CUMHURİYET’İN İKİNCİ YÜZ YILINA DOĞRU TÜRK DEMOKRASİSİ

27 Eylül 2022 14:35 Yrd.Doç.Dr.Nasrullah UZMAN
Okunma
181

CUMHURİYET’İN İKİNCİ YÜZ YILINA DOĞRU TÜRK DEMOKRASİSİ
Doç. Dr. Nasrullah UZMAN
“Uluslararası İslam Konferansı’nı oluşturan 51 egemen üye devletten bazısı demokrasiyi hiç denememiştir, kimisi tecrübe etmiş, başarılı olamamış ve bu çabadan vazgeçmiştir; birkaçı merkezî iktidarın dikkatli ve sınırlı bir gevşetilmesiyle birlikte tekrar denemektedir. Birkaçı ilk sınamayı, yönetimin demokratik yöntemlerle değişimi aşamasını geçti. Modern zamanlarda ancak biri daha ileri sınamayı -iktidardakilerin demokratik yöntemlerle ikinci kez değişimini- halk iradesine boyun eğmeye istekli ve kendi isteğiyle geldiği yoldan gitmeyi kabul etmiş bir yönetim aşamasını geçti. Bu biri Türkiye Cumhuriyetidir.”
Bernard Lewis’in (Demokrasinin Türkiye Serüveni, İstanbul, 2007) yukarıda ifade ettiği gibi Türkiye, demokrasi ile yönetilen tek İslam ülkesi ve Orta Doğu’daki iki demokrasiden biridir. Peki, Türkiye’de demokrasi ne kadar eskiye dayanıyor? İslam öncesi Türk tarihinde hakan seçimle belirleniyordu ve önemli kararlar kurultaylarda istişare ile alınıyordu. Bu gelenek, İslam’dan sonra da devam ettirildi. Bu anlamda Türklerde demokrasinin oldukça eski ve köklü bir geçmişi var. Fakat modern anlamda demokrasinin temel koşulu olarak sandığı/seçimi esas alırsak Türk demokrasisi ne zaman başlar? Bilindiği gibi Türkiye’de seçimler 1800’lü yılların ilk yarısından itibaren yapılmaya başlandı. Elbette 1800’lü yıllarda seçimler günümüzdeki gibi değildi; fakat yine de 1833 yılında yapılmaya başlanan muhtarlık seçimlerini esas alırsak Türkiye’nin neredeyse 200 yıllık bir seçim/sandık deneyimi olduğunu söyleyebiliriz. Aynı durum Meşrutiyet’in ilanından sonra yapılan Mebusan Meclisi için de söz konusu. Fakat Türkiye’de ilk defa birden fazla siyasi partinin katıldığı seçimler İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde oldu. Anadolu’nun işgal edildiği ve Türk milletinin bağımsızlık mücadelesi verdiği Millî Mücadele Dönemi’nde bile hem Meclisi Mebusan hem de TBMM için milletvekilliği genel seçimleri yapıldı. Yakın coğrafyası bir yana bazı Avrupa ülkelerinde bile bu tarihlerde seçim yapılmadığı düşünüldüğünde Türkiye’nin bu anlamda çağdaşlarından çok daha ileri olduğu, güçlü bir geleneğe/deneyime ve köklü bir tarihe sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. Türkiye, diğer birçok alanda olduğu gibi demokrasi konusunda da Cumhuriyet Dönemi’nde ciddi ilerleme sağladı. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Türkiye’de anayasal saltanat dönemi kapandı ve demokrasi dönemi başladı. 23 Nisan 1920’de açılan TBMM, görevini tamamlayınca ikinci dönem için seçimler 1923 yılında yapıldı. Bu tarihten itibaren milletvekilliği genel seçimleri dört yılda bir yapılacak şekilde düzenlendi ve 1927, 1931, 1935, 1939 ve 1943 yıllarında yapıldı. Bu dönemde seçimlere yalnızca dönemin tek partisi, Cumhuriyet Halk Partisi katıldı. Türkiye, bu dönemde (1923-1946) her ne kadar tek parti ile yönetilmişse de demokratikleşme yolunca ciddi ilerleme sağladı: Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve milletvekilleri her dört yılda bir seçimlere katıldı. Bu demokrasiye inancın olduğu kadar sandık ve seçmen iradesine saygının göstergesiydi. Bu yolla halkın seçimlere alışması da sağlanıyordu. İki kez çok partili hayata geçiş denemesi yapıldı; fakat ikisi de başarısız oldu. Buna rağmen demokratikleşme yolunda bazı adımlar atıldı. Müstakil mebusluk uygulamasına gidildi. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. Gayrimüslimlere TBMM’de temsil hakkı tanındı. Müstakil grup uygulamasına gidildi. Bütün bu gelişmeler Türk milletinin çok partili hayata ve seçimlere alıştırılması açısından önemliydi. 21 Temmuz 1946 tarihinde yapılan milletvekilliği genel seçimleri ise Türk demokrasi tarihi açısından dönüm noktası oldu. İlk kez bu seçimlere birden fazla siyasi parti katıldı. Tek dereceli seçim sistemi ilk kez bu seçimlerde uygulandı. Bu seçimler aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin ilk erken seçimiydi. Bundan dört yıl sonra yapılan 1950 Seçimlerinde ise ilk kez iktidar el değiştirdi; kurulalı henüz dört yıl olan Demokrat Parti iktidar, 27 yıldır iktidarda olan Cumhuriyet Halk Partisi ise muhalefet oldu. Demokrat Parti, bundan sonra girdiği iki seçimi de kazandı ve 27 Mayıs 1960’a kadar Türkiye’yi yönetti. 27 Mayıs 1960 Darbesi’yle birlikte Türk demokrasisi kesintiye uğradıysa da bu durum fazla uzun sürmedi, 15 Ekim 1961’de yapılan milletvekilliği genel seçimleriyle birlikte Türkiye yeniden demokrasiye geçti. Bundan sonra Talat Aydemir’in iki başarısız darbe girişimi ve Adalet Partisini iktidardan uzaklaştıran 12 Mart 1971 Muhtırası yaşandıysa da Türkiye’de seçimler düzenli olarak yapıldı ve demokrasi rejimi sürdürüldü. 12 Eylül 1980 Darbesi’yle birlikte Türk demokrasisi onarılmaz bir yara aldı. Üstelik bu yaraların birçoğu aradan 40 yıl geçmesine rağmen sarılabilmiş değil! 1983 yılında yeniden demokrasiye geçilmişse de siyasi yasaklar sebebiyle, 12 Eylül öncesinin liderleri yani Alparslan Türkeş, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Bülent Ecevit seçimlere katılamadı. Bu anlamda seçmene bir nevi Turgut Özal dayatıldı. Dolayısıyla her ne kadar sivil yönetime geçildiyse de bu süreçte tam anlamıyla demokratik bir dönemden söz etmek zordu. Siyasi yasaklar ise darbeden 7 yıl sonra, 1987 yılında halk oylamasıyla kaldırıldı. Bu sayede siyasi yasaklı liderler, 1991 yılında yapılan seçimlere katılabildi. Türk demokrasisi, 28 Şubat süreci ve 27 Nisan e-muhtırası’ndan da zarar gördü. Fakat 15 Temmuz 2016’da FETÖ’nün Türkiye’yi işgal etme teşebbüsü olan hain darbe girişimi, Türk demokrasisine yönelik en ağır saldırıydı. TBMM’nin bile bombalandığı hain darbe girişiminde Türk milleti, tarihî sınavını başarıyla verdi. Küresel güçlerden aldığı talimatla hareket eden FETÖ’nün darbe girişimi adı altında Türkiye’yi işgal ve yıkma saldırısını önledi. Anlaşılacağı üzere Türkiye’nin 200 yıllık bir seçim/sandık deneyimi var. Demokrasi deneyimi ise bundan çok daha eski. Türkiye, Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923 yılı esas alındığında ilk 23 yıl tek parti, sonraki 76 yılda ise -arada küçük kesitiler olmuşsa da- çok partili demokratik sistemle yönetildi. Bunun birçok sebebi var. Öncelikle Türkler tarihin en eski milletlerinden biri ve son derece köklü ve zengin bir medeniyete sahip. Dahası Türkler, demokrasiyi (ve demokrasi ile özdeş kurumları/uygulamaları) birkaç yüzyıldır deneyimliyor. Bunlardan başka Bernard Lewis’in ifadesiyle Türkiye, hiçbir zaman sömürgeleştirilmedi. Hiçbir zaman sömürge yönetimine veya tahakkümüne girmedi. Türkler, her zaman kendi evlerinin ve hatta uzun bir süre başka birçok evin de efendisi oldu. Efendiliklerine meydan okunduğunda ise Millî Mücadele’yi kazandılar. Türkiye, demokratik kurumlarını da yabancı devletlerin baskısıyla değil kendi isteğiyle tesis etti. Cumhuriyet’i de kendi isteğiyle ilan etti. Bunların yanı sıra Türk tarihi bir bütün olarak ele alındığında Türkiye Cumhuriyeti, Cumhurbaşkanlığı forsunda da görüleceği gibi Büyük Hun İmparatorluğu’ndan Osmanlı Devleti’ne uzanan binlerce yıllık Türk devlet geleneğinin ve tarihinin vârisi, dolayısıyla da bu silsilenin son halkası ve temsilcisidir. Kara Kuvvetleri Komutanlığının, Büyük Hun İmparatoru Mete Han’ın tahta çıktığı MÖ 209 yılını kuruluş tarihi olarak kabul etmesi de bu durumun en somut örneğidir. Türkiye, her ne kadar istenmedik askerî müdahalelerle karşılaşmışsa da tarihî birikimi ve deneyimi sayesinde Cumhuriyet’in ilk yüzyılında demokrasi sınavını başarıyla verdi. Cumhuriyet’in ilk yüzyılında bütün aksaklıklara rağmen elde edilen başarılar ve sürdürülen istikrar, Türkiye’nin, demokrasisini güçlendirmeye devam edeceğinin, 2023 vizyonu doğrultusunda Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına sağlam adımlarla ilerleyeceğinin ve çağa damgasını vuracağının teminatıdır.