GIDA SEKTÖRÜNDEKİ KİFAYETSİZLİK

28 Ekim 2015 10:41 Dr. Yılmaz Sezgin
Okunma
1762
  GIDA SEKTÖRÜNDEKİ KİFAYETSİZLİK

 
 
Gıda rafının önünde durmuş hangi zeytini alacağım konusunda tereddütlerimi gidermekle meşgulken, sivil giyimli biri yanıma yaklaştı. Ben yardımcı olayım, dedi adam. Giyim tarzından dolayı market sahibi mi çalışan mı olduğu hakkında bir yargıya varamadığım şahıs, zeytin hakkında uzun uzun nutuk çekmeye başladı. Daha çok kimyasal işlemle karartılmamış zeytin arıyorum dedim. Doğal arıyorsanız size kuru sele zeytini tavsiye ederim. Bir de yağlı sele olmalı diye düşünmekten alamadım kendimi. Ya, bu nedir diye sordum! O, yağlı sele diye atıldı hemen satıcı rolündeki. Ben zeytini sormadım, ambalaj içindeki küfü soruyorum. Son kullanma tarihi geçmiş olmalı.
Adam kavanozu raftan aldı. İmha edeceğini zannediyordum. Çok çok iyimsermiş benim önyargım, onu anladım. Sonunda market çalışanı olduğuna kanaat getirdiğim adam; kavanozu altüst etti, birkaç kez çalkaladı ve tekrar raftaki yerine geri koydu. Hiç bozuntuya vermeden devam etti. Yağlı selenin hilesi hurdası çok olur, dedi! Sanki her şey normal ritminde devam ediyormuş gibi iyi bir pazarlamacı edasıyla hem de. Nedense bu davranışı beni hiç etkilemedi.
Kuyruk yağı doğranan tahtada yapılan salatayı yerken “hiç koku falan yok ve son derece leziz” diyen garsonu da gördüm. Sadece dışı değil iç bölgesinin tamamı doğal sarı rengi, küf nedeniyle beyaza dönüşen peyniri yerken “kaşar küf kokar” diyen tezgâhtarı da gördüm.
Emekçi bunu söyledikten sonra patronun ne düşündüğünü merak etmeye bile gerek duymuyorum. Denizanasıyla patatesi karıştırıp halka satan ve suçüstü yakalanan fabrika sahibinin kameraya çıkış söylemi ile şimdilik yetinelim.
“Vatandaş satın alıyor size ne oluyor!?”
İşin başından beri rafın önünde durduğum ve bir akrabamın önerdiği zeytin kutusunu aldım. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın duyarsızlığıyla tebessüm ederek satıcıya veda ettim. Benim yaşadığım topraklarda gıda sektörü eliyle, insan sağlığı üzerinde yaratılan terör neticesinde meydana gelen hastalıkların tedavisi için gereken maliyet, amaçlanan rantı kat be kat aşıyordu. Birilerinin doymaz bilmeyen hesap cüzdanları kabarsın diye zehir yavaş yavaş zerk ediliyordu.
Bize de öfkemizi tebessümle dizginlemek kalıyordu. Ne yazık ki gıda denetiminin evlere şenlik olduğu ülkemde bu tür aymazlıkların üzerine gitmeye kalkmak, enayilikle eşdeğer olarak kabul ediliyordu. Her yaptığı icraatla menfaat çetelerinin ekmeğine yağ sürmeye devam eden ve bunu da “İyi hizmet sunuyorum” ambalajıyla pazarlayan siyasal otorite, gıda sektöründe olduğu gibi bütün sektörlerde ahlaksızlığa göz yummaya devam ediyordu.
Nihayetinde bir zamanların Amerika’sında dillere düşmüş bir deyim olan “Altına hücum” efsanesi “Dalavereye hücum” nakaratıyla Anadolu’nun bozkırlarında yeniden hortluyordu.