MİLLÎ BEKAMIZ VE MÜLTECİ SORUNU
Nihat YAZAR
(Araştırmacı Yazar)
2010 yılında emperyalist bir proje olarak başlayan ‘’Arap Baharı’’ Suriye’ye de sıçrayarak iş savaşı tetiklemiş ve âdeta cehenneme dönen ülkede milyonlarca kişi memleketini terk etmek zorunda kalmıştı. Kendi çıkarları için Suriye’de iş savaşı kurgulayan emperyalist ülkeler, başta enerji kaynakları olmak üzere ülke zenginliklerini sömürebilmek ve hâkimiyet alanlarını genişletebilmek için Suriye üzerinde hesap yapıp birbirleriyle kıyasıya yarışırken söz konusu milyonlarca mülteciye sahip çıkmak olunca her zamanki ikiyüzlü, vicdansız ve hilebaz tavırlarıyla sadece duyarsız kalmakla yetinmemişler, bir ülkenin üstesinden gelemeyeceği boyutta devasa bir problemi Türkiye’nin kucağına bırakmışlardı.
Türkiye, elbette ki hem insani hem İslami açıdan hem de tarihî müktesebatına ve medeniyet tasavvuruna uygun olarak Suriyeli mültecilere sahip çıkmalı ve kucak açmalıydı; öyle de yaptı. Ancak, mültecilere yönelik sağlıklı, planlı bir programın yürütülememesi ve altyapı eksiklikleri bir yana, savaş mağduriyetiyle başlayan mülteci akınının süreç içerisinde kontrolsüz bir şekilde tam bir istilaya dönüşmesiyle birlikte bugün devasa bir probleme dönüştü. Kabul edelim ki hangi açıdan ele alırsak alalım bugün resmî rakamlara göre 5 milyonu aşan mülteci meselesi ülkemizin en önemli sorunlarının biri olduğu gibi millî güvenliğimiz ve geleceğimiz açısından da büyük bir tehdit olarak karşımızda duruyor. Öncelikle milyonlarca göçmenin içerisinde ne kadarının Ermeni kökenli, ne kadarının PKK-YPG-PYD ve başkaca terör örgütleriyle bağlantılı, kaç kişisinin yabancı istihbarat servislerinin kontrolünde olduğunu bile bilmiyoruz. Ama bu konuda ortaya atılan iddialar bir yana, bazı mültecilerin daha önce yaşanan canlı bomba katliamlarında yer aldığını, bazılarının terör olaylarına karıştığını somut olarak biliyoruz. Ülkemizin huzur ve güvenliğini, birlik ve dirliğini bozmak için emperyalist ülkelerin her türlü oyunu sergileyebildiği ve terör örgütlerinin hedefinde olduğu bir tabloda böylesine provokasyona açık bir konunun millî güvenliğimiz açısından büyük bir risk oluşturduğunu kimse inkâr edemez.
Diğer yandan, şimdiden eğitimsiz ve kontrolsüz mültecilerin dilencilik, gasp, hırsızlık, uyuşturucu ticareti gibi birçok alanda suç örgütleri oluşturduğunu, sokak çeteleri kurduklarını, işlenen suç oranlarında her geçen gün ciddi artışlar olduğunu dikkate alırsak, bu konunun ülkemizin geleceği açısından ne denli önemli bir tehdit oluşturduğu ortadadır. Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mersin, Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Batman gibi mülteci yoğunluğunun çok olduğu şehirlerde millî kültür ve dokumuz tamamen tahrip edilmiştir. İstanbul’un bazı semtleri de dâhil mültecilerin yoğun bulunduğu birçok vatan topraklarının Türk yurdu olduğuna dair neredeyse hiçbir işaret kalmamıştır. Bugün dahi millî kültür ve kimliğimizi tehdit altına almış olan bu husus geleceğimiz açısından çok daha vahim sonuçlar doğuracak bir millî beka sorunudur. Özellikle de mültecilerdeki nüfus artış oranının bizden iki üç kat daha fazla olduğu dikkate alınırsa bu sorunun sadece millî kimliğimizi tahrip etmekle kalmayıp, riskli siyasi sonuçlanın da olacağı ortadadır. Ülkemizin kendi ihtiyacı varken mülteciler için on milyarlarca para harcaması bir yana, bu konuların her biri millî bekamızı doğrudan tehdit eden hususlardır. Türk milleti, bir medeniyetin mirasçısı olduğu kadar yeni bir medeniyet inşa ederek adil bir dünya nizamı kurma ülküsü olan büyük bir millettir. Kadim Türk Devleti, 2053-2071 hedefleriyle cihan devleti ülküsünü Kızılelma olarak kabul etmiştir.
Elbette ki büyük Türk milleti olarak bütün mazlum milletlerin yanında olacağız, ezilen, sömürülen milletlere sahip çıkacağız. Yerinden, yurdundan edinilmiş milletlere kucak açacağız. Ancak, tarih bize defalarca öğütlemiştir ki Türkiye her şart altında güçlü olmak, güçlü kalmak zorundadır. Türkiye’mizi göz bebeğimiz gibi korumak, göz bebeğimiz gibi millî bekamızın üzerinde titremek zorundayız.
Türkiye zarar görürse bütün mazlum devletler zarar görür, Türk milleti zarar görürse başta Müslüman milletler olmak üzere bütün mazlum milletler zarar görür. Unutulmamalıdır ki hiçbir husus, millî bekamızdan, ülkemizin huzur ve güvenliğinden, devletimizin varlığından, milletimizin dirliğinden öncelikli olamaz. Bizim gelecek hedeflerimizden, Kızılelma ülkümüzden daha önemli olamaz. Onun için, millî bekamız ve gelecek hedeflerimiz açısından büyük bir risk oluşturan başta Suriyeliler olmak üzere mülteci problemine bir an önce çözüm bulunmalıdır. Maddi maliyeti neye mal olursa olsun, mülteciler, başta ‘Güvenli Bölge Koridoru’’ olmak üzere ülkelerine geri gönderilmelidir.
Unutulmamalıdır ki, mazlum milletlerin sığınabileceği bir Türkiye vardır ama Türk milletinin sığınabileceği Türkiye’den gayrı hiçbir liman yoktur!