Üç hilal jeopolitiği olarak adlandırdığımız Osmanlı bakiyesi olan coğrafyalarda Türk hâkimiyetinin sona ermesinden sonra maalesef azap, kan ve gözyaşı dinmedi. Yaklaşık 100 yıldır Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu istikrarsızlıklar ve iç çatışmalarla uğraşmakta, bu bölgelerde yaşayan Türkler soykırıma uğruyor.
Osmanlı sonrasında huzurlu tek bir günü geçmeyen Orta Doğu’da ve özelde yanı başımızdaki Suriye’de siyasi istikrarsızlık ve kaos had safhaya ulaştı.
Bölgemizde yaşanan ve ne yazık ki ülkemizin Suriye’nin içişlerine müdahale etmesiyle, komşu ülke Suriye’de iç savaş her geçen gün şiddetini arttırıyor. Suriye’de yaşanan iç savaş, küresel aktörlerin dâhil olmasıyla uluslararası bir boyut kazandı. Bölgede söz sahibi olmak isteyen Rusya’dan, İran’a, ABD’den Çin’e küresel güçler; doğrudan ya da dolaylı olarak bölgede faaliyet yürütüyor.
Suriye pastasının dilimlendiği bölgede katliamlar ve göçler artarak devam ediyor. IŞİD zulmü ve Esad canisi arasında zor günler geçiren soydaşlarımızı havadan da Rus uçakları bombalıyor.
Bu bağlamda hava sahamızı ihlal eden ve soydaşlarımıza bomba yağdıran Rusya’ya ait bir uçak Hava Kuvvetlerimiz tarafından düşürüldü.
Düşürülen Rus uçağının ardından gerilim ve karşılıklı ekonomik ambargo uygulamaları gündeme geldi. Maalesef ülke yönetim sorumluluğunu elinde bulunduranlar haklı oldukları meselede bile net tavır ortaya koymaktan âciz açıklamalar yaptılar.
Ülke içindeki ezelî devlet ve millet düşmanlarının Rus uçağının düşürülmesinden dolayı ülkemizi suçlama hadsizliğine ve ihanetine şahitlik ettik. Boğaz’dan geçen Rus donanmasına ait bir gemiden omuza alınan bir füzenin gösterilmesiyle Rusya’nın tahriklerine yenisini ekleyen sorumsuz ve ahlaksız bir hareketi gördük. Ancak haklı olarak düşürülen uçak olayı dünya kamuoyuna iyi anlatılamadığı gibi, yapılan onca hadsizliğe hâlen herhangi bir ciddi cevap verilebilmiş değil.
Olayın hemen ardından Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan resmî açıklamada; Türk hava sahasını ihlal eden milliyeti bilinmeyen bir uçağın defalarca ikaz edilmesine rağmen Türk hava sahasını ihlal ettiği ve angajman kuralları çerçevesinde bu uçağa müdahale edildiği kamuoyuna açıklandı. Sözüm ona bu büyük muzafferiyeti, aralarında pay edemeyen devlet ricali ise ardı ardına açıklamalarla “Rus” uçağının düşürüldüğünü ilan etti.
Millî bir mesele olan egemenlik haklarımızın korunması iç siyasete alet edilmek istendi. Daha sonra ülkemizin yetkililerinin tenakuzlarla dolu açıklamaları birbirini izledi. Bir gün, “Yine vururduk.”; diğer gün “Rus uçağı olsa farklı davranırdık.”, bir gün; “Üzüldük.”, diğer gün; “Gereğini yaptık.” sözleri ne diplomasi ile ne de devlet ciddiyetiyle açıklanacak ifadelerdir.
Türkiye hariciyesi; geleneği olan, köklü bir kurumdur. Her ne kadar son dönemin siyasi galipleri hariciyecileri “monşer” olarak tanımlayıp bir aşağılama psikolojisine girseler de zaman gösterdi ki dış politika akademisyen işi yani teori değil; bizatihi kendini iyi yetiştirmiş, alanda yetişmiş hariciyeci işi yani pratiktir.
“Stratejik Derinlik” adı altında zekâyı, millî menfaati, öngörüyü derinlere gömen Davutoğlu, “Küresel Bunalım” adı altında küreyi bunalttı ve dost olduğumuz hiçbir komşu ülke bırakmadı. Şu an dış politikamızı yönetenlerin dış politika bilgileri körlerin birer ucundan yakaladıkları fil hakkında söyledikleri gibi. Söyledikleri her ne kadar kısmen doğru olsa da sadece bir parça için geçerli yetersiz, eksik ve yarımdır; bu hâliyle de hiçbir işe yaramıyor.
Sun Tzu, Savaş Sanatı adlı eserinde der ki “Savaş sanatı stratejisi ne yapacağını ve ne zaman yapacağını bilmek kadar, ne yapmayacağını ve ne zaman yapmayacağını da bilmekle ilintilidir.”
Ülkeyi yönetenler hamasi nutuk atmayı bir kenara bırakıp reelpolitikle dış politika üretmelidirler. Ülke menfaatleri doğrultusunda daha önce aşağılamaya kalktıkları, tecrübeli hariciyecilerden fikir almalı ve ülkeyi düştüğü açmazdan kurtarmalıdırlar.
Şu an Türkiye psikolojik olarak Rusya karşısında yenik durumdadır. Rusya’da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına yapılan aşağılayıcı muamelelere ve yine aynı ülkede devlet eliyle eğitime gönderilen gençlere maalesef sahip çıkamadı. Neyse ki henüz vatandaşlarımız ya da öğrenciler hususunda vahim bir hadise yaşanmadı.
Gelişmeler gösterdi ki Rus uçağının düşürülmesinden sonra başlayan kriz hem uluslararası dengeleri hem bölgesel gelişmeleri hem de enerji trafiğini yeniden şekillendirecek.
Rusya ile yaşanan kriz; birçok konuda olduğu gibi, enerji konusunda dışa bağımlılığımızı ve hazırlıksızlığımızı ortaya koydu.
1987’den bu yana Türkiye’nin gündeminde olan ancak bir türlü nihayete erdirilemeyen Tuz Gölü Doğal Gaz Depolama Projesi yine bir krizle gündeme geldi. Şayet kriz aşılırsa yine tarihin tozlu raflarına gömülecek. Her krizde dışa bağlı kalmak, tavizler vermek ve kullanmasak bile ülke olarak alım teminatı verdiğimiz için ödemek zorunda kaldığımız doğal gaz paraları ise milletin cebinden çıkmaya devam edecek. Ne diyelim Allah bu ülkeye millî hükûmetler nasip etsin.
Son olarak bir hatırlatma yapmak istiyorum. İngiliz asıllı ABD’li Tarihçi Bernard Lewis, 2002’de yayımlanan Hata Neredeydi isimli kitabının 214. sayfasında şöyle diyor:
“Orta Doğu halkları bugünkü yollarında giderlerse intihar bombacısı bütün bölgenin eğretilemesi olup çıkabilir ve aşağıya doğru ilerleyen, önünde sonunda yeni bir yabancı egemenliğine -belki eski usullerine dönen yeni bir Avrupa’nın, belki dirilen bir Rusya’nın, belki de doğudaki yeni, yayılmakta olan bir süper gücün egemenliğine- varacak bir kin ve nefret, hınç ve kendine acıma, yoksulluk ve baskı sarmalından kurtuluş olmaz. Yok, yakınmayı ve kurban rolünü bırakıp ayrılıklarını çözer, yeteneklerini, enerjilerini ve kaynaklarını ortak bir yaratıcı uğraşta birleştirirlerse, Orta Doğu’yu Eski ve Orta Çağlarda olduğu gibi modern çağlarda da bir kez daha büyük bir uygarlık merkezine dönüştürebilirler. Seçmek şimdilik kendi ellerinde…”
2002’de, seçmek kendi ellerinde miydi burasını sormak gerekir? Özellikle Suriye’de rejime karşı ilk tepkinin başladığı kent olan Humus, şimdilerde hayalet şehir görünümde. Lewis’in “dirilen Rusya” tanımlaması bugün bölgede Türkiye’nin karşısında büyük bir tehlike olarak duruyor. Keşke dış politikamızı yönetenler Davutoğlu’nun dış politikalarına gösterişli isimler aramak yerine Lewis’in ikazlarını okumuş olsalardı.