Ünlü müzisyen İlham GENCER’den ilginç yorum: “TÜRKİYE’DE BÜTÜN DARBELER ŞARKILARLA YAPILMIŞTIR, SİLAHLARLA DEĞİL”

21 Kasım 2015 11:33 Ahmet Deniz AĞCA
Okunma
2991
Ünlü müzisyen İlham GENCERden ilginç yorum: “TÜRKİYEDE BÜTÜN DARBELER ŞARKILARLA YAPILMIŞTIR, SİLAHLARLA DEĞİL”

 

İlham Gencer, bir dönemin unutulmaz müzisyenlerinden… Eskiler, onu davudi ve romantik sesiyle hatırlar. İlham Gencer denince akla gelen hususlardan biri de “Bak bir varmış bir yokmuş.” adlı şarkıdır. Rahmetli besteci, şarkı sözü yazarı, aranjör ve şarkıcı Fecri Ebcioğlu 1961 yılında Bob Azzam'ın "C'est écrit dans le Ciel" adlı parçasına Türkçe sözler yazıp "Bak bir varmış bir yokmuş" adıyla bestelemişti. Yakın arkadaşı İlham Gencer'e söylettiği bu düzenleme, Türkiye’de olağanüstü ilgi görmüştü.  Ebcioğlu’nun bu şarkısıyla Türk Popu başlamıştı.  O tarihe kadar bu tarz parçalar yine Türk şarkıcılar tarafından ama orijinal dillerinde söyleniyordu.
İlham Gencer’i bir sanatçı olarak farklı kılan hususlardan biri de sıkı bir Türk milliyetçisi oluşu ve merhum Başbuğ Alparslan Türkeş’le olan yakınlığıydı. MHP ve Ülkücü Hareketle o kadar güçlü bir bağ kurmuştu ki “Bozkurt İlham Gencer” olarak anılmaya başlamıştı. 1980 öncesi yıllardaki MHP mitinglerinde meydanlar, İlham Gencer’in muhteşem sesiyle yankılanırdı.
Bozkurt İlham Gencer, tam anlamıyla bir ihtiyar delikanlı… 90’ına merdiven dayamasına rağmen performansından hiçbir şey yitirmemiş. Bugün hâlâ İstanbul’da aktif müzisyen olarak sanatını icra ediyor. Piyanosunun başına geçip şarkılarını seslendiriyor.
Kendisi de bir ses sanatçısı olan, aynı zamanda İlham Gencer’in basın danışmanlığını yürüten Sami Coşkun kanalıyla bu büyük ustaya ulaştık ve Yeni Düşünce için nostalji kokan, duygu ve idealizm yüklü bir röportaj yaptık.
 
- Efendim öncelikle bize bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyoruz.
Estağfurullah, seve seve. Benim için büyük bir mutluluk ve şereftir. Şu anda Kurban Bayramındayız. Bu röportaj bayram hediyesi gibi oldu teşekkür ederim.
- Bizim için de… Çok sağ olun. Türk halkı tarafından Türkçe sözlü pop müziği başlatan isim olarak biliniyorsunuz. Bize kısaca bu durumu özetleyebilir misiniz?
Efendim bir kere ben müzisyenim, sanatçı değilim. Bunu belirteyim. Siz de hiç bana sanatçı diye hitap etmediniz, teşekkür ederim. Çünkü sanatçı diye bir meslek yok. Benim bir mesleğim var, piyanistim. Viyolonist, baterist, gitarist, kanuni var. Meşhur Ahmet Yatman vardı mesela rahmetli oldu. Adamın mesleği, çaldığı enstrümana göre kanuni. Sağ olsa ve televizyona çıksaydı sunucu ona “Büyük sanatkâr Ahmet Yatman…” diyecekti. Ama o hemen itiraz ederdi. Bana da çok yaptılar televizyon programlarında… Hem de ciddi programlarda. Ben hemen kırmızı kartı gösteriyorum. Ben sanatçı değilim, diyorum. Eyvah yandık diyorlar. Yandık tabii. Neyse uzatmayalım. Ben Türkiye’de müzik hayatına, pop müziğine ilk olarak Türkçe sözlü Batı müziğiyle başladım. O zaman benden önce kimse yoktu. Benden sonrakiler de ben de, hepimiz yabancı söylüyoruz. 1949 yılında İstanbul Radyosuna girdim. 1962 yılında kadar her hafta cumartesi günü canlı yayın yapardım. Canlı yani playback değil. Spikerliğini kendim yapardım. Programın takdimini de kendim yapardım ve Türkçe şarkı söylemezdim. Söyletmezlerdi daha doğrusu. Çünkü denetim yoktu. O bakımdan ben bugün burada dünyanın her yerinden misafirin geldiği bu 5 yıldızlı otelde insanlara kendi lisanlarından şarkılar söylüyorsam o zamanki TRT dönemlerime borçluyum. Çünkü ben İngilizce caz okuyordum. Almanca benim zaten ortaokuldan, liseden öğrendiğim lisandı. Meraklıyım da. Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Japonca dünyanın hangi lisanından varsa Felemenk, Belçika, Hollanda hepsinin şarkılarını orada söylüyordum. Çünkü bıkıyor millet. Düşünebiliyor musun her hafta aynı İngilizce şarkı söylenince insanlar bıkardı. İşte bugün geldiğim yeri o zamanki TRT’nin bu yasaklamasına borçluyum. İyi ki yasaklamış. Şu anda da burada Almanca, Fransızca, İngilizce şarkılar söylüyorum ama muhakkak ardından bir Türkçe şarkı okuyorum. Mesela Arif Nihat Asya’nın dörtlüğünden bestelediğim, altın mikrofon yarışmasında finale kaldığım bir şarkı var. ‘’Yavuklu Binnaz’’. Bu kelimeyi hemen öğreniyorlar. Bir saniye diyorum “Siz Yavuklu Binnaz diyeceksiniz.” Müzik durunca beni dinlemeye gelen Fransız, İngiliz, Alman kim olursa Yavuklu Binnaz diyor. Zaten buraya hep yabancılar geliyor. Bazen de çok Türk geliyor. Burada Atatürk’ün kaldığı odayı görmeye geliyorlar. Ben de burada Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sini piyanoyu kapatmadan söylüyorum. Bu arada da onlara Türkçe şarkı Yavuklu Binnaz’ı öğretiyorum. Bin lisandan şarkı söylesem, benim için en güzel dil Türkçedir. TÜRKÇE BENİM SES BAYRAĞIMDIR. Bu Yavuklu Binnaz’ı 1972’de yaptım.
Gelelim ‘Bak bir varmış bir yokmuş’a… Rahmetli Fecri Ebcioğlu benim çocukluk arkadaşımdı. Hep bir araya gelir, sohbet ederdik. O, İstanbul’da Anadolu Hisarı’nda otururdu. Bir gün dedim ki “Fecri, Allah rızası için bir yabancı şarkıya Türkçe söz yaz. Onu da belki kısmet olursa ben söylerim.” Kısmetmiş işte. Şarkı ortaya çıkınca bir gün baktık ki gazeteler yazmış. Meşhur Fransız şarkıcısı Bob Azzam’ın grubuna ait “C'est écrit dans le ciel” diye Fransızca bir şarkı vardı. Fecri Ebcioğlu bunu Türkçeleştirdi. 1960 yılında İstanbul’a gelirken uçakta Yeni Harman sigara paketinin arkasına bu şarkının sözlerini yazmış. O zaman benim İstanbul’da Şişli Sinemasının üstünde Çatı Kulübü adında bir kulübüm vardı. O gece Fecri kulübe gelip şarkı sözlerini meşhur beyaz piyanomun üzerine koydu. Tabii ben şarkının Fransızcasını çok güzel söylüyordum. Şöyle bir göz gezdirdim, en ufak bir prozodi hatası yok. Çünkü bir şarkının prozodisi uymazsa onun tam karşılığı değildir. Ha şunu da belirteyim; Fecri’nin yazdığı sözler, Fransızca şarkının Türkçe karşılığı değildi. Ama oturtması yüzde yüzdü. Yerine oturursa zaten şarkı çok beğenilir. Mesela Fikret Şenes’in yazdığı sözlerle Ajda Pekkan’ın söylediği İtalyanca şarkılar... Onlar da hiçbir zaman tam karşılığı değildir.
Derhâl hiç fazla prova yapmadan söyledim. Bir alkış koptu benim kulüpte. Fecri’yi de çağırdılar. İkinci defa beraber söyledik. Hatta üçüncü defa da söyledik. Ondan sonra Odeon firması beni aradı. Hemen davet ettiler. Bir plak yaptık. Bu işi en güzel yapan bence rahmetli Fecri Ebcioğlu’ydu. Ayrıca onun yazdığı sözlerde Türk milletini rencide eden, rezil en ufak kelime yoktu. Her şey çok güzel bir şekilde dört dörtlük oturuyordu. O şarkıyı çalıştığım her yerde söylememi istediler. Hatta şimdi burada da istiyorlar. Benim piyanomun bulunduğu kısım, benim televizyon stüdyom. Adı: BİG TV. Herkesi topluyorum piyanomun etrafına ve sevilen şarkıları söylüyoruz. Yarışmalar yapıyorum. Kazananlara Sami Bey’in yazdığı kitabımı veriyorum. Böylece bu hikâye başladı.
 
- Bizimde çocukluğumuzdan beri bildiğimiz ve severek dinlediğimiz şarkılardan bir tanesi. Biliyorum ki nesiller de bu şarkı ile beslenecek ve bu şarkı ile büyüyecek.
Çok şükür Cenabıallah bana nasip etti ve ben bu şarkıyı okudum.
 
- Ajda Pekkan, Barış Manço, Fikrek Kızılok, Cem Karaca, Emel Sayın gibi ünlüleri Çatı Kulübünde sahneye çıkarmıştınız değil mi?
Fikret Kızılok’u hemen anlatayım. Cahit Oben dörtlüsü vardı. Bunlar İngiliz Beatles grubunun Türkiye’deki taklitçileriydi. Saçlarıyla, kılık kıyafetleriyle öyleydiler. Benim kulübüme geldiler, anlaşma yaptım onlarla. Hatta tek onları değil, herkesi kulübümde çalıştırdım. Onlar sağcı mı, solcu mu, sosyalist mi, komünist mi bakmıyordum. Çünkü ben bir insanın müziğine değer veririm. Kulağı varsa o insanı tercih ederim. Hatta ilk imtihan olarak piyanodan ses veririm. Eğer yaparsa onu alırım, hem şarkı öğretirim hem sahneye çıkartırım.
 
- İzin verirseniz “Memleketim” şarkısına geçmek istiyorum.
Memleketim şarkısı çok güzel. Ama ben memleket yerine vatan diyorum. Çünkü memleket benim doğduğum yerdir. Bir kere bu şarkıda en büyük hata memleketi vatan yerine koyup milletin kafasına yeni bir intiba yeni bir algı yerleştirilmesi. Mesela Nazım Hikmet’in şiirlerinde hep memleketim der. Hiçbir şiirinde vatan kelimesini duymadım. Buraya da ayrıca parantez açmak istiyorum. Memleketim, memleketim der başka da bir şey demez. Bir İsrail şarkısı vardır. Meşhur millî şarkıcıları Rachel Agat söyler bu şarkıyı. Ayten Alpman; nur içinde yatsın, iki çocuğumun annesi. 1971 yılında bu şarkının sözlerini Fikret Şenes Hanım Türkçeleştirdi ve söyledi. 1971 yılında rafta duruyordu bu şarkı. Ta ki 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı oldu, o zaman TRT Genel Müdürü olan İsmail Cem raflardan çıkardı. Bütün Türk milletini kandırdı. Herkese bu şarkıyı sevdirdi. Ben de seviyorum ama kelimelerini değiştirerek söylüyorum. Çünkü kelime çok mühim… Sade müzik olsa… Müziğin bir milliyeti yoktur her tarafa girer. Fransız olur, Alman olur, İngiliz olur, her şey olur. Onun için bu şarkının sözlerinde bir kere milliyetçilik yok, vatan yok, ulus yok, bayrak yok, hiçbir şey yok. Ne var? “Ben gönlümü eylerim, gerisi Allah kerim.” diye insanların hassasiyetini tetikleyen bir şey var. Şu anda Türkiye’de biz röportaj yaparken bile belki birileri şehit oluyor. Ama ben gönlümü eğlemem. Benim vatanımda evlatlarımız şehit düşerken benim Kıbrıs’ta askerlerim şehit düşerken bu şarkıyı benden isteyenlere hiç söylemedim. Söyledim ama onların istediği gibi değil, sözlerini değiştirerek. Mesela “Ben gönlümü eğlerim, gerisi Allah kerim.” yerine “Ben gönülden severim, gerisi Allah kerim.” diyorum. Çünkü istiyorlar, söylemesem beni dinleyen insanlara mahcup düşeceğim. Sonra onlar bunu millî şarkı diye biliyorlar. Onların işi değil bunun derinine inmek. Bu iş benim işim. Benim vazifemi tam yapmam lazım. Bir de “Bir başkadır benim memleketim.” yerine “Bir başkadır benim Türk milletim.” diyorum. Şarkıyı bir kere otomatikman Türkleştiriyorum. Bu çok büyük bir şey… Türkiye’nin şu anda en büyük açmazı… Çünkü CHP Ankara’da miting yapıyor, Ayten Alpman’ın “Bir başkadır benim memleketim.” şarkısı söyleniyor. AKP miting yapıyor, Ayten Alpman’ı çalıyorlar. Ben, partime ben hiçbir zaman bunu söyletmedim. Ben MHP’li olduğum için bu şarkıyı orada söyletmiyorum. Kaç defa istediler; söylemedim, söyletmedim. Rahmetli Ayten Hanım’ın hiçbir kabahati yok. Çünkü o bunu yaptığında daha bu olaylar yoktu. 1971’de çıkmıştı şarkı.
 
- Önceden yapılmış bir şarkı…
Türk siyasi hayatında ihanettir bu şarkı. Zamanında ilgilileri uyardım. Yalnız İsmail Cem değil, Kemal Kılıçdaroğlu da dinlemedi beni. Hatta Ankara’ya Atatürkçü Düşünce Derneğine telefon açtım, şu şarkıyı Türk insanına söyletmeyin dedim, beni dinlemediler. Bu iş benim işim. Siyasetçiler; burada müziğe ve Türkçe söze çok meraklı bir müzisyenimiz var, ona danışalım demediler. Tayyip Erdoğan’ın mitinginde de söylendi, CHP’nin mitinginde de söylendi. Fox TV her açılışta, kapanışta bu parçayı çalıyor. Çünkü o da Hollywood’un bir taklidi.
Şimdi gelelim bu Türkçe meselesine… Türkiye’de birkaç tane televizyon var ve hepsinin başında Türk kelimesi var Sky Türk, Habertürk, Kanaltürk, CNN Türk, Bengü Türk ama bunların içerisinde Türk’e en yakın olan Bengü Türktür. Maalesef öbürlerinin isimleri Türk ama hiçbir zaman Türk milletine hizmet etmiyorlar. Beni bir gün hangisi çağırdı, hangi kanala çağırdı? Ben ne yaptım Türk olmakla bir suç mu işledim? 70 yıldır sahnedeyim. Türkçe pop müziğin ilk başlangıcını yapmışım. Benim ne suçum var ne kabahatim var? Ama illa solcu sosyalist olacaksınız ki oraya çıkasınız. Ben; üç kuruş para kazanmak için, onların TV’lerine çıkmak için fikirlerimden asla caymam. Yine Türklüğümün gereğini yerine getiririm. Çağırmazlarsa çağırmasınlar. Benim ihtiyacım yok. Benim kendi televizyonum var bakın işte burada: BİG TV.
 
- İstiklal Marşı meselesine gelelim mi efendim…
Ben, Kabataş Lisesinde okurken 2 sene aynı dersten kaldım. Daha sonra Fındıklı’da Beyoğlu Erkek Lisesinde 13 dersten imtihan verdim. O Beyoğlu Erkek Lisesi, Taksim Lisesi oldu. Taksim Lisesi de Atatürk Lisesi oldu. Bana yakışan bir lise oldu. Şu anda diplomam Atatürk Lisesinden... Atatürkçü bir müzisyen sıfatıyla en büyük şansım da Atatürk Lisesini bitirmem oldu. Orada imtihanı verip 1950 yılında yedek subay oldum. Ankara’ya gittim, teğmen oldum. Hipodrom’da merasim yapılıyor. Biliyorsunuz, İstiklal Marşı’nı devletin yaptığı orijinal plakta operacılar söyler. Kadın, erkek, soprano, mezzosoprano, bariton… Onlar söyler. Onun için onların çıktığı ses milletin sesine uymaz. Ama biz Türkler, hepimiz operacı değiliz. Ben bile çıkaramadım orada. Diiir diye çıktım ve baygınlık geçirip düştüm. O günü hiç unutmam. Yere düştüm; hemen su verdiler, kendime getirdiler beni. O gün çok kötü oldu benim için. Ama inat ettim çıkartayım diye uğraştım sesi, yine çıkaramadım. Onun için bir proje geliştirdim. İstiklal Marşı’nı dört ses pesten başlatacaktım. Türk milletinin bütün kesimlerinin sesi buna uyar. Benim işim bu. Ben onun için mesela Ajda Pekkan ve Emel Sayın’ı böyle keşfettim. İstiklal Marşı do mi fa’dan başlar. Hâlbuki ben onu dört ses pesten başlatmışımdır. Türkiye’de birçok mitingde de ben söyletmişimdir. Dört ses çıkaran bir ağız mızıkam var benim. La sesini bulup oradan başlatırım. Dolayısıyla İstanbul’da Mehmet Akif’in ölüm yıl dönümlerinde çok defa beni çağırmışlardır. Sonra bu duyuldu tabii… Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde İstiklal Marşı’nın kabulünün yıldönümü kutlamalarında beni bir hafta önceden arayıp İstiklal Marşı’nı bana okuttular. Onun için bunu burada yineliyorum. İstiklal Marşı’nı iyi söylemek için beni çağırsınlar. Siyasetçiler de arasın, vatandaşlar da arasın. Türk milleti pesten başlasın. İşte maçlarda görüyorsunuz rezaleti. Mesela Avrupa’daki millî maçlarda oradaki bariton veya tenora söylettirirler. Ben kulağımla duydum. Onlar kendi milletlerine nasıl söylettireceklerini iyi bilirler. O yüzden bizimkiler de bana söyletsinler.
 
- Darbeler öncesinde çıkan bazı şarkılar var. Bu konu hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
Emperyalist güçler sömürgeciliği silahlarla değil, şarkılarla yapıyor. Bu Hollywood sinemasının da yabancı televizyonların da yaptığı bir şeydir. Geri kalmış ülkeleri, gelişmemiş ülkeleri ele geçirmek için şeytani müzikal projeler üretirler. Yardım projeleri. Bunun en bariz misalini 27 Mayıs Darbesi’nin başında yaşananlardır. O zaman Türk milletini Marshall yardımına hazırladılar. Bunun detaylarını bütün Türk milleti biliyor zaten. Daha doğrusu kendini Türk olarak görenler bilirler. Ama kendini Türk olarak görmeyenler, böyle şeylerin üzerinde durmaz. Bir yabancı ülkeden bir ekip geliyor Türkiye’ye. Üniversitelerde, sivil toplum kuruluşlarında kamuoyu araştırması yapıyor. Soru şu: Türk milletinin en sevdiği marş nedir? O arada da darbe hazırlığı yapıyorlar. Ankette çıkan neticeye göre Türk milleti en çok Gazi Osman Paşa Marşı’nı seviyor. Biliyorsunuz, bu marş Plevne Savunması dolayısıyla bestelenmiş. “Tuna Nehri akmam diyor, etrafımı yıkmam diyor. Şanı büyük Osman Paşa, Plevne’den çıkmam diyor.” Bu güzel Türk marşını kalkıyorlar şöyle değiştiriyorlar: “Olur mu böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu? Kahrolası diktatörler, bu vatan size kalır mı?’’ Bakın dikkat edin, o zaman ektiklerini bugün biçiyorlar. O zaman Türkiye’de diktatör yoktu. Yanlış siyaset vardı. Rahmetli Menderes’in asılması yanlış siyasetti. Menderes’in asılması sahte bir mahkeme sonucunda sağlanmıştı. O mahkemeye de ben karşı çıktığım için bana çok zarar verdi. Beni de örfi idareye çektiler. Sebebiyse 1960’ta İhtilal’den sonra Çatı Kulübünde çalışırken Menderes’in hukuksuz bir mahkeme sonucunda asılmasını alaya almamdı. Site Sinemasına yapılan bir şovda “Sanıklar gelsin!” deniyordu. Hâkim rolündeki şovmen, “Halka açık olarak başlıyoruz.” diyordu. Ben bunu değiştirdim. Müzisyenler geldiler, sahne hazır. “Programa açık olarak başlıyoruz.” dedim. Beş dakika sonra beş kurmay subay geldi. İki MİT mensubu yaka paça götürdüler beni. Beş altı saat sorguya çektiler. Ben inkâr ettim, öyle demedim dedim ama doğrusu buydu. Sonra belki onlar da hak verdi bana. Beni götüren subaylar tekrar kulübe getirip bıraktılar ama üç saat geçtiği için program yarım kalmıştı.
Yani geldiler bir şarkıyla Türkiye’de darbe yaptılar. İddia ediyorum Türkiye’de bütün darbeler şarkılarla yapılmıştır, silahlarla değil. İşte “Sev kardeşim” ve “Hayat bayram olsa”, nerde o şarkılar? Onlar da bir nevi siyonist şarkılarıydı. Yahudi marşı yani… Nerede şimdi bunlar? Kimse söylemiyor. Niye söylemiyorlar? Artık gerek kalmadı. Çünkü onun üzerine daha güzelini buldular. “Bir başkadır benim memleketim”i buldular. Kimsenin bir şeyi sevdiği yok, bayram da yaptığı yok artık. Kusura bakmayın ülkemde evlatlarımız şehit düşerken ben bayram yapamıyorum. O, “Bir başkadır benim memleketim” şarkısında “Ben gönlümü eğlerim’” diyor ama ben eğlemiyorum gönlümü. Onlar eğliyorsa helal olsun, eğlesinler. Ne mutlu Türk’üm diyene, adlı bir şarkı var. Ama onu hiçbir yerde çalmıyorlar. İnşallah Big Tv olursa her gün çaldıracağım. Her gün çalınması lazım. Her gün onların şarkıları çalınıyor da Türk marşı neden çalınmıyor? Biz Türk marşı yaptık. Sami Bey yazdı sözlerini.
’Gözlerimden akan yaşım iner Türklük diye diye,
Sevdalanmış yüce başım döner Türklük diye diye,
Yoksa maddi imkânımız, zorlu olsun düşmanımız.
Yalnız olsun inancımız, yener Türklük diye diye
Bir zamanlar gökle yerin iftiharı biz tarihin,
Gönüllere aşk kadehi sunar Türklük diye diye.
Biz Atadan aldık hızı, bayrağımız kan kırmızı
Alnımıza ay yıldızı konar Türklük diye diye
 
Bir ses gelir Ankara’dan, Çanakkale, Sakarya’dan
Kızılırmak Fıratlardan akar Türklük diye diye
Yüce vatan güzel vatan, sana âşık olduk inan
Damarlarda akan bu kan, yanar Türklük diye diye
Asaletin yüce değer, kimin gücü Türk’e yeter?
Ülkümüze sahip çıkan milyonlarız diye diye
Anıtkabir, Kocatepe sen ölmedin kalbimizde
Türk gençliği izinizde yürür Türklük diye diye
 
Allah razı olsun, Sami Bey benim yardımcım. Kitabımın yazarı. Bunu bir de Cumhuriyet Bayramına uyguladık:
Gazi Kemal önderimiz, tunç bilekli Türk genciyiz.
Türk gençliği izinizde yürür Türklük diye diye
Bunu Cumhuriyet olarak da çevirdik ve boşlukları doldurduk.
 
- Müzik hayatınızın bir parçası hâline gelmiş. Bunun yanında sizi ateşli bir Türk milliyetçisi olarak tanıyoruz. Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş Bey’e sanat danışmanlığı yaptığınızı biliyoruz. O günlerinizi anlatabilir misiniz?
Ben 1969 yılında rahmetli Alparslan Türkeş Bey’le tanıştım.1944 Irkçılık ve Turancılık Davası’nı da biliyorum tabii. Rahmetli Alparslan Türkeş’in ve diğerlerinin haksız yere çektikleri ıstırabı da biliyorum, 19 yaşında idim o zaman. Onları suçsuz yere mahkemelerde çürüttüler. İşkenceler yaptılar. Türk milletinin ve Türkçülerin en büyük işkence gördüğü dönem, 1944 yılıdır. Bunu da o zamanki siyasetçiler yapmışlardır. Çekilen işkenceler yanlarına kâr kaldı. Ben de aynı şekilde daha sonra bu işkenceleri gördüm. Sami Bey’in yazdığı kitapta da var. Suçsuz yere iki yıl hapse girecektim. Cenabıallah sayesinde, biraz da mucizeler sayesinde bunlardan kurtuldum. Onun için ben rahmetli Alparslan Türkeş’i o zamanki Irkçılık ve Turancılık Davası’ndan tanımıştım. Sempati duymuştum. Türk milleti hiçbir zaman ırkçılık yapmamıştır. Irkçılık affedersiniz hayvanlara mahsustur. Türk milletli kültür ırkçısıdır. Aynı halıyı dokuruz. Aynı kınayı yakarız. Aynı lisanı konuşuruz. Aynı yemeği yeriz, aynı öf ve âdetleri benimseriz. Onun için Türk milletini kim ırkçı diye suçlamışsa kendileri ırkçıdır. Kafatasçılar diyorlar mesela. Ben kafatasımı ölçtürerek Türk olmadım. Yanlış şeyler bunlar. Ayrıca çok büyük günah...
Alparslan Türkeş’in sağlığında Milliyetçi Hareket Partisinin her döneminde İstanbul’da mutlaka yönetime ismim yazılırdı. MHP’nin toplantılarında müzik organizasyonları yaptım. Ben 70 yıllık müzisyenlik hayatımda hep aynı heyecanı, aynı duyguları yaşıyorum. Beyin jimnastiği yapıyorum sürekli. Ben 90 yaşındayım. Şu anda elim hiç titremez. Hiçbir şeyi unutmam. Her sabah spor yaparım. Yataktan kalktığımda mayomu giyerim ve Malazgirt Marşı ile sporumu yaparım.
Malazgirt Marşı’nı ben 1974’te kitaptan çıkardım. Sözünü Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu yazdı, müziğini de Bahri Bey yaptı. 1978 yılında Ankara’da yaptığımız tarihî Büyük Yürüyüş’te Başbuğ Türkeş beraberdir. Tandoğan Meydanı’nda bir milyon kişi toplandık. Başbuğum, “İlhamcığım bu bunlara ne söyletelim? diye sordu. Hemen aklıma Malazgirt Marşı’nın son kuplesi geldi: “Ya Allah bismillah Allahu ekber.” Türk milliyetçilerine mesaj veriyorum. Yetişmiş Türk milliyetçileri artık gençlerin önünü açmalı. Türk gençliğini geleceğe hazırlamak için yeni projeler üretmeli. Çünkü hamasetle bu işler yapılmıyor.
Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş Bey’in himmetiyle İstanbul’un Güzelliklerini Koruma ve Yaşatma Derneğini kurduk. Cemal Kutay Bey de derneğin isim babasıydı. Aynı zamanda onursal başkanımızdı.
 
- Son olarak Türk gençliğine mesajınız nedir?
Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sini okusunlar. Ben bunu her programımda yapıyorum.