“EVİMİZDİ VATAN”

10 Şubat 2016 12:21 Didem Seyra DAL
Okunma
2360
“EVİMİZDİ VATAN”

    

 
 
Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;
Lâkin vatandan ayrılışın ızdırabı zor.
  Yahya Kemal BEYATLI
 
Acı… 
Yaşayanlar ve izleyenler için nasıl hissedilir? Ya da bu soruyu şu şekilde sormalıyım sizlere:
Vatanından kopan bizlerin öz kardeşleriyse acının farklı bir tarifi var mıdır sizce?
Sizlere yaşadığı topraklardan kopup Türkiye’ye gelmek zorunda kalan Telaferli Türkmen bir ailenin dramını anlatacağım.
Şimdi sadece kalp gözümüzü açalım ve tüm hislerimizle okuyalım bu yazıyı…
 
TÜRKMENLERİN VATANI TELAFER’DE SAVAŞ ÖNCESİ YAŞAM
Ne elemdir evini, akrabanı, aileni geride bırakmak. Ne acıdır yanından zorla alınan komşuna müdahale edememek ve ne zor bir karardır vatanını terk etmek…
Telafer’den gelen bir Türkmen ailesiyle aramızda geçen bir konuşmada beni etkileyen, düşündüren ve hüzünlendiren bir bölümü aktarmak isterim size.
Telaferli Kasım’ın öyküsünü…
- Şu yaşadıklarımızdan sonra sizlere diyebilirim ki Saddam diktatördü. Belli noktalarda özgürlüklerimizi kısıtladı fakat halkını kimseye ezdirmedi bizlerin yaşamsal ihtiyaçlarını çok iyi karşıladı.
Bu beni çok şaşırtmıştı. Çünkü özgür olamayan insan nasıl mutlu olabilirdi ya da tutsaklık neden onların canını yakmadı bunca yıl? 
Konuştukça düşündüm, düşündükçe hak verdim belki de. Belki de şükrettim hem özgürüm hem de vatanımdayım diye.
- Saddam diktatördü, dedi sözüne başlarken. Kendisinden başka kimsenin başkan olmasını istemezdi. Cep telefonu, İnternet yoktu. Hatta sadece iki Irak kanallı televizyonumuz vardı ki başka bir kanala bağlandığınız anlaşılırsa 6 ay hapis ve büyük para cezasına çarptırılırdınız. Bu cezayı yinelerseniz cezanız ikiye katlanır ve üçüncüsünde idam edilirdiniz. Ev telefonumuz vardı sadece. Onunla da bulunduğumuz şehirdeki akrabalarımızı arayabilirdik. Bunlara rağmen şimdi düştüğümüz şu duruma bakınca kısıtlanmış olsa da o zamanlar hayatımız daha iyiydi; vatanımızda kendi içimizde özgürdük. Kimseye muhtaç değildik, kimse canımızı yakamazdı, korkmazdık kimseden. Evimi komşumu bilir, sabah çıktığım eve akşam girebilirdim. Para yoktu(Maaşlarımız azdı.) ama yiyecek ihtiyacı hiç çekmedik. Saddam tarafından kişi başına her aileye her ay 7’şer kilo mercimek, nohut, fasulye, 9 kilo un, 5 kilo çay, 8 kilo şeker, 8 kilo pirinç, 2 büyük teneke yağ, sabun, deterjan verilirdi. Fazlasını satardık. Çalıştığımız iş dışında bize ek gelir olurdu sattığımız ürünlerden elde ettiğimiz para. Marketten sadece kahvaltılık, sebze ve meyve alırdık. Herkes kendine ait evde otururdu, kiralık ev neredeyse yoktu. Elektrik ve su çok ucuzdu. Sembolik bir ücret verirdik. Hatta kimileri bu parayı vermezdi bile. Kadınlarımız sadece memur olarak hükûmette çalışırdı. Başka işlerde çalışmazlardı. Maaşlar çok azdı ama yaşamak da zor değildi. İlaç hastaneden bedava alınırdı. Ama hastanede ilaç kalmadıysa hastalığın durumuna göre dışarıdan alırdık. Pahalı olurdu ama akrabalar toplanıp o ilaç parasını denkleştirirdik. Biz dışarıdan tutsak gibi görünsek de içimizde özgürdük. Çünkü vatanımızdaydık. Kapısını çaldığım komşum vardı; okuduğum okulum, caddesinde gezdiğim şehrim vardı; bir de mesleğim…
Evet, özgür değillerdi belki, kendilerine sunulmuş alışılmış bir hayatı yaşadılar yıllarca. Dünyaya sadece belli pencereden bakmak zorunda kaldıklarını bile bile “Özgürdük yine.” diyebilecek bir hayata sürüklendiler. “Özgürdük yine çünkü vatanımızdaydık… Evimizdi vatan…”
Edebiyatımızın önemli isimlerinden Ahmet Mithat Efendi de vatanı, “Vatan bir milletin evidir.” diye kısaca tarif etmemiş miydi?
 
GÖÇ NEDENLERİ VE ZORLU YOLCULUK
Onların göç yolculuğu IŞİD’in Suriye’ye yönelmesiyle başlamıştı. Bir gün ölümün onların kapısını çalacaklarını bile bile sımsıkı sarılmaya devam etmişlerdi hayata. Ta ki 10.6.2014 tarihinde IŞİD’in Musul’a girmesiyle her şey değişinceye kadar...
5 gün sonra IŞİD Telafer’e girdi ve Şiilere karşı zulmü başlattı. İlk zulüm Şiilere karşı başlatılmış olsa bile, Türkmenlerin de yaşayacağı zulüm yakındı ve öyle de oldu. Evlerine, mallarına, arabalarına el konuldu. “Sigara içtin.” denilerek kırbaç cezası verilmesinden tutun, IŞİD’e katılmayanlar için ölüm fermanları yazılmasına kadar sayısız şiddete maruz kaldılar.
Göç ve zorunlu yolculuk, IŞİD zulmüyle birlikte Irak hükûmetinin sözde IŞİD’e karşı kullandığı insansız hava aracının (Türkmen çocukların söylemine göre vınniler. - Uçaklara bu ismi takmalarının sebebi yüksek şiddette “Vınnnn!” sesini çıkardıkları ve yaklaştıkları anda roket atacaklarını bildikleri içindir.)rastgele attığı bombalarla Türkmenlerin yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizgide kaderlerini yaşamaya terk edilmesiyle başladı:
- Çocuklarım olmasaydı vatanımdan ayrılmazdım. Her gün o uçak sesini duyduklarında ağlayarak ayaklarıma kapanmaları, o korkuyu gözlerinde görmem, beni göç etmeye zorladı.
Evlat uğruna, vatana duyulan hasretle başladılar yolculuğa…
Arabistan ve Ürdün kapılarını açmadığı için tek geçiş, Suriye üzerinden yapılıyordu. Suriye sınırına kadar belirli bir noktaya arabayla geliyorlar ve sonrasında 6 saatlik bir yürümeyle şanslı olanlar sınırı geçebiliyorlardı. Ya diğerleri? Kimi sınıra gelmeden IŞİD’e yakalanıyor, kişi başı 2.000 dolar vererek sınıra ulaşmalarına izin veriliyordu. Kimi de hapse atılıyor ya da tekrar evlerine yollanıyordu. Sınıra ulaşan Türkmen kardeşlerimiz için ölüm korkusu bitse de daha sonra hayata nasıl tutunacaklarının kaygısı başlıyordu...
  Telaferli Türkmen ailenin Türkiye’ye geçiş öyküsünü ve sonrasını da gelecek sayıda anlatacağız.