ABD yeryüzünü sömürü, çıkar ve nüfuz alanlarına bölen küresel güçlerin en büyüğü…
ABD aynı zamanda Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin’le beraber Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini oluşturan 5 büyük daimi üyeden biri. Bunlar mahşerin beş atlısı. Dünyayı ve insanlığı doludizgin kıyamete götürüyorlar. Bu küresel aktörlerin rızası olmadan Güvenlik Konseyinden herhangi bir yapıcı kararın çıkması mümkün değil.
Dünyada savaşın ve kargaşanın hüküm sürdüğü ihtilaflı coğrafyalardaki temel sorunlara Birleşmiş Milletlerde uzun zamandır makul bir çözüm üretildiği de vaki değil.
Süper güçler, çıkarlarını korumak için çözüm yollarını tıkamanın adını diplomasi koymuşlar. Potansiyel tehdit olarak gördükleri ülkelerle yer üstü ve yeraltı zenginlik kaynaklarını sömürmeyi planladıkları toprakları karıştırıp yönetiyorlar.
Özellikle ABD’nin dış politika sistematiği, yönetilebilir bölgesel sorun ve krizlerin devamı üzerine kurulu. Vaşington’un nüfuz ve hâkimiyetinin sürmesi açısından bu elzem.
Afganistan’da olduğu gibi Filistin’de, Suriye’de ve Irak’ta aynı program uygulanıyor.
Geçen yıl Ağustos ayında Paris’te Suriye Demokratik Değişim İçin Koordinasyon Kurulunun liderlerinden biri olan Heysem Menna ile ABD’nin eski Şam Büyükelçisi Robert Ford buluşuyorlar. Menna Ford’a soruyor:
- Silahlı grupları desteği neden kesmiyorsunuz?
Ford cevap veriyor:
- Şu an Suriye’deki savaşı durdurmak Amerikan çıkarlarına uymuyor.
Robert Ford’un çıkışına paralel olarak Cenevre’deki barış görüşmelerde Menna ve adamları alınmıyor.
Suriye’de bir çözüm gerçekten ABD’nin işine gelmiyor. Çünkü Suriye’de barış, İsrail’e yaramıyor. Tehdit olarak görülen İran’ın bölgedeki müessiriyetini Suriye ve Irak cehennemine gömmenin yolu da kaosun devamından geçiyor. ABD, bölge ülkelerindeki krizi iç kargaşalarla yönetiyor ve potansiyel tehditleri terör tuzağına çekerek etkisizleştiriyor.
Bu yüzden ne kadar insanlık katili oluşum varsa at oynatacak ortam buluyor. IŞİD, EL Nusra, PYD, PKK bölgede cirit atıyor. Küresel aktörlerin yaşadığımız coğrafyada yarattıkları bataklıkta açan bu yabani ve zehirli nebatlar hızla yayılıyor. Hedeflerinde insanlık var.
Fırsatı değerlendiren İsrail de Gazze’yi kolayca bombalıyor. Atalarının Avrupa’da uğradığı mezalimin hıncını çıkarırcasına Müslümanlara saldırıyor. Tel Aviv’i yönetenler, gözü dönmüş ölüm makinelerinden daha masum değil.
Zayıfı ezmek, zaaf ve aciz işareti…
Bizler, televizyonlardan naklen savaş seyrediyoruz. Masum insanların, çocukların ve kadınların hunharca katledilmesine dualarla katkıda bulunmaktan başka elimizden bir şey gelmiyor.
Erdoğan ve Davutoğlu bir araba laf ediyorlar ama hepsi suya yazı yazma kabilinden…
Ama mesaj yerini buluyor, tutkulu AKP kalabalıkları İsrail’i telin etmekten çok kendi sahte kahramanlarını alkışlıyorlar. İran bile Erdoğan’a alkış tutuyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan süreçte İsrail’i oluşturan Yahudi toplulukları Filistin topraklarını adım adım işgal etti. Dün kendileri azınlıkta iken bugün Müslümanları Gazze ve Batı Şeria’ya sıkıştırdılar. Yahudi yerleşimciler için Tel Aviv’in uluslararası hukuku çiğneyerek uyguladığı iskân politikası böyle sürerse bütün Filistin toprakları İsrail’in egemenliğine geçecek.
İşte ABD bunun için Filistin Devleti’nin tanınmasını istemiyor. İsrail’in yavaş yavaş “Arz-ı Mevud’un çekirdeği olan Filistin’i tamamen ele geçirmesi için ağırlığını ve gücünü kullanıyor.
Eski Şam Büyükelçisi Robert Ford’un söylediği gibi Filistin sorununa çözüm üretmek de Vaşington’un çıkarlarına uymuyor.
Anlı şanlı insan hakları evrensel bildirgesinin kriterleri uluslararası menfaatlerin, ideolojik ve dini bağnazlıkların derin ve karanlık havuzunda boğuluyor.
ABD yönetimi BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto kartını da İsrail’in lehine Filistin’e karşı kullanıyor. Sorunun görüşmeler yoluyla çözümünü isteyerek âdeta ipe un seriyor. Filistin’e Birleşmiş Milletlerde yalnızca sembolik bir değeri olan gözlemci üye statüsü layık görülüyor. Filistin meselesinin halli geciktikçe İsrail’in yayılmacılığı genişliyor.
Bu yüzden İsrail’i durdurmak yetmez, ABD de durdurulmalıdır!
Bu yazı kaleme alınırken Gazze’de öldürülen Müslümanların sayısı 700’ü geçti Siz bu yazıyı okurken ölü sayısı daha da artmış olacak. İsrail, uluslararası hukuku, dünyanın dört yanından yağan tepkileri önemsemeden katliama devam edecek.
BM’de nispî bir kımıldanma var. BM İnsan Hakları Konseyi, İsrail saldırılarında yaşanan insan hakları ve hukuk ihlallerini araştırmak için komisyon kurulmasını kararlaştırdı. Karara ABD karşı oy verdi. Çekimserler de insan hakları denince mangalda kül bırakmayıp Türkiye’ye reform dayatan Fransa, Almanya, İtalya gibi Avrupa Birliği üyelerinin bulunduğu 17 ülke.
En amiyane tabirle gâvurun adaleti bu… Kanuni döneminin meşhur Şeyhülislamı Ebussuud Efendi’nin “küffar” hakkında verdiği bir fetvaya bakın da hadi onaylamayın bakalım:
“Kâfire adil diyenin küfre girmesinden korkulur.”
Bütün bunlara karşılık Kanuni ve Ebussuud Efendi’nin ahfadı olmakla övünenler tarafından yönetilen Türkiye, bölgesel problemlerin halline yönelik ne arabulucu ne de çözüm üretici işlev icra edebiliyor. Tayyip Erdoğan; fırsattan istifade, arkasındaki kitlelerin duygularını okşayan ve yüksek sesle dillendirilmiş hamasi nutuklarla seçim yatırımı yapıyor. Buna ABD’nin Türkiye’ye şaşı bakan, Türkiye’nin bölgesel aktivitesini ve İslam dünyası üzerindeki itibarını kırmayı hedefleyen obez diplomasisi de eklenince ortaya ucube bir manzara çıkıyor.
Hem içeride hem de dışarıda bu kadar sorunlar yumağına dolanmış bir Türkiye’de eğer 10 Ağustos’ta Erdoğan cumhurbaşkanı seçilirse demokrasiyi unutun. Tayyip Bey’in Anayasa takmadan uygulayacağı başkanlık modeli, bu kadar sorun ve düşmanlık atmosferi karşısında zamanla daha fazla içine dönerek kapalı bir sisteme yönelecek ve sultaya dönüşecektir. Sistem giderek Kuzey Kore modeline benzeyecek, vatandaş koyu bir baskı rejiminin gölgesinde hayat sürecektir.
Oysa Türkiye’nin daha fazla demokrasiye ama çoğulcu demokrasiye ve parlamenter sistemin devamına ihtiyacı vardır. Türkiye’nin sağlıklı bir yönetim anlayışına ve ulus devlet sürecini tamamlayacak bir kadroya ihtiyacı vardır. Türkiye’nin ekonomisini güçlendirmeye, halkın refah seviyesini arttırmaya ihtiyacı vardır. Ancak Türkiye’nin bulunduğu netameli coğrafyada varlığını sürdürebilmesi için bunlar yeterli olmaz.
Türkiye bilim ve teknolojide kendine yeten, kendi modern askerî ihtiyaçlarını kendisi karşılayan bir ülke hâline gelmelidir. Hepsinden de önemlisi Türkiye, İsrail’i bu kadar pervasız yapan nükleer teknolojiye sahip olmalıdır. Bunu hem kendi güvenliğini garanti altına almak, hem bölge barışını sürekli kılmak hem de düşmana karşı caydırıcı olmak için yapmalıdır.
Türkiye’nin elinde nükleer güç veya en az onun kadar caydırıcı bir silah olmadığı sürece Batı dünyası her gelen hükûmete kendi çıkar ve önceliklerini dayatmaya devam edecektir. O zaman İslam dünyasının acıları da asla son bulmayacaktır.
10 Ağustos’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimine böyle büyük bir trajedinin figüranları olarak gidiyoruz. Ancak sandık başında her oy başrolü oynar. Çünkü cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçları sadece Türkiye’nin bütünlüğü değil, bütün bölgenin selameti açısından önem taşıyor.