BİDEN’IN ORTA DOĞU, ERDOĞAN’IN TAHRAN ZİYARETLERİ: KÜRESEL VE BÖLGESEL HAREKETLER
Prof. Dr. Celalettin Yavuz
Rusya’nın 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna saldırısıyla birlikte hem Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada hem de küresel ölçekte farklı ve Türkiye’yi doğrudan ya da dolaylı ilgilendiren çok önemli stratejik girişimler yürürlüğe konmaya başlandı.
Savaşla birlikte Rusya’ya karşı yaptırımlar, ABD’nin önerisiyle 600 G7 ülkelerinin milyar dolarlık “Küresel Yeniden Yapılanma Projesi”, Haziran 2022 ayı sonunda NATO Madrid Zirvesi, Avrupa’da başlayan enerji krizi ve Ukrayna’nın ihtiyaç sahibi ülkelere ulaştırılamayan tahılı sebebiyle ortaya çıkan gıda krizini çözmek maksadıyla girişimler öne çıkan hususlardı. NATO Zirvesi’nde Rusya alenen tehdit olarak gösterilirken, hemen arkasına Çin de eklendi.
Bu gelişmelerin ardından ABD Başkanı Joe Biden, Orta Doğu’yu, iki gün sonra da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Tahran’ı ziyaret etti. Tahran ziyareti ve aynı ziyarette gerçekleştirilen Astana formatlı zirveyi takiben İstanbul’da BM Genel Sekreteri Guiterres’in de katılımıyla “tahıl krizi”ni sonlandıran anlaşma imzalandı. Baş döndürücü bir hızla Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bu küresel ve bölgesel gelişmeler üzerine, bu analizde ABD Başkanı Biden’ın Orta Doğu ziyareti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tahran ziyaretinin sonuçları üzerinde durulmuştur.
ABD’NİN ORTA DOĞU ÜZERİNDEN RUSYA VE ÇİN HESABI
ABD Başkanı Biden, görevine başladıktan bir buçuk yıl sonra 13-16 Temmuz 2022 tarihlerinde ilk Orta Doğu ziyaretini gerçekleştirdi. Her ne kadar Demokratların iktidarları döneminde diplomatik misyon başkanı ve Başkan Yardımcısı sıfatlarıyla pek çok kez ziyaret etmiş olsa da ABD Başkanı olarak ziyaretinin ayrı bir anlamı vardı. Pandemi sebebiyle 2021 yılında NATO Zirvesi’ne bile uzaktan konferansla katılan Biden, bu yıl NATO Zirvesi’ne canlı olarak katıldığı gibi, “Bölgede çatışma görevinde bir ABD askerî olmadan Orta Doğu’yu ziyaret eden ilk başkan olacağım!” diyerek Orta Doğu’daki görüşmelerini de ziyaretle gerçekleştirdi.
ABD’nin dünyanın en güçlü küresel gücü olarak uzun bir süre kalabilmesi maksadı taşıyan ve bu sebeple ajandası bir hayli yüklü olan Biden, Orta Doğu gezisinde özellikle Rusya ve Çin’i hedef gösterirken, Suudi Arabistan’la son dönemlerde rastlanan diplomatik ve ekonomik arızaları onarmayı da hedeflemekteydi. Ancak ilk durak, Orta Doğu’daki ilk ve en önemli müttefiki İsrail’di.
Rusya’nın Ukrayna’ya aldırmasıyla bilhassa Avrupa olmak üzere Batı dünyasında Soğuk Savaş sonrasının barış rüyaları tamamen sona erdi. Bu savaşla Rusya’nın Avrupa için “ebedî” bir düşman olduğu anlaşıldığı gibi, aynı zamanda bu “ezelî” düşmana enerji kaynakları açısından alabildiğine bel bağlanmış olduğu da idrak edildi. Son dönemlerde küresel politikalarından rahatsızlık duymalarına rağmen, endişelendikleri bu savaş sebebiyle ABD-İngiltere ikilisinin “dayatmacı” ağırlıklı politikalarına da uymak mecburiyetinde kaldılar. Öyle ki, “NATO’da beyin ölümü gerçekleşti!” diyecek kadar ABD’ye mesafe koymaya başlayan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bile süt dökmüş kedi gibi bu ikiliye yakınlaştı. Üstelik Eylül 2021’de ABD-Avustralya-İngiltere arasında Çin’e karşı kurulan AUKUS kısa adlı askerî ittifaka ve bu ittifak üzerine Avustralya’nın Fransa’ya evvelce ısmarlamış olduğu milyarlarca avroluk nükleer denizaltı projesini İngiltere’ye vermiş olmasına rağmen…
Avrupa Birliği’nin (AB) Fransa, Almanya ve İtalya gibi ağır topları aynı zamanda dünyanın en zengin ülkeleri olarak bilinen G7 ülkelerinin de üyeleridir. Bu üç ülke ABD-İngiltere’nin “Anglo-Sakson” iş birliği stratejisine G7 zirvesinde de maruz kaldılar. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını durdurmak ve caydırmak maksadıyla ortaya konan “yaptırım”ların neredeyse tamamı bu ikili tarafından önerilmektedir. Yaptırımlar canını sıktıkça misilleme yapan Rusya tarafından da karşı tarafı yıldırabilmek maksadıyla yeni yaptırımlar uygulanmaktadır. Bunlardan en belirleyici olanı ise Avrupa’ya ihraç ettiği doğalgazın “Ruble” ile satışıdır.
Rus doğal gazına özellikle ihtiyaç duyan Almanya’ya Baltık Denizi tabanından uzanan Kuzey Akım-2 hattının “bakım” sebebiyle %60 oranında azaltılan akışının, daha sonra kesilebileceği korkusu en derinden hissedilmeye başlandı. Bu gelişme üzerine Rusya’nın doğal gazı “silah” gibi kullanacağı algısı güçlendi. Rus gazına büyük ölçüde ihtiyaçları kalmadığını söyleyen İtalya’nın bile doğalgazda hala %25 oranında Rusya’ya bağımlı olduğu bilinmektedir. Almanya’da bazı bakanlar Almanlara “duş süresini beş dakika ile sınırlandırın!” diyecek kadar endişe ederken, Bavyera eyaletinin Ekonomik Birliği (VBW) Haziran 2022’deki verilerinde Alman ekonomisinin bu yılın ikinci yarısında 193 milyar avroluk bir hasar alabileceğini duyurdu. Neredeyse her gün Alman medyasında yakın gelecekte ekonomide durgunluk yaşanacağına ilişkin bir değerlendirmeler yayınlanmaktadır. Aslında Rus doğal gazına pek ihtiyaç duymayan Fransa da bu çağrılara katıldı. Cumhurbaşkanı Macron, Rusların önce Ukrayna üzerinden Avrupa’ya verdiği gazı kesmesi, ardından Kuzey Akım-2‘de azaltmaya gitmesi üzerine Rusya’nın “enerjiyi savaşta silah olarak kullanacağının mesajı” olarak değerlendirerek, Avrupa’nın Rus doğal gazına ihtiyaç duymayan bir senaryoya göre hazırlık yapmasının gerekliliği üzerinde durdu. Macron, “Savaş alanında bu yaz ve sonbahar çok zor olacak.” diyerek, bu konuda bir “genel seferberlik” çağrısında da bulundu. Avrupa’da durum o kadar vahim ki, merkezi Londra olan enerji şirketi Shell, zorlu bir kışın beklediği Avrupa’da petrol ve doğalgaz için “karne” kullanılabileceğini dahi ileri sürdü.
BİDEN’IN ORTA DOĞU GEZİSİNİN HEDEFLERİ NELERE OLABİLİRDİ?
Avrupa bu panik havasında iken Rusya’dan ithal edilen petrol ve doğal gazın yakın gelecekte kesilmesi için bastıran Biden’ın Orta Doğu gezisinin ilk ve en önemli maddesinde Rusya’dan kesilecek enerji hammaddesi boşluğunun Orta Doğu’dan nasıl doldurulabileceği idi.
İsrail’in ardından Filistinlilerin bölgesine geçen ve “iki devletli” çözümden yana olduğunu açıklamasına rağmen Filistinlilerce protesto edilen Biden’ın bir sonraki ya da son durağı Suudi Arabistan’dı. Bu ziyaret öncesinde Suudi Arabistan’ın hava sahasını İsrail’e açması üzerine Biden, İsrail’den hava yoluyla doğrudan Suudi Arabistan’a intikal eden ilk ABD Başkanı oldu. Suudi Arabistan ziyaretiyle bir taşla birkaç taş vurma şansı yakalayan Biden, ziyareti sırasında Körfez ülkeleri, Mısır, Irak ve Ürdün liderlerinin katıldığı “Cidde Güvenlik ve İş Birliği Zirvesi” sebebiyle bu ülkelerin liderleriyle de görüşme fırsatı buldu. ABD Başkanı, gezinin asıl amacını Suudi Kral Selman ve veliaht Prens Muhammed bin Selman’la konuşurken açıkladı. Rusya’nın saldırganlığına dikkat çekerek, mutlaka durdurulması gerektiğini vurgularken, hedef gösterdiği bir diğer ülke Çin’e karşı da mücadelenin önemine değindi. Bu iki ülkeyle mücadele stratejisinde Suudi Arabistan’la işbirliğinin öneminin altını çizen Biden, iki ülkenin “ortak çıkar ve sorumluluklara dayalı stratejik ortaklığının güçlendirilmesi” gerekli olduğunu tekrarladı. ABD’nin Suudilerden talebinin arkasında, bilhassa Avrupa olmak üzere, Rus enerji hammaddelerine bağımlı ülkelerin bu bağımlılığının azaltılması maksadıyla Suudi Arabistan’ın günlük üretimlerini daha da arttırması vardı. Nitekim ziyaretin ardından Suudi Veliaht Prensi Selman, ülkesinin petrol üretim kapasitesini günlük 13 milyon varile çıkarılacağı bilgisini verdi.
ABD’NİN ORTA DOĞU HAMLESİ RUSYA VE ÇİN’İ DURDURABİLİR Mİ?
Ağustos 2021 ayı içerisinde Afganistan’dan tüm dünyayı şaşkınlık içerisinde bırakarak askerlerini tahliye eden ABD, Eylül 2021’de AUKUS’u kurarak Çin’e karşı çok önemli bir hamle daha yapmıştı. Kasım 2021 ayı başından itibaren İngiltere ile birlikte Rusya’nın Ukrayna’ya askerî müdahalede bulunacağını yüksek sesle söylemeye, bu gerekçeyle Ukrayna’ya silah ve askerî eğitim desteği de vermeye başlamıştı. Sonunda beklenen 24 Şubat 2022’de gerçekleşti. Biden’ın “Katil!” diye suçladığı Putin’in Rusya’sı Ukrayna’ya saldırdı.
ABD, Rusya’ya karşı çevreleme politikasında Avrupa ve G7 ülkeleri bünyesinde büyük ölçüde başarılı olsa da Rusya, bu yaptırımlardan dolayı henüz pes etmiş değildir. ABD, bu kez Orta Doğu’da Rusya ve Çin’e karşı çevreleme stratejisini yürürlüğe koymanın peşinde. Ama Rusya, Suriye’de askeri olarak kalıcı şekilde yerleşmişken, Libya’da da petrol şirketleri ve özel askeri şirketi Wagner sayesinde bulunmaktadır. Bir bakıma Soğuk Savaş Dönemi’ndeki Sovyetler gibi Rusya da bu iki ülkede de kalıcılığını korumaktadır. Orta Doğu ülkelerinden Mısır da hâlâ Rusya’dan silah ve teçhizat ithal etmeye devam etmektedir.
2013 yılından beri başta Asya’da olmak üzere “Kuşak-Yol” projesine 890 milyar dolar yatırım yapan Çin, Orta Doğu’da askerî açıdan değilse de, ekonomik iş birlikleri açısından her gün biraz daha yerleşmektedir. Orta Doğu’daki petrol ihraç eden ülkeler arasında ilk sıradaki Suudi Arabistan’ın 2000 yılında Çin’le ticaret hacmi sadece 3 milyar dolardı. 2020’de 67 milyar dolara çıkarak 22 kat artış kaydetti. Suudi Arabistan’ın en büyük ticaret ortağı Çin iken, neredeyse tüm silah ve teçhizatını ithal ettiği ABD onu izlemektedir. Çin’in de Orta Doğu’daki en büyük ticaret ortağı Suudi Arabistan’dır. Suudi Arabistan son yıllarda Çin’in sınır komşusu ve müttefiki Rusya’yı bile geride bırakarak Çin’e en çok petrol ihraç eden ülke haline geldi. 2020 yılı itibariyle bile Çin’in son yıllarda Körfez Ülkelerine (Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE, Umman, Kuveyt, Katar) yatırımları 80 milyar doları bulmaktaydı. Bunun yaklaşık 30 milyarı Suudi Arabistan’a, 28 milyarı aşan kısmı da BAE’nedir.
Orta Doğu’da Çin’in önemli adımlar attığı bir diğer ülke de İran’dır. Uzun bir süredir İran-ABD ilişkilerinin iyi olmamasını iyi değerlendiren Çin, İran’la ekonomik ilişkilerini alabildiğine geliştirmiştir. Son olarak Mart 2021 ayı sonlarında tarafların imzaladığı anlaşma gereği 25 yıl süreyle Çin, İran’dan 400 milyar dolarlık yatırım karşılığında piyasaya göre “ucuz” petrol alacaktır.
Tüm bu özetlenen hususlar dikkate alındığında, ABD her ne kadar Orta Doğu’da Çin ve Rusya’nın önünü kesmek istese de bunu AB ve G7 ülkeleriyle anlaşmış olduğu gibi kolayca gerçekleştirebilecek gibi değildir.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN İRAN ZİYARETİNİN YANKILARI: İRAN’IN TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin daveti üzerine 18-19 Temmuz 2022 tarihlerinde Tahran’ı ziyaret etti. Ziyaret aslında bu yıl 7’ncisi düzenlenen “Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi” toplantısının gerçekleştirilmesi için önceden planlanmış bir faaliyetti. Ancak bu ikili ve heyetler arası toplantıya ilaveten 19 Temmuz’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in de Tahran ziyaretinin planlanmasıyla ikinci bir etkinlik “Astana Formatlı üçlü görüşme” de gerçekleşti.
Her iki etkinlik de bölgesel ve küresel gelişmelerin hız kazandığı bir dönemde gerçekleşince dış dünyanın da ilgisi oldukça yoğundu. Zira Ukrayna’ya giren Rusya’nın devlet başkanının da katıldığı zirve ile ABD ile bir türlü uranyum zenginleştirme anlaşması konusunda uzlaşma noktasına varamayan İran’la NATO üyesi Türkiye’nin liderlerinin bir araya gelmesi oldukça dikkat çekiciydi. Rusya ve İran petrol-doğalgaz üreticisi, Türkiye ise bu ürünlerin terminal ülkesi konumundadır. İran, 1979’daki “İslam Devrimi”nin ardından kurulan Molla rejimiyle birlikte bölge ülkelerine olduğu gibi Türkiye’ye de rejim ihraç etmeye kalktı. Bilhassa Körfez Ülkeleri üzerinde başarılı olduğu bu icraatı, kuşkusuz ki laik Türkiye’nin hoşuna gitmemektedir. Keza Türkiye’nin PKK terör örgütü ile mücadelesi sırasında da İran’la yaşanan sorunlar zaman zaman gündeme geldi. Irak’ta Şii hükümetler üzerindeki nüfuzu Türkiye ile ayrışan İran’ın, Suriye’de Türkiye’nin tam tersine en yakın müttefiki olarak Esad rejimine destek vermesi de bir diğer çatışan politikadır. Ama tüm bunlara rağmen İran, şu özetlenen hususlar sebebiyle bile Türkiye için önemli bir ülkedir:
• Erdoğan’ın İran ziyareti öncesinde görüşme masasına getirebileceği pek konu vardı. Ziyaretin önemi, salında İran gibi hem bölgesel bir güç hem de komşu ülke olması açısından bile büyüktü. Bir İslam ülkesi olan İran’da aynı zamanda nüfusun önemli bir kısmı da Türk unsuruna sahipti. Nüfusun %30-35’i olduğu ileri sürülen Güney Azerbaycan Türkleri yanında Türkmen Türkleri ve Kaşkay Türklerine de sahip olan İran, aynı zamanda Türkiye ile Türk Dünyası arasında karayolu (Tır) ulaştırmasında da önemli bir role sahiptir.
• Türkiye ile İran arasında 30 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşılması hedeflenmişti ama Mart 2020’de başlayan pandemi sebebiyle bu hedefin gerisinde kalındı. Buna karşılık İran, Türkiye’nin petrol ve doğalgaz ithal ettiği bir diğer önemli ülkedir. ABD’nin, 2015-2018 arası dönem hariç uzun yıllardır uranyum zenginleştirme tesislerinde BM Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimlerine tam olarak izin vermediği gerekçesiyle yaptırım uyguladığı İran’la Türkiye’nin bilhassa enerji sektöründe yapabileceği çok sayıda projeler mümkündür.
• Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorununda genellikle Ermenistan yanında durduğu bilinen İran’la, bu sorunun 2020 yılı sonbaharında büyük ölçüde Azerbaycan lehindeki gelişmelere sahne olmasıyla İran da bölgesel iş birliği açısından önemli bir aktör haline geldi. Henüz erken olsa da bölge ülkelerinin katılımıyla “3+3 Platformu” (Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan+Türkiye, Rusya, İran) ya da “Altılı Platform” kurulması bir süredir gündemdedir. Bölgesel iş birliği içerisinde Ermenistan’ın güneyinde inşası düşünülen “Zengezur Koridoru”nun gerçekleşmesi için de İran, olmazsa olmaz gibidir.
• Ağustos 2021 ayı içerisinde ABD, Afganistan’dan tüm dünyayı şoke ederek askerlerini çekerken, Afganistan Taliban’a terk edildi. ABD’nin güdümüyle kurulmuş olan Afgan hükûmetleri Taliban’ın gelişiyle çökerken, ABD müttefikleriyle iş birliği yaptıkları bahanesiyle yüzbinlerce Afgan, Taliban’ın gazabı ile karşı karşıyaydı. Taliban’ın zulmünden ve kıyımından kaçmak, hatta ülkedeki açlık ve sefaletten uzaklaşmak maksadıyla yollara düşen binlerce Afgan’ın Türkiye’ye uzanan uzun göç yolu üzerinde de İran bulunmaktadır. Afganlara ilaveten Pakistan ve civardan Batı’ya yönelen ve Türkiye’ye intikali hedefleyenlerin de gene intikal hattı İran üzerinden geçmektedir.
• 24 Şubat 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından bölgesel ve küresel dengelerde yaşanan deprem etkisindeki değişime ilaveten, küresel çapta bir enerji ve gıda krizi gündeme geldi. Her iki ülke de Rusya ile ilişkilerini kopartmadan sürdüren bölge ülkeleridir.
• İran, Rusya ile birlikte Türkiye’nin 917 km’lik güney sınırının bulunduğu Suriye’deki Esad rejiminin de iki müttefikinden biridir. Türkiye, Rusya ve İran arasında 2017’de kurulan “Astana Formatı”, aynı zamanda Suriye’nin geleceği için ABD ve AB güdümünde BM şemsiyesi altında yürütülen Cenevre Süreci’nin alternatifi veya tamamlayıcısı gibi de çalışmaktadır.
ERDOĞAN-REİSİ GÖRÜŞMESİNDE MASAYA GETİRİLEN KONULAR
Görüşmenin görünürdeki konusu belli idi: Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi! Yani iki ülke lideri, özellikle ekonomi konusunda örtüşen çıkarlar üzerinde hangi çözüm önerileri getireceklerdi. İran, her ne kadar ABD ve yakın ülkelere dayatarak kabul ettirdiği yaptırımları karşısında pes etmemişse de ekonomik alanda pek rahat olmadığı da bilinmektedir. Ancak Rusya-Ukrayna savaşı, yükselen enerji hammaddeleri sebebiyle İran’ı bir nebze rahatlatmaya başlatmış olabilir. Bu savaşın zararlarının dokunduğu ülkelerden biri ise yükselen enerji maliyetleri ve azalan turist sayıları sebebiyle Türkiye’dir. Bu sebeple ikili görüşmelerin odağında ekonominin bulunması normaldi.
19 Temmuz’da Tahran’da gerçekleştirilen “Astan Üçlüsü”nün toplantısı, ABD Başkanı Biden’ın Ortadoğu ziyaretinin hemen arkasından yaşandı. Kuşkusuz ki bu zirve, özellikle Rus lider Putin’in başarı hanesine yazılacaktır. Üstelik son günlerde ABD Başkanlık Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan’ın Rusya’nın, İran’dan çok sayıda İHA/SİHA alabileceğine ilişkin beyanatının üzerine. Zaten Putin’den hemen önce Tahran’a Rus askerî uzmanlar da intikal etmişler.
ASTANA FORMATI 7. ZİRVESİ’NDE UZLAŞMA SAĞLANABİLDİ Mİ?
19 Temmuz akşamı Reisi’nin ev sahipliğinde Tahran’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin’in de katılımıyla gerçekleşen Astana Zirvesi’nin sonunda her üç lider de Suriye üzerine düşüncelerini dile getirdiler. Zirvede Ukrayna tahılının dış dünyaya çıkışıyla ilgili olarak da konuşuldu ve neticede 16 maddelik sonuç bildirisiyle Suriye’nin geleceğine ilişkin “mutabakat” olduğu izlenimi verilmeye başlandı. Ama gerçekler böyle miydi?
Reisi, ABD’nin Suriye’de Fırat’ın doğusundaki varlığının kabul edilemez olduğunu vurgularken, Putin de “Suriye’nin geleceğini Suriyeliler belirlemelidir!” diyerek bir bakıma Reisi’ye destek verdi. Öte yandan Ukrayna’nın Donbass bölgesine saldıran Putin, “Suriye’deki sorunlar askeri yolla değil, siyasi yolla çözülmelidir!” diyerek, Türkiye’nin PKK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD/YPG’ye olası askerî harekâtını desteklemediğini ifade etmiş oldu.
Görüşme sonunda Erdoğan net bir şekilde Suriye’de Türkiye’yi rahatsız eden gelişmeleri açıkladı. PYD/YPG’nin, daha önce Rusya ile yapılan mutabakata rağmen hâlâ Türkiye sınırının en az 3 km güneyine uzaklaştırılmadığını, teröristlerin Tel Rıfat ve Münbiç’te yuvalanarak Türkiye’ye zaman zaman bu bölgeden saldırıdan bulunduğunu ifadeyle Türkiye’nin terör yuvalarına muhtemel harekâtı için destek talebinde bulundu. Suriye’nin geleceğini belirleyecek Anayasa Komisyonu’nun çalışmalarındaki gecikmenin Astana Süreci’ni baltaladığına dikkat çekerek, Suriyeli sığınmacıların “güvenliklerinin garanti edileceği” bir geri dönüşün önemine değindi. Suriye’nin yeniden imarında ise sadece Türkiye gibi bölge ülkelerinin değil, uluslararası iş birliğinin gerektiği konusunda desteğin önemini vurguladı. İdlib’le ilgili Rusya’nın endişelerini paylaşmakla birlikte, bölgede terör yapılanmasına izin verilmediğinin altını çizdi.
Erdoğan’ın Suriye ile ilgili konuşmalarında doğrudan değilse de dolaylı olarak Rusya’nın tutumundan duyulan rahatsızlık dile getirilerek, Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapıldı. İran’la ilgili açık bir rahatsızlık hissedilmez iken, İran’la savunma sanayii alanında ortak çalışmalar yapılması teklifi ise en dikkati çekici ifadeydi.
Sonuç itibarıyla Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada bölgesel ve küresel ölçekte çok hızlı değişimler yaşanmakta, bilhassa ABD liderliğindeki küresel stratejiler yürürlüğe konmaya çalışılırken, Rusya’nın karşı hamlelerle ABD ve Batı ülkelerine cevap verdiği görülmektedir. Türkiye ise giderek iki kutuplu düzene geçiş emaresi veren küresel gelişmeler karşısında bir taraftan bölge istikrarı için çaba sarf ederken, diğer taraftan da millî güvenlik endişelerini gidermeye çalışmaktadır. Ancak Türkiye’nin millî güvenlik endişeleri ne bölge ülkeleri, ne de bölge dışı aktörler tarafından hâlâ samimiyetle paylaşılmamaktadır. Bu ülkeler arasında ABD, Rusya ve İran öne çıkmaktadır…