“EGE’DE 16 ADAYA EL KONULDU HÜKÛMETTEN ÇIT ÇIKMADI”

29 Ağustos 2015 13:47 Ahmet Deniz AĞCA
Okunma
2690
“EGEDE 16 ADAYA EL KONULDU HÜKÛMETTEN ÇIT ÇIKMADI”

 
 
Eski Büyükelçi Dr. Ahmet Zeki Bulunç, Ege Denizi'nde Türkiye'ye ait olan 16 adanın Yunanistan tarafından iskâna açılmasına karşı hükûmetin ses çıkarmamasına sert tepki göstererek, "Bu çok büyük bir yanlışlık ve eksikliktir. Yunanistan'ın bu adalar üzerinde hiçbir egemenlik hakkı yoktur." dedi.
MHP, Ege Denizi'ndeki 16 adanın Yunanistan tarafından işgal edilmesine seyirci kalındığı gerekçesiyle daha önce konuyu Meclise taşımış ve dönemin Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ı istifaya davet etmişti.
 
  Eski Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Dr. Ahmet Zeki Bulunç, Yunanistan'ın bir "barış denizi" olan Ege Denizi'nde eskiden beri yayılmacı politika izlediğini belirtti.
  Bulunç, izlediği bu politika sonucu Ege Denizi'nde Türkiye'ye ait olan 16 adayı işgal ederek iskâna açan Yunanistan’a ve bu duruma ses çıkarmayan Türk hükûmetine tepki gösterdi.
  İskâna açılan bu adalar ve Kıbrıs sorunu hakkında dergimize görüşlerini açıklayan Bulunç, "Türk hükûmetinin bu duruma karşı en ufacık bir ses çıkarmaması çok büyük bir yanlışlık ve eksikliktir. Çünkü Yunanistan'ın bu adalar üzerinde hiçbir egemenlik hakkı yoktur." dedi.
Adaların Yunanistan tarafından iskâna açılması 7 Haziran Seçimleri yapılmadan önce gündeme gelmiş ve kamuoyunda yoğun tartışmalara sebep olmuştu.
MHP milletvekilleri konuyu TBMM gündemine taşımış ve olaya seyirci kalan dönemin Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ı sert dille eleştirerek istifaya davet etmişti.
Yunanistan’ın işgal ettiği öne sürülen 16 ada ve 1 kayalığın isimleri şöyle: “Koyun, Hurşit, Fornoz, Eşek, Nergizcik, Bulamaç, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık, Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi, Koufonisi ve Venedik kayalıkları.”
TBMM'de MHP'li vekillerin ayaklanmasına sebep olan konuyla ilgili TBMM’de sert tartışmalar yaşanmıştı:
 
BULUNÇ: YUNANİSTAN'IN BU ADALAR ÜZERİNDE EGEMENLİK HAKKI YOKTUR
Eski KKTC Ankara Büyükelçi Dr. Zeki Bulunç, "Şimdi bu 16 ada resmen Yunanistan'a verilmiş mi oldu?" şeklindeki sorumuza karşılık şunları söyledi:
"Bu adalar için 'Türkiye tarafından Yunanistan'a verildi.' kelimesi biraz fazla. Ancak Yunanlıların Ege'de izledikleri yayılmacı politikaları çerçevesinde o adaların kendilerine ait olduğunu iddia ederek iskâna açıyorlar. Burada olan eksiklik ve yanlışlık, Türk hükûmeti tarafından bunlara karşı tavır konulmamasıdır. Kardak Krizi’nde olduğu gibi. Biliyorsunuz Kardak Krizi’nde Yunan bayrağı dikildiği zaman o dönemin Başbakanı Tansu Çiller ne demişti? 'Bu asker gidecek, o bayrak inecek.' ve indi. Dolayısıyla şimdi günümüzde Yunanistan'a Lozan ve Lozan sonrası antlaşmalarla egemenlikleri resmen devredilmemiş olan adalar üzerinde Yunanistan'ın hiçbir hakkı söz konusu değildir. Yunanistan bu adalar üzerinde egemenlik iddiasında bulunamaz. Fakat Yunanistan'ın yayılmacılığı çerçevesinde bu hakkı olduğu ve her fırsatı kullanarak bu adaları almaya çalışmaktadır. Sebep; benzer statüdeki diğer adaları da kazanabilirse eğer, o adaları hem kara suları hem de kıta sahanlığı açısından Ege'deki egemenlik alanlarını genişletmiş olacak. İşte buna karşı gerçek anlamda bir devlet politikası ile Yunanistan'a egemenliği devredilmemiş olan adalarda hak iddia etmesini asla kabul etmemek ve yaptığı fiilî girişimleri sonuna kadar engelleyecek gerekli girişimleri her türlü önlemi almak gerekir.”
 
"GENİŞLEME İSTEKLERİ BİR TÜRLÜ DURMUYOR"
Yunanistan'ın genişleme isteklerinin bir türlü durmadığını kaydeden Bulunç, şu görüşleri dile getirdi:
"Genişleme hedefleri devam ediyor. Bu çerçeveden baktığımızda zaman kara sularını genişletme, kıta sahanlığı ve adalar üzerinde haklar ileri sürüyorlar. Kara sularını 12 mile çıkarması durumunda Türkiye belli yerlerden geçebilmek için Yunan sularından geçmek zorunda kalacaktır. Egemenlik haklarımızı sonuna kadar koruyacak bir politika izlememiz lazım. Zaten dış politikanın temel amaçlarından biri, sizin elinizde olan ve stratejik değeri bulunan herhangi bir toprağın bütünlüğünü korumaktır. Dış politikanın amaçlarından biri budur. Dolayısıyla dış politika amaçları bağlamında baktığımızda 'Bizim egemenliğimiz altında bulunan topraklarda can kaybı olmasın.' şeklindeki esnek politikalarla egemenlik haklarımızı korumamız mümkün değildir. Örneğin; 30 seneye aşkın bir süredir PKK terörüne karşı bir mücadele veriliyor. On binlerce insanımız hem ölmüş hem sakat kalmış ve mağdur olmuştur. Bütün bunları dikkate aldığımızda zaman 'Biz bu silahlı mücadeleyi durduralım ve istekleri kabul edelim.' diye bir politika izleyebilir miyiz?"
 
"RUMLAR ENİNDE SONUNDA BİZİMLE MASAYA OTURACAK"
Kıbrıs uyuşmazlığının çözümü ile ilgili görüşlerini anlatan Bulunç, Kıbrıs Adası'nın stratejik ve jeopolitik önemi nedeniyle milletlerarası ilişkilerde her zaman odak noktası olduğunu vurguladı.
Bulunç, şunları kaydetti:
"Tarihsel olarak da durum böyledir. Dolayısıyla, Kıbrıs uyuşmazlığı konusunda yeni bir adım atılırken değişen ve gelişen jeopolitik unsurlar dikkate alınmalıdır. Doğu Akdeniz Sorunu bu bağlamda önemlidir. Annan Planı döneminde uyuşmazlığın çözülmesinin ödülü olarak Avrupa Birliği’ne girme vadedilmekteydi. Günümüzde de buna benzer bir biçimde, uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması hâlinde Doğu Akdeniz’de yer alan doğal kaynaklardan elde edilecek zenginlikler vaat olarak sunulmaktadır. Oysa Güney Kıbrıs ve Yunanistan uzlaşmayı istememektedir, bir uzlaşma için siyasi iradeleri yoktur. Çünkü statüko şimdiki durum onların lehinedir. Güney Kıbrıs, Mısır, Lübnan ve İsrail ile yaptığı ikili antlaşmalarla, deniz yetki alanlarını sınırlandırmaktadır. 2012 yılında Türkiye ve KKTC arasında da kıta sahanlığının belirlenmesine ilişkin bir antlaşma yapılmıştır. Bu antlaşmayla belirlenen sınırlar, Güney Kıbrıs’ın kendisine ait olduğunu öne sürdüğü alanların bir kısmını da içine almaktadır. Bu bilgiler ışığında Güney Kıbrıs masaya tekrar oturduğunda ki eninde sonunda oturacaktır; öncelikle KKTC’nin yapması gereken, taviz vermek yerine, taviz koparmaktır. Türkiye ile Ada’nın batısındaki deniz alanlarını da içine alan bir antlaşma yapılmalıdır. Böylece KKTC’nin statüsü daha da ileriye taşınacaktır. KKTC tek devletli bir çözüme yanaşmamalıdır. Eğer bu uyuşmazlığı milletlerarası hukuktaki ilkelere bağlı kalarak çözmeye çalışıyorsak; meseleyi iki devlet arasındaki milletlerarası bir mesele olarak görmemiz gerekmektedir."
 
"KIBRIS TÜRK’Ü TÜRKİYE DIŞINDA HİÇİR YERE UÇAMIYOR"
Dr. Bulunç, izolasyonlar nedeniyle Kıbrıs Türk’ünün Türkiye dışında hiçbir yere uçamadığına dikkat çekerek, şunları aktardı:
"Bize hakkımız olanı verin, izolasyonları kaldırın diyoruz. Kıbrıs Türk’ü Türkiye dışında hiçbir yere uçamadığı gibi, üniversitelerimiz kurumsal olarak dış dünya ile çeşitli uluslararası projelerle angaje olamıyorlar. Daha bunun gibi sayısız sınırlamalar var Kıbrıs Türk’ü üzerinde. Kabahatimiz ne haklarımızı savunmak. Türkiye'nin kabahati ne? Türkiye 1974'te Kıbrıs Türk’ünün yolun sonuna geldiği ve imha olduğu bir anda gelip de Kıbrıs Türk’ünü kurtarması. Temennimiz herkes gibi eşit insanlar ve halk olarak dış dünya ile angaje olabilmek. Burada oynayacak küçük de olsa bir rolümüz varsa oynayalım ama kendi haklarımıza özellikle sahip çıkmamız ve çevremizde olanları çok iyi okumamız lazım. Çıkarlar üzerine kurulu bu düzen içerisinde olayları çok iyi okumazsak eğer, o zaman geleceğe yönelik olarak strateji saptama noktasında pek başarılı olamayız."
 
"ANNAN PLANI BİZİM İÇİN ÖLÜMÜN BAŞLANGICI DEMEKTİ"
Dr. Ahmet Zeki Bulunç, "Annan Planı kabul edilmiş olsaydı neler olurdu?" şeklindeki sorumuza şu yanıtı verdi:
"Annan Planı kabul edilmiş olsaydı bugün Kıbrıs'ta Kıbrıs Türk halkından söz etmemiz mümkün olmayacaktı. Neden olmayacaktı? En basiti hukuken olmayacaktı, bırakın fiilen erimeyi vs.yi. Çünkü Annan Planı'nda Zürih ve Londra Anlaşmaları sürecinde iki toplum kavramı geçerli iken ve hukukçuların değerlendirmeleri ile ortaya konan federal ve konfederal yapıdaki durumu incelediğimizde toplam kavramlarının halka eşit kavramlar olduğuna yönelik değerlendirmesi vardı. Ama Annan Planı'nda toplum kelimeleri söz konusu değildi. Annan Planı'nda 'Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum' kavramları getiriliyordu. Yani bir toplum, halk olarak kimlik yerine bireysel kimlikler getirilerek o kimliklerin anayasal eşitlik düzeyinde varlıkları ortaya konulmaya çalışılıyordu. Bu da hukuksal olarak Kıbrıs Türk halkı kavramını ortadan kaldırıyordu. Kıbrıslı Türk, Kıbrıslı Rum kavramına baktığımızda tesadüfen konmuş bir mesele eğildi. Esas mesele Kıbrıs Türk halkının selfdeterminasyon hakkını ortadan kaldırmak. Bir kere KKTC ortadan kalkıyordu. Türkiye ile Kıbrıs Türk halkı arasındaki bağ kopacaktı. Barış olsaydı yaşayacak bir barış olmazdı. Sadece mülkiyet meselesi iç çatışmaları beraberinde getirecekti. Bütün bunları dikkate aldığımızda Annan Planı hem getirdiği anayasal düzen ve hukuksal yapı hem de güvenlikler açısından Kıbrıs Türk halkının geleceğini aratan bir yapıda idi. Tümüyle Rum halkının çıkarlarını koruyan bir yapıyı bize empoze ediyordu. Onun için Annan Planı bizim açımızdan ölümün yani yok olmanın başlangıcı demekti. Tuzaklarla dolu bir anlaşma idi. Onun için Rauf Denktaş Annan Planı'na karşı çıkmış ve sürekli bir mücadele etmişti."
 
"ANAMUR SUYU GELMEZSE KIBRIS ÇÖLLEŞECEK"
Dr. Bulunç, "Anamur suyunu KKTC'ye verilmesi ve oradan da Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ne aktarılması nasıl olacak?" sorumuza karşılık da şunları kaydetti:
"Acaba Rum tarafı gerçek anlamda o suyu almak isteyecek mi? Kabul eder ve talip olursa, mutlaka bir devlet politikası şeklinde satacağız. O zaman ne yapacak? 'Ben tanımıyorum bu devleti. Parayla ve anlaşma çerçevesince su almam.' diyecektir. O zaman kendi siyasi pozisyonu ile çelişecektir. Kanımca en sağlıklı tavır onlar açısından bu suyu istemeyecekler ve suyun gelmesi için de büyük bir mücadele verecekler. Çünkü onun için fiziki bir bağlantı kurmak demektir Türkiye ile KKTC arasında. Suyun gelmesinin KKTC'ye siyasal artıları yanında ekonomik artıları da çok büyük olacaktır. Bu da Rum kesimi ile anlaşma zeminini ortadan kaldıracaktır. Onun için ben Rum tarafından su alabileceğini mevcut koşullarda pek tahmin etmiyorum. Ayrıca şu anda Rum tarafındaki mal sahipleri hiçbir olumlu kafa yapısı içinde değiller. Her şey yapıyorlar, biz yapınca illegal oluyor. Kıbrıs çölleşiyor eğer bu su gelmezse iki taraf da çölleşecek. Su ihtiyacı giderek daha fazla kendini hissettiriyor. Çünkü yılda Güney Kıbrıs'a 2,5 - 3 milyon turist gidiyor. O gün geldiğinde bu suyu bizden isteyeceklerdir. Rumların gerçek nüfusu 850 bindir. Biz bu konuda iş birliğine girebileceğimizi kendilerine söyledik. Türkiye bunu bize hediye olarak veriyor ve ondan sonra işletmesini herkes kendisi ödeyecek."
 
"PKK KIBRIS ÜNİVERSİTELERİNDE ÖRGÜTLÜ DEĞİL"
Eski Büyükelçi Ahmet Zeki Bulunç, "Bölücü terör örgütü PKK'nın KKTC'deki üniversitelerde örgütlenmeye çalışıyor." şeklindeki iddialarla ilgili olarak, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Bu konuda somut olarak elimizde veriler yok. Nasıl ki Türkiye'deki üniversitelerde okuyan öğrenciler varsa ve onlar gerek Türk olsun gerek Kürt olsun belli bir görüşü destekleyen yapılar varsa, KKTC'de de aynı yapı vardır. Ancak terör örgütünün KKTC'deki üniversitelerde özel olarak güçlü bir örgütlülüğü söz konusu değildir. PKK'nın Türkiye'deki yapılanması KKTC'den daha kolaydır. Sonuçta 2-3 sene kalıp da bizim halkımızı o politikalara yönlendiremeyeceği ve yönlendirse de Türk kamuoyu üzerinde bir etkisinin olmayacağı için çok önemli bir sonuç vereceğini düşünmüyorum. Ama orada da belli görüşlere sahip tıpkı Türkiye'de olduğu gibi öğrenciler bulunmaktadır. Daha doğrusu Kürt anlayışı yönünde bazı politikaları ortaya koyabiliyorlar burada olduğu gibi. KKTC'de bir demokrasi vardır ve o demokrasi çerçevesinde görüşlerini ortaya koyabilirler ama dikkat ederseniz teröre yönelik eylemsel bir durum söz konusu değildir. Zaten demokratik olarak insanlar haklarını savunma özgürlüğüne sahiptir. Çünkü Türkiye'de KKTC'ye halkına karşı bir soğutma ve karşı tavır almak isteyebilirler. Eğer biz bugün KKTC'yi kurmuşsak en önemli unsurlardan biri Kıbrıs Türk halkının bütünlüğüdür. Ana vatana olan güvendir. Bunun öteki ayağı da ana vatandaki Türk milletinin Kıbrıs davası ve Kıbrıs millî desteğine bağlıdır. 1980'lerden beri 'Kıbrıslılar Türkleri sevmez.' şeklinde bir algı oluşturmaya çalışıyorlar. Sanki biz Rum'muşuz gibi. Böyle bir imaj yaratılarak şu politika oluşturulmaya çalışılıyor: 'Bu Kıbrıslı Türkler ne kadar nankörmüşler, biz hayatımızı verdik buna rağmen onlar bizi istemiyorlar.' Bizim bu oyuna gelmememiz lazım."