KKTC’nin Unutulmaz Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın “Türkiye’nin Huzuru” İçin Duyduğu Özlem

18 Ağustos 2021 14:40 Prof.Dr.Celalettin YAVUZ
Okunma
189
KKTCnin Unutulmaz Cumhurbaşkanı Rauf Denktaşın “Türkiyenin Huzuru” İçin Duyduğu Özlem

KKTC’nin Unutulmaz Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın “Türkiye’nin Huzuru” İçin Duyduğu Özlem

Prof. Dr. Celalettin Yavuz


“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) Cumhurbaşkanlarından Rauf Denktaş, geride unutulmayacak haklı bir isim bıraktı. Denktaş hem Türkiye’de hem Kıbrıs’ta hem de uluslararası sahada Kıbrıs meselesini anlatmaya çalışan, Kıbrıs Türk’ünün lehinde olabilecek her fikri canla başla dinleyen, görüşmelerde Kıbrıs konusunu büyük bir özveriyle savunan müthiş bir devlet adamıydı.  Bu vesileyle kendisini saygı, sevgi, minnet ve rahmetle anıyorum. Sayın Denktaş, bir zamanlar Almanya’da deniz ataşesi olduğum dönemde, o sıralarda başkent olan Bonn’a gelmişti. Ziyaret, KKTC Almanya tarafından tanınmadığı için gayriresmî idi. Yıl 1996 veya 1997 başları idi.
O günlerde sabahleyin mesaiye gittiğimizde Silahlı Kuvvetler Ataşemiz olan general bize, ‘Arkadaşlar Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş geldi, dün akşam Büyükelçilik rezidansında kaldı. Şu anda kahvaltısını bitirmiştir, kahvesini içiyordur. Şimdi tam vaktidir, gidelim ve hem kendilerine hoş geldiniz diyelim hem de biraz sohbet ederiz. Bölge ile ilgili, Kıbrıs’la ilgili bazı bilgiler alırız.’ dedi. Denktaş’ın huzuruna çıktığımızda gerçekten de rahmetli kahvesini içiyordu. Biraz sohbetten sonra gözlerimiz TRT İnt TV kanalına takıldı. O dönemde Türkiye’de sadece TRT-İnternational yurt dışına yayın yapıyordu.
O dönemde de Türkiye’de 28 Şubat süreci ile ilgili hayli sıkıntılı bir süreç yaşanıyordu. Türkiye kaynıyordu, hele de dışarıdan baktığınız zaman... Türkiye’de huzur yok, buna karşılık oldukça karmakarışık bir ortam vardı. Rahmetli Denktaş şöyle bir baktı ve yüzünden belli olan bir teessürle şunları ifade etti: ‘Ya Rabb’im bu Türkiye ne zaman huzur bulacak? Türkiye huzur bulsa da bir de ben bulsam.’ Geçen zaman içerisinde Denktaş Hakk’ın rahmetine kavuştu, kendisi huzuru buldu ama Türkiye hâlâ onun özlediğine kavuşamadı. Yani hâlâ huzur bulamadı… Türkiye huzur bulacak mı bulmayacak mı ayrı bir konu. Onu daha sonra tartışırız. Ancak Sayın Denktaş’ın Bonn gezisi ile ilgili hususlara burada yer verilecektir.
Aynı dönemde yine akşam Sayın Rauf Denktaş’ın Kıbrıs’la ilgili Bonn’da vereceği bir konferans vardı. Ben de Kıbrıs konusunda oldukça meraklı biri olduğum için, konferansa özellikle ilgi duyuyordum. 1976-1980 döneminde Mersin-Kıbrıs arasında çalışan bir lojistik destek gemisinde (TCG Erkin) görevli idim. Dolayısıyla Kıbrıs Barış Harekâtından hemen bir buçuk yıl sonra Ada’ya devamlı olarak gidip gelen birisi olarak, Kıbrıs konusunda çok değerli bilgilere sahip olmuştum. Kıbrıs Barış Harekâtı ve daha sonra yaşanan değişimlerle ilgili olarak, harekâta fiilen katılan komutan ve subaylardan epeyce hatıra dinlemiştim. Tabii ki Kıbrıslı yerli Türklerden de…
Deniz Harp Akademisi eğitimi için bulunduğum 1981-1983’te kurmay eğitimi sırasında Kara-Deniz-Hava Kuvvetlerinden gelen arkadaşlarla çok ortak derslerimiz vardı ve bunlardan birisi de amfibi harekâttı. Görevim sırasında edindiğim bilgiler sebebiyle Kıbrıs Barış Harekatındaki çıkarmayla ilgili takdim o dönemdeki hocamız (Kemal Tok) tarafından bana tevdi edilmişti. Sunumu yapmış, bununla yetinmeyip Kıbrıs Barış Harekâtı ile ilgili iki tane de kitapçık hazırlamış, bu derleme kitapçıklardan birini de Deniz Harp Akademisine teslim etmiştim.
Sayın Denktaş’ın konferansına değinmeden önce Kıbrıs’la ilgili bir konuyu daha arz etmekte yarar görüyorum: Deniz Harp Akademisinden 1983’te mezun olduktan sonra Genelkurmay Personel Başkanlığında Personel Dairesi, Disiplin ve Moral Şubesine tayin olmuştum. Tayin olduktan yarım saat sonra Kıbrıs madalyaları taltifleri ile ilgili konunun proje subayı oldum. Niçin derseniz. Kıbrıs Barış Harekâtında Korgeneral rütbesiyle Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri olan Nurettin Ersin Paşa,  kısa bir dönem Genelkurmay Başkanlığı (1983) yaptı. Yani haziran sonu yani temmuzda Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren, Köşk’e çıkmış ve yerine de 10 veya 11 Aralık’a kadar Nurettin Ersin Paşa Genelkurmay Başkanlığı yapmıştı. Daha sonra da bu görevi Necdet Üruğ Paşa devraldı.
Kıbrıs Barış Harekâtının Komutanı Nurettin Ersin Paşa Genelkurmay Başkanı olunca hemen o harekâta katılan mahiyetindekiler, “Paşam, Kore Savaşı’na katılanlar gazi maaşı vs. dâhil bazı haklara yıllardır sahipler. Ama bizim ne böyle bir hakkımız ne de madalya ile ödüllendirmemiz yapıldı. Şimdi bu harekâtı ve bizleri en iyi bilen bir komutan olarak en etkili ve yetkili yerdesiniz. Bari siz isteklerimize derman olun!” deyince, Ersin Paşa’nın o kısa süreli Genelkurmay Başkanlığı sırasında ilk el attığı konulardan biri, Kıbrıs Harekâtına katılanların ödüllendirilmesi meselesiydi. Daha adımımı atar atmaz başladığım bu proje için aslında tüm hazırlıklar 1974’te yapılmıştı. İlgili şubenin arşivindeki belgelere göre; madalya veya rozetle taltif için sıralı sicil amirleri (komutanlar) tarafından ast komutandan yukarıya kadar hangi madalya ile taltif edileceği (altın, gümüş ve bronz) değerlendirmeleri yapılmıştı. Bunların hepsini elden geçirdim.(Şu anda keşke bu belgelerden birer fotokopi alabilseydim diye hayıflanıyorum.)
Kıbrıs’la ilgili pek çok anılarım var. Bunlar arasında, Sayın Rauf Denktaş Bonn’a gelmeden önce Almanya’da Yedekler Cemiyetine Kıbrıs’la ilgili verdiğim bir de konferans var. Ateşe olduğum sırada, Hannofer şehrindeki “Yedekler Cemiyeti” Başkanı telefonla bizzat beni arayıp Kıbrıs konusunda bir konferans vermemi istedi. Sadece askerî ataşe değil, aynı zamanda ‘Dr.’ unvanlı bir “bilim adamı” idim. Gururumu çok okşasa da ‘Bunu benim vermem pek uygun olmaz.’ dedim. Sebebi sorulunca da ‘Çünkü askerî ateşeyim. Genelkurmaydan özel izin almak gerekiyor. Ama isterseniz Büyükelçiliğe sorayım. Size bu konuyla ilgili bilgi veririm.’ dedim. Uygun buldular.
Bu arada durumu Silahlı Kuvvetler Ataşesi generale ilettiğimde ‘Bu konferansı sen versene!’ dedi. ‘Komutanım ben veririm ama Genelkurmaydan izin almak gerekiyor bu da uzun iş.’ dedim. ‘Peki.’ deyince gidip elçilik müsteşarı ile görüştüm. ‘Tamam, biz veririz.’ diyerek üstlenildi. Yedekler Cemiyeti Başkanı’na durumu bildirdim ve konu kapandı sanıyordum.
Aradan bir süre geçtikten sonra aynı yerden bir daha aradılar. Konferansı üstlenen Elçi Müsteşar’a durumu bildirdim ama ’O tarihte Türkiye’den ağırlıklı bir delegasyon geliyor biz veremeyiz! Hannover Başkonsolosluğunun Muavin Konsolosu versin!’ cevabını aldım. Yedekler Cemiyetini arayıp durumu bildirdiğimde “Herr Dr. Yavuz, biz aslında sizden talep ettik. Ama elçi müsteşar verecek dediniz ve ona göre hazırlık yaptık. Şimdi de muavin konsolos verecek diyorsunuz. Biz bunu konferans katılımcılarına nasıl açıklarız?” deyince konuyu tekrar Silahlı Kuvvetler Ataşesine açtım. Sonuçta konferansı benim vermem kararlaştırıldı. O zaman Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir idi. Genelkurmaya çektiğimiz benim konferans vermemle ilgili mesaja gelen cevap ‘Uygundur!’ cevabı verildi. Böylece hayatımın en keyifli konferanslarından birisini Almanca olarak vermek kısmet oldu. Hatta onunla da yetinmeyip Alman Silahlı Kuvvetlerine yakın bir dergide de yayımlatma fırsatı buldum.
Sayın Rauf Denktaş’ın, Bonn’da konferans vereceği salona bizler de sivil kıyafetle gittik. Salonun girişine yakın yerlerde itibaren biriken Rum ve Yunanlılar ellerindeki döviz ve bayraklarla protesto için toplanmışlardı. Bunları görünce Rum-Yunan ikilisinin bu kadar kısa sürede nasıl organize olabildikleri dikkate değer olup, Rumların ve Yunanlıların bu özelliğinin bilinmesinin özellikle altını çizmekte yarar görüyorum.
Keyifli bir konferans dinledik. Denktaş, aslında Rum ve Yunan tarafının dünyayı ikna etmeye çalıştığı gibi Kıbrıs meselesinin 1974 Barış Harekâtı ile başlamadığını, tam tersine daha önce 1963’ün sonlarına doğru Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’un Akritas Planı’nı yürürlüğe sokarak Zürih ve Londra gibi kuruluş antlaşmalarının ruhuna aykırı hareketlerle anlaşmaları çiğnediğini, yani Cumhurbaşkanı’nın Rum, Cumhurbaşkanı Yardımcısının Türk olduğu, kabinede 10’a 3 bir ayrım olduğu, milletvekillerinin de yine o şekilde olduğu, idari görevlerde Türklerin de olduğu, ancak buna rağmen Akritas Planı ile Türklerin yönetimden uzaklaştırıldığını ve bir asimilasyona gittiğini, sorunun bununla başladığını, hatta 1963’ün sonunda Kanlı Noel dediğimiz 30 küsur Türk’ün katledildiği olaylardan bahsetti. Yani Kıbrıs Barış Harekâtı bir sebep değil sorunun daha öncesinden kaynaklandığını çok güzel anlattı.
Soru-cevap bölümüne gelindi. Pek çok soru yöneltildi ve bunlara açıklık getirildi. Ben de ön tarafta oturuyordum ve sol tarafımda da şu an ismini hatırlayamadığım, daha önceden Ankara’da büyükelçilik yapmış olan emekli Alman büyükelçi vardı. Kendisi de Türk-Alman Dostluk Derneği Başkanı idi o zaman.  
Soru – cevap kısmında ben de İngilizce bir soru ile açıklık getirilmesi için bir soru yönelttim. Sivil kıyafetliydim ve kendimi deniz tarihçisi (Marine Historiker) olarak tanıtıp sorumu yöneltmiştim. Bunun üzerine önce tebessüm eden Alman büyükelçi, konferanstan sonra “Herr Dr. Yavuz, sayenizde yeni ve güzel bir Almanca terim öğrendim: Marine Historiker!” diyerek beni tebessümle tebrik etti…