin ertesi günü İstanbul’dan bir profesörler heyetini davet ettik. Onları hürmetle ve ayakta karşıladık.
Onlara karşı böyle bir hürmetle dolu idik. Bu, ne de olsa ananelerimizden gelen bir şeydi. Ümeranın ulemaya hürmeti gibi idi. Türkiye’de çok şey değişmişti ama değişmeyen böyle şeyler de vardı.
‘Bize bir Anayasa yapın.’ teklifinde bulunduk. Onlar, ‘Nasıl bir Anayasa istiyorsunuz?’ diye sordular.”
Maalesef ülkemizdeki Anayasa telakkisi de budur. İhtiyaca binaen Anayasa hazırlanır, lazım geldiği şekilde yazılır. Toplumsal mutabakat sözde ifade edilir, ancak kesinlikle böyle bir hassasiyet gözetilmez.
Kanunuesasi’nin yeniden yürürlüğe konduğu II. Meşrutiyet’i kutlamak maksadıyla yapılan gösteri ve toplantılarda “Padişahım çok yaşa!” nidaları duyuluyordu. Bu durum, Türk Anayasa tarihi açısından manidardır. Aradan geçen 108 yıla rağmen değişen çok da bir şey yoktur.
Yeni Anayasa’dan önce lazım olan, devlet ve millet sevgisi ile şuurlanmış kafalardır. Maalesef bugünkü idarecilerimizde bunu görmek mümkün değildir.