ÖLÜMÜNÜN 44. YILINDA NİHAL ATSIZ

15 Ocak 2020 13:37 Prof. Dr.Saadettin Yağmur GÖMEÇ
Okunma
577
ÖLÜMÜNÜN 44. YILINDA NİHAL ATSIZ


Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra söndürülmek istenen Türklük ateşini ve ocağını yeniden alevlendiren, doğudan batıya, kuzeyden güneye bütün Türk dünyasında önemli bir yere sahip olan Atsız Beg’in hayatına dair fazla bir şey söyleyeceğimizi sanmıyoruz. Çünkü bugüne kadar binlerce şey kaleme alındı. Yani onun 1905 yılında doğumu ile 1975’te ölümüne değin biyografisini vermektense, daha çok onun Türklüğü ve Türklüğe kazandırdıkları üzerinde durmayı düşünüyoruz.
Mustafa Kemal Atatürk, Nihal Atsız, Alparslan Türkeş ve Ebulfez Elçibey, son yüzyılda Tanrı’nın Türk milletine rehber olmaları için gönderdiği üç abide şahsiyettir. Ama şu bir gerçektir ki, Türk milleti olarak hiçbirisinin değerini henüz yeterince anlamış değiliz ve onların ülkülerini hakikat yapmak uğruna ciddi bir gayretimiz de yok.
Çocukluğu Osmanlı Devleti’nin çöküşüne ve Cumhuriyet’imizin kuruluşuna rastlayan Nihal Atsız, o vakitlerde Türklere reva görülen kötü muamelelere tanık olmuş, belki de Türkçülük, Türk milletini sevme, onu yeniden ihtişamlı günlerine döndürme ülküsü böylece doğmuş, bu yüzden etrafındaki insanları da teşvik etmiştir.
Öğrencilik hayatı talihsizlikler içinde geçen Atsız Beg’in ilk yüksekokul deneyimi Harbiye olduysa da her Türk Milliyetçisinin bildiği sebeplerden dolayı buradan ayrılarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde kendini bulmuştur. Edebiyat Fakültesindeki bu öğrenim hayatı Atsız’a hem mükemmel bir edebiyatçı hem de tarihçi olmasının yolunu açtı. Okulunun başarılı talebeleri içindeki Atsız, 1926’da girdiği Edebiyat Fakültesinde de komünistlerle yaptığı mücadelelerle dikkati çekiyordu. Daha talebelik yıllarında ilmî meselelerde hocalarıyla tartışarak, onların Türk dili ve tarihi konusundaki yanlışlarını göstermek gibi birtakım nedenlerden ötürü üniversitedeki asistanlık hayatı da kısa sürdü.
Türkiye’deki ilk edebiyat tarihi çalışmalarından birisini gerçekleştiren Atsız Beg, Türk tarihine de çevriler ve telif eserleriyle katkıda bulunduğu gibi, kendisinden sonra “millî tarih akımı” diye söylenecek olan yeni bir anlayışı yerleştirmeye gayret etti. Onun fikirleri bugün tarihi, bir ilim ve milletlerin hayatında hız verici bir vasıta olarak gören tarihçiler tarafından örnek alınmaktadır. Atsız Beg, Türk tarihini bir bütün hâlinde düşünür ve meselenin onu sistemleştirmekten ibaret olduğuna inanır. O, “Millî menfaatlerimiz ve bugünkü bilgilerimiz ışığı altında Türk tarihini ikiye ayırabiliriz.” deyip, şöyle bir izahta bulunuyor:
1- Ana yurttaki Türk tarihi
2- Yabancı illerdeki Türk tarihi
Anayurttaki Türk tarihi en eski çağlardan 11. yüzyıla kadar, Doğu Türk-ilinde geçer. Bu Doğu Türk İli veya Türk yurduna Mogolistan ve Doğu Sibirya da girer. 11. asırda batıda ikinci bir ana yurt daha kurulmuştur ki, bunun adı Türkiye’dir. Bu vatanın sınırlarına bugünkü Türkiye, Kafkasya ve Azerbaycan, Irak ile Kuzey Suriye dâhil olmaktadır. Doğu Türk İli ve Türkiye tarihleri aralıksız bir bütün hâlinde hâlâ sürmektedir. Üstelik zaman zaman bu iki yurt birleşmişlerdir (Çingiz, Temür ve Osmanlı çağı).
Yabancı illerdeki Türk tarihi ise, Türklerin yerli ahaliler üzerinde üstünlük kurdukları devletlerin tarihidir. Bunlar sürekli olmamış, sonunda bu Türkler hükmettikleri milletlerin arasında erimişlerdir. Bunun çeşitli sebepleri vardır; en belli başlıcası nüfus meselesidir. Mesela bugünkü Mısır Devleti, Türk askerlerine dayanan bir hanedan tarafından kurulduğu hâlde, günümüzde Mısır tamamıyla bir Arap devleti olmuştur. Bunun benzerleri Orta Avrupa’daki Avar ve daha sonraki Kuman-Kıpçak hâkimiyetleridir.

Bütün bunlardan sonra söyleyebileceğimiz şey, Türk tarihi bir bütünlük içerisinde değerlendirilip, olayları buna göre yorumlamak millî menfaatlerimiz açısından tek çıkar yoldur, diyen Atsız Beg’in bu doğrultuda kaleme aldığı Türkiye tarihi, maalesef kayıptır.
Atsız Beg’in romanları ile hikâyeleri de Türk edebiyatının klasikleri arasına girmiştir. Özellikle Bozkurtlar (bu ilk önce iki kitap hâlinde neşrolunmuştur: Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor) ve Deli Kurt gibi tarihî romanları Türk gençlerine vatan ve millet sevgisinin verilmesi yanında, bu aşkın her şeyden üstün olduğunu vurgulayan harikulade eserlerdir. Tabii ki onu bu konuda başarılı kılan tarih bilgisiyle, edebiyatçılığını birleştirmesidir ki, bugün Türkiye ve Türk dünyasının her yerinde Atsız’ın eserleri üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Çünkü o, bu yüce milleti karşılıksız sevmiştir. Bununla birlikte edebiyatımızda “Ruh Adam” misali psikolojik bir roman örneği ise çok azdır. O, Kür Şad gibi bir kahramanı tarihin derinliklerinden çıkarıp, bütün Türk milletine mâl etmiştir
Ünlü Türk sosyologu Z. Fahri Fındıkoğlu onu; “Türklük davası yolunda yılmadan çabalayan tek bir adam” olarak tarif ediyor. İşte Türk ve tavizsiz Türkçü olması nedeniyle, kasıtlı biçimde Atsız Beg’in tarihçiliğine, edebiyatçılığına ve Türkçülüğüne birtakım densizler dil uzatmaktadırlar ki, bunu yapanların çoğunun soy özürlü olduğunu biliyoruz. Kendisini bir halt sanan ve ünlenmek isteyen zavallı insanlar ona saldırarak bir yerlere geleceklerini sanıyorlar. Atatürk’e bile açıkça dil uzatmaktan çekinmeyen kişiliksizler, Atsız Beg gibi Türk Milliyetçilerine yüklenerek birileri Türklüğü yıpratmak düşüncesindeler.
Onun şiirleri de yine millî havayı yansıtması bakımından bu konudaki tek numunedir. İstisnasız bütün Türk milliyetçileri bu manzum eserlerden etkilendikleri gibi, pek çok sıradan kişinin de içindeki Türklük ateşinin parlamasına vesile olmuştur.
Tarihçi, edebiyatçı ve dilci Atsız Beg’in gözden kaçtığını sandığımız bir hususiyeti de Türk milliyetçiliğini sistemleştirme çabalarıdır. O,  aşağı yukarı Mustafa Kemal’in altı ilkesinin de içinde olduğu dokuz ülkü belirlemişti ki, bu daha sonra Türk milliyetçilerinin 9 Işık’ı hâline geldi. Bunlar da şunlardır: 1- Türkçülük, 2- Türkçecilik, 3- Yasaları koruma, 4- Toplumculuk, 5- Millî geleneğe sahip çıkma, 6- Demokrasiye saygı, 7- Ahlaklı olma, 8- Bilime önem verme, 9- Teknikte ileri gitme. Atsız Beg, Türklerin ancak bu sayede gelişeceklerine inanmaktaydı.
Atsız aynı zamanda bir Türkçü nasıl olmalıdır, onu da tarif etmiştir. “Türkçü, Türk soyunun üstünlüğüne inanmış olan kimsedir. Türkçü, millî çıkarları şahısların üzerinde tutan, milli mukaddesata ve geçmişe saygı gösteren, görev ahlakı yüksek olan, haksızlıklarla savaşta korkusuz bir insandır”, diyordu.
Atsız Beg her şeyden önce bir Türk milliyetçisiydi. Kanında Küçük Yabgu’nun, Kür Şad’ın genlerini taşıdığına inanan, Türk gibi yaşayan, Türk gibi düşünen bir şahsiyet idi. Dolayısıyla onun ülkü ve Ülkücü tarifi de başkadır. Günümüzde kendisini Ülkücü olarak vasıflandıranların bunu çok iyi öğrenmeleri gerekir. Ben Ülkücüyüm demekle Ülkücü olunmuyor! Ülkücülüğün ne anlama geldiğini dahi bilmeyenler, her ne hikmetse kendilerine böyle bir elbise biçiyorlar. Atsız Hoca milli ülküyü şöyle tarif eder: “Milletleri savaşa hazır bulunduran iki vasıta vardır. Biri maddidir, buna teknik diyoruz. Biri ruhidir, ülkü adını veriyoruz. Türk ülküsü, Türk büyüklüğü, Türk kudreti isteği ve inancıdır. Millî ülkü insanları sürükleyen, güçlendiren, asilleştiren duygu ve düşüncedir.”. Bütün bunlar bir yana Ülkücü görevini en iyi yapan kişidir. Aslında o da Mustafa Kemal gibi, Türklere ve Türk milliyetçilerine çağdaş medeniyetlerin üstüne çıkmayı hedef gösteren bir fikir adamıydı.
Türklük, Türkçülük ve Turancılık ülküsünden bir an olsun taviz vermeden, ölene kadar bu kutlu dava için savaşan Atsız Beg’in büyük ülküsünün bir kısmı onun vefatından sonra gerçekleşti. Türkiye Cumhuriyeti’nin dışında birkaç Türk devleti daha ortaya çıktı. Tek bir devlet olmasak bile yarın-bir gün bunların hepsinin milletlerarası arenada birlikte hareket edemeyeceklerini kimse ileri süremez.
Bir vakitler Türklerin sadece Türkiye Türklüğünden ibaret olmadığını savunanlara, Türkiye’nin Misakımillî toprakları dışındakilerle de ilgilenmesi gerektiğini, dünyada neredeyse 100 milyona yakın Türk’ün zorluk, eziyet ve açlık içinde ölüm kalım savaşı verdiğine kulakların tıkanmamasını, onların da insanca yaşamak haklarının olduğunu bağıranlara; Çin’den Doğu Avrupa’ya değin bir gün bütün Türklerin hürriyetlerine kavuşacağını ve bunun için uğraşmak lazım geldiğini söyleyenlere ırkçı-Turancı hayalperestler diyenlerin; 1990’ların başında Türk Cumhuriyetleri ilan edildiğinde birdenbire Türklüğü ve Turancılığı kimselere bırakmadığına şahit olduk.
Sahtekâr ve inançsızlar elbette sadece bugünü düşünür ve bütün dertleri hayatlarını iyi geçirmekten ibarettir. Fakat ülkü adamları millet ve devleti için ömrünü harcar. Bunun mükâfatı olarak da kendi tarihinde ve toplum hafızasında hak ettiği yere oturur.
Dolayısıyla Atsız, Atatürk’ün izinden giden büyük bir Turancıdır. O, Turan’ı gerçekleştirmek için, bugün ille de sınırları ortadan kaldırmak gerekmediğini vurgular. Dünyadaki devletlerin ve ülkelerin yaşaması için gerekli her şey Türk topraklarında yeterince bulunuyor. Bir cumhuriyet veya bölge diğerindeki eksiklikleri çeşitli şekillerde tamamlayabilir. Ancak bunun için bir Türk ortak pazarının kurulması şarttır. İstenildiği takdirde bu işin gerçekleşmemesi için de bize göre hiçbir neden yoktur. Ama, ne yazık ki Türkler bu avantajlarını kullanamıyorlar. Yıllardır bu konu defalarca dile getirilmesine rağmen kimse de meseleye ciddi anlamda eğilmiyor. 1993’lerde Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan böyle bir girişimde bulunduysa da, sonunu getiremediler. Hatta Nursultan Nazarbayev, “Bizim ekonomik çıkarlarımız, tarihî köklerimiz, dilimiz, dinimiz, ekolojik sorunlarımız, dış tehditlerimiz ortaktır. Sıkı bir ekonomik entegrasyonu başlatarak, tek bir para birimine doğru ilerlemeliyiz.”, bile dedi. Bugün Avrupa’da insanlar ekonomik ve siyasi arenada tek bir çatı altında biraraya gelip, ortak para birimi kullanmaya ve bunu daha da ileri götürüp, müşterek bir ordu meydana getirmeye kadar işi vardırıyorlarsa, neden Türkler yapamasın? Bunun ırkçılık veyahut da Turancılıkla hiçbir ilgisi yoktur.
Dünya bir yandan globalleşirken, bir yandan da yeni iktisadi ve siyasi birlikler ortaya çıkmaktadır. Ancak bunların da yapılarına bir baktığımızda umumiyetle dilce, dince, soyca birbirlerine yakın insanlardan oluşmaktadır. Dünyada haysiyetli bir şekilde ayakta durabilmek ve söz sahibi olabilmek için birbirleriyle kenetleniyorlar. Avrupa Topluluğu, Arap Ülkeleri Birliği, İngiliz Devletler Topluluğu, Latin soylu memleketlerin birbirlerine yakınlığı bunun en güzel göstergeleridir. Bugün dünyada 300 milyon civarında Türk yaşamasına rağmen, ekonomik bir dayanışmalarının var olduğunu söyleyemiyoruz.
Türk dilinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasında son derece duyarlı olan Atsız Hoca, yazılarında da dilimizi en mükemmel şekilde kullanmaya gayret göstermiştir. Mümkün mertebe öz Türkçe yazan Atsız, her ne olursa olsun dilin korunması taraftarıdır. Elbette ki dile sahip çıkmak, dildeki kelimeleri kendi kaynaklarıyla zenginleştirme ve kullanmayla mümkündür. İnsanlar farklı kültür çevrelerine veyahut dinlere girebilir, bu o kadar mühim değildir. Çünkü neticede bir tercih meselesidir. Ancak bir milletin dili yok olduğu an, o toplumdan söz etmek de imkânsızdır.
Atsız Beg, sosyal devletin toplumun bütün problemleriyle ilgilenmesi gerektiğini düşünüyordu. Millî gelirin adaletlice dağıtılmasını söylerken; sosyal sınıflar arasındaki uçurumun milleti felakete sürükleyeceğinin de altını çizmiştir. Türkiye’nin bugünkü hâlini belki de yıllar önce görmüş, bu konuda yetkilileri uyarmış, Kürtçülüğün ileride milletin başına bela olacağını dile getirmiş, ama bunları ifade etti diye, hapse atılmıştır. Atsız’ın Türklüğe yönelik tehditlerin neler olduğunu belirttiği hususlar bugün birer birer başımıza dolanmaktadır. Maalesef zamanında büyük Atatürk’ün, Atsız Beg’in bizi uyardığı bu meseleler için tedbirler alınmadığından, Türk milletinin kuyusu kazılmaya çalışılıyor. Dışarıdan Türkiye’nin düşmanları, içeriden bir kısım hainler dayanışma halindeler.
Mustafa Kemal Atatürk: “Yüksel Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur.”, derken; Atsız Beg de: “Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir.” diyerek, millî ülkümüzün mihenk taşını belirlemişlerdir. Türk milliyetçileri için tek gerçek budur ve birilerinin sürekli ırkçılıkla suçladığı bu adam Türkleri şöyle tarif ediyor: “Türkler, Türk soyundan gelenlerle Türk soyundan gelmişler kadar Türkleşip kendini o soya bağlayan ve beyninde hiçbir yabancı ırk düşüncesi bulunmayan fertlerin topluluğudur”.
Bugün Türkçüler, Atatürk’ün ve Atsız’ın fikirlerinden ilham alarak, dimdik ayakta duruyorlar. Ve onlar hem Türkiye’nin hem de bütün Türk dünyasının muhafızlarıdır.


Prof. Dr.Saadettin Yağmur GÖMEÇ