Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci, CHP’nin önerdiği Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu isminde MHP, DP, DSP ve BBP’nin uzlaşması ile yeni bir evreye girmiş bulunuyor. Saadet Partisi de muhtemelen İhsanoğlu’nu destekleyecektir. Bu durumda kendi adayı ile seçimin ilk turuna gireceğini açıklayan HDP (BDP) bir tarafa bırakılacak olursa, 12 yıldır Türkiye’yi yöneten AKP’nin adayı ile çatı adayı İhsanoğlu’nun yarışacağı anlaşılmaktadır.
İhsanoğlu isminin kamuoyuna açıklandığı andan itibaren CHP içinden ve dışından daha çok kendilerine “ulusalcı, Atatürkçü” diyen bazı kimselerin tepki göstermeye başladığı bilinmektedir. CHP içindeki tepkilerin genellikle İhsanoğlu’nun tanınmamasından kaynaklandığını, tanındıkça tepkilerin azaldığını gözlüyoruz. Buna rağmen bazı yazarçizer takımı ısrarla İhsanoğlu’nun aleyhinde yayınlara devam etmektedir. Bunların çabalarının daha çok AKP adayına yarayacağını tahmin etmek zor değil. Hangi gerekçeyle olursa olsun İhsanoğlu’nu yıpratmanın AKP’nin değirmenine su taşımak olduğu açıktır. Hem AKP karşıtı gözükmek hem de İhsanoğlu’nu yıpratmaya çalışmak başka türlü anlamlandırılamaz.
Şimdi şu soruları sormanın zamanıdır: Muhalefetin (Türk milletinin) çatı (ortak) adayı Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu doğru bir aday mıdır? Hangi sosyolojik zemine dayanmaktadır? Dünya ve Türkiye’deki değişimin oluşturduğu Türkiye vizyonuna uygun bir aday mı belirlenmiştir?
1990’lardan sonra, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılması ile sona eren “Soğuk Savaş”ın ardından dünya yeni bir “dil sistemi”nin etkisine girmiştir. Siyasete, ekonomiye, kültüre ve toplumları kuşatan bütün alanlara yayılan bu “dil” öncesine göre daha “muhafazakâr” bir dildir. Klasik “dinî söylem” de değişmiştir. Laik-demokrat bir dindarlık anlayışı, hukukun üstünlüğü, insan hakları kavramları yeni dönemin belirleyici unsurlarıdır.
Prof. Dr. Nadim Macit, Dünya Dil Sistemi ve Dini Söylem (Sarkaç Yayınları, Ankara, 2010) isimli konuyla ilgili önemli çalışmasında şunları söylüyor: “Klasik teolojinin geçerli olduğu çağ, kralların ve sultanların çağıdır. Modernitenin geç dönemi tersine çevirerek inşa ettiği dönem baskıcı ve totaliter rejimleri ve sistemleri üretmiştir Faşizm, Marksizm gibi. İçinde bulunduğumuz çağ; küresel siyasi otoritenin engellemelerine rağmen laik-demokratik hukuk devletini topluma güven veren ve toplumun tümünü kucaklayan, hukuku kendi politik amaçlarına uydurmayan, adaleti sağlamanın ilkesi gören demokrat liderlere kapı açmaktadır…” (s. 324)
Sayın İhsanoğlu’nun kişiliğine bakıldığında “bu çağın kapı açtığı bir lider” olduğu görülecektir. Son dokuz senedir yavaş yavaş, son dört yıldır da artarak otoriterleşen, hukukla, adaletle ilişkisi hep tartışılan, gerginlik stratejisi ile kazandığını düşünen, toplumu ayrıştıran, kamplaştıran, kendisinden olmayanları ötekileştiren Erdoğan’ın yeni dönemi temsil ettiğini söylemek mümkün değildir. İlk defa halkın seçeceği cumhurbaşkanı Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı olacaksa bu Ekmeleddin İhsanoğlu’nun temsil ettiği değerler ve kişilik özellikleri ile olacaktır. Bu değerlerin başında kucaklayıcılık, birleştiricilik, demokratlık, hukukun üstünlüğüne inanmışlık, manevi ve millî değerlerimiz ile çatışmazlık gelmektedir. Kaldı ki birbirinden çok farklı siyasi gelenek ve ideolojik duruşlara bağlı muhalefet partilerinin bir araya gelerek böyle bir aday ismi üzerinde anlaşmaları bile bu yeni dönemin “uzlaşma” dönemi, Ekmeleddin Bey’in de “uzlaştırıcı” cumhurbaşkanı olacağının göstergesi olarak değerlendirilmelidir.
Kanaatimizce Ekmeleddin Bey doğru bir seçimdir. Onun adaylığına itiraz edenler öncelikle kendi durdukları yeri ve halkla olan ilişkilerini sorgulamalıdırlar. Dünyaya ve Türkiye’ye hâlâ Soğuk Savaş dönemi kafasıyla bakanları tarih er veya geç tasfiye edecektir. Çünkü değişim ileriye doğrudur. Artık bu millet “ilerici” geçinip, “mürteci”lik yapanlardan bıkmıştır.