ABD ve AB, TÜRKİYE’YE NİYE BU KADAR ÖFKELİ?

08 Şubat 2021 13:09 Nihat YAZAR
Okunma
953
ABD ve AB, TÜRKİYEYE NİYE BU KADAR ÖFKELİ?

ABD ve AB, TÜRKİYE’YE NİYE BU KADAR ÖFKELİ?
ABD Senatosu Türkiye’ye karşı 12 maddelik bir yaptırım paketini onayladı. Görünen gerekçeleri Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemini satın alması. Aynı tarihlerde AB de Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin Türkiye’ye yaptırım uygulanması talebini tartışıyordu. Şimdilik AB Zirvesinden önemli bir yaptırım kararı çıkmasa da önümüzdeki aylarda bu konunun AB’nin gündemini sıkça meşgul edeceği anlaşılıyor. Peki, 60 yıldır kapısında beklediğimiz bir medeniyet projesi olarak takdim edilen AB’nin Türkiye’ye karşı bu tavrının altında ne yatıyor? AB’nin oldum olası Türkiye’ye çifte standart uyguladığını, samimi davranmadığını sayısız örnekleriyle yaşadık, gördük. Ancak, özellikle son 4-5 yıldır AB’nin Türkiye’ye karşı olan tutumu, çifte standartlı yaklaşımını da aşarak hasmane bir tavra dönüştüğü de ortada. Sözde stratejik müttefikimiz ABD’nin de son yıllardaki yaklaşımı farklı değil. Millî güvenliğimizi doğrudan tehdit eden PYD-YPG terör örgütlerine karşı başlattığımız mücadelede ve sınır ötesi harekâtlarda hepsi birden karşımıza dikilmekle kalmayıp, PYD-YPG terör örgütlerine açıktan silah yardımı da dâhil her türlü desteği verdiler, veriyorlar. Vatan bütünlüğümüzü ve bekamızı doğrudan tehdit eden ve Türkiye’ye 40 yıldır kan kusturan PKK terör örgütüne karşı başlattığımız amansız mücadeleden de yine hepsi rahatsız. Hep birlikte yeniden PKK terör örgütüyle masaya oturmamızı istiyorlar. Keza, terör örgütünü açıktan destekleyen HDP’ye karşı anayasal çerçevede verilen mücadeleden de hoşnutsuzluklarını defalarca ifade ettiler. Batı, emperyalist amaçlarını gerçekleştirmek üzere binlerce kilometre uzaktan gelerek Libya’ya âdeta akbaba gibi çökerken, bizim birçok müşterekimiz olan ve millî güvenliğimizi ilgilendiren Libya’ya asker göndermemiz, Libya meşru hükûmetiyle iş birliği yapmamız da onları ciddi anlamda rahatsız etti.
Ermenistan’ın Azerbaycan toprağı olan Karabağ’ı işgaline BMGK’nin kararına rağmen 28 yıldır sessiz kalan ABD ve AB, Azerbaycan’ın kendi göbeğini kendi keserek işgal altındaki topraklarını kurtarması ve Ermenistan’ı bozguna uğratması da hepsini birden çılgına döndürdü. Tabii ki Türkiye-Azerbaycan iş birliğinin ve Türkiye’nin Karabağ’da oynadığı rolün de farkındalar. Yine 46 yıldır halka kapalı olan KKTC ait Maraş’ın açılması da Batı’yı aynı şiddette rahatsız etti. Uluslararası hukuka uygun olarak Doğu Akdeniz’de yaptığımız sismik sondaj çalışmalarına da her birinin ne denli büyük bir tepki verdiklerinin farkındayız. Haksız ve suçlu konumundaki Yunanistan’ı desteklemekle kalmayıp üzerimize kışkırttılar. Millî egemenlik meselemiz olan Ayasofya’nın ibadete açılmasından nasıl rahatsız olduklarını tuttukları yas ile gördük. Daha bunların sayısını çoğaltabiliriz. Batı’nın rahatsız olduğu ve Türkiye’yi hedef almasına sebep olan bütün bu hususlar doğrudan millî bekamızla ilgili. Bütün bunlardan çıkan tek bir sonuç var. Batı Türkiye’nin millî bekasını korumaya yönelik politikalarından memnun olmadığı ortada. Türkiye’nin tam bağımsızlıkçı millî politikalar uygulamasını istemiyor. Türkiye’nin yükselişi emperyalist Batı devletlerini ciddi anlamda kaygılandırıyor. Dört başı mamur güçlü bir Türkiye, bölgesel ve küresel ölçekte lider bir Türkiye hepsinin uykularını kaçırıyor. Onların istedikleri, AB kapılarında şamar oğlanına dönen, AB’nin önünde diz çöken, ABD’nin bir dediğini ikiletmeyen, IMF ve dünya finans kuruluşlarından para dilenen zayıf ve iradesiz bir Türkiye. Aslında Batı’nın ve emperyalist devletlerin Türkiye’ye karşı uyguladıkları bu hasmane tavırlar yeni de değil. Türkiye ne zaman ayağa kalksa ne zaman Kıbrıs Barış Harekâtında olduğu gibi millî bir politika ortaya koysa hem karşımıza dikilmişler. Batı’nın Türkiye’ye ve Türk milletine karşı bu tavırlarının sebebini çok daha derinlerde aramak lazım. Her şeyden önce üzerinde yaşadığımız Anadolu coğrafyası dünyanın en önemli jeopolitik konumuna sahip. Hem Asya’yız, hem Avrupa’yız, hem Orta Doğu’yuz, hem Kafkaslarız, Avrasya’yız.  Hem Akdeniz’iz hem Karedeniz’iz, bir ucumuz da Afrika’ya uzanıyor. Önemli bir enerji geçiş güzergâhı olduğumuz kadar, stratejik bir ticaret yolunun da tam merkezindeyiz. Böyle bir Jeopolitik konumda olan Anadolu toprakları aynı zamanda Batı’nın kültürel ve inanç değerlerinin de beşiği. Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, her karışından ayrı bir uygarlık fışkırıyor. Yani Batı ve emperyalist devletler için Anadolu Türklere bırakılmayacak kadar önemli ve kıymetli. Bunun dışında özellikle 1000 yıldır süregelen din ve medeniyet merkezli çatışmalarda bütün haçlı seferlerine İslam ve Müslümanlar adına neredeyse tek başına Türk milleti göğüs germiş.
Bu husus da Batı’nın Türk milletine ve Türkiye’ye karşı takındığı hasmane tavrın önemli bir sebebi. Ama Batı ve emperyalist devletlerin Türkiye’nin yükselişini engellemek için ortaya koydukları düşmanca tavrın altında, Türk milletinin, İslam’dan önce ve sonra kurduğu devlet ve imparatorluklarla tescillenmiş, dünyanın güç dengelerini değiştirebilecek kadar köklü ve güçlü bir millet olması yatıyor. Batı, Türkiye’nin sahip olduğu tarihîbirikim ve potansiyelini harekete geçirmesi hâlinde nelere kadir olabileceğini, dünyadaki güç dengelerini nasıl etkileyebileceğini tarihin sayfalarından çok iyi biliyor.
Türk milleti ayağa kalkarsa, Türkiye küresel bir güç olursa kurdukları emperyalist düzene çomak sokulacağının farkında. Geri kalmış devletlere ve mazlum milletlere uyguladıkları zulmün ve sömürünün son bulacağını biliyor. Turan coğrafyası başta olmak üzere, İslam coğrafyasında, Orta Doğu’da, Balkanlar’da, Afrika’da ve dünyanın birçok yerinde ciddi bir nüfuz alanı olan güçlü ve lider bir Türkiye’nin varlığını düşünmek bile bütün emperyalistlerin ve Batı’nın uykularını kaçırmaya yetiyor. İşte bütün mesele bu!