ÜÇ MAYIS RUHU

17 Mayıs 2019 15:06 Prof. Dr.Saadettin Yağmur GÖMEÇ
Okunma
489
ÜÇ MAYIS RUHU

ÜÇ MAYIS RUHU

                                Saadettin Yağmur GÖMEÇ

    Büyük devlet ve fikir adamları milletleri için yaptıkları hizmet ve fedakârlıklara bağlı olarak halklarının gönlünde her zaman sevgiyle yaşarlar ve onlar tarihin altın sayfalarında yerlerini almıştır. İşte bu yüzden gerçek kahramanlar için resmî anma törenine veya hatıralarını canlı tutma çabalarına bile gerek yoktur. Çünkü milletin içinden çıkan ve halkı tarafından bağırlarına basılan bu insanların unutulması imkânsızdır. Meseleye bu açıdan baktığımızda Türk milleti daima tarihini ve millî değerlerini sahiplenmiş ve kendine hizmet eden kişileri her zaman baş tacı etmiştir. Fakat bazen sahte önderler ile cahil fikir adamlarının yaratılmaya çalışıldığını ve onların çeşitli şekillerde parlatılarak toplumun önüne konduğunu da görüyoruz. Tabii ki bunların millet nazarında hiçbir hükmü yok ve az bir vakit sonra da unutulup gidiyorlar.

    Buna binaen ülkemizde bazı konularda zaman zaman yanlışlar yapmayı da maalesef sürdürüyoruz. Bir vakitler bu devleti başka bir ülkenin siyasi hâkimiyetine sokmak için gizli veya açıktan çalışmış bazı insanlar ile memleketinde düşman çizmesini görmek isteyen zavallıların maalesef devletin birtakım organları ve şahıslarınca himaye edilmeleri, hatta millî kahramanlar seviyesine çıkarılmaya çalışılmaları ve bunların önemsenmesi bizim için acınacak bir durumdur. Herkes çok iyi biliyor ki, millî kahraman olmak o kadar kolay değildir. Aslında burada, millete ve devlete ihanet etmiş kişileri ön plana çıkararak kendilerine birtakım çevrelerden menfaat temini gayretindeki kişilerin ucuz kahramanlık peşinde koştuklarının da farkındayız. Uç noktalardaki söz veya hareketleriyle bu insanlar kendilerinin reklamını yapıyorlar. Hoş son zamanlarda demokrasi ve insan hakları gibi bazı izafi gerekçelerden dolayı önüne gelen herkes devletin ve ülkenin millî bütünlüğüne, kurucularına, Cumhuriyet’in temel ilkelerine, toplumun gelenek ve görenekleriyle, her şeyden öte Türkiye Cumhuriyeti’nin asli unsuruna ağza alınmayacak laflar ve hakaretlerde bulunmakta; âdeta bu millî değerleri savunanlar toplum önünde suçlu duruma düşürülmeye çalışılmaktadır.

Türkiye’den başka dünyanın hiçbir yerinde bu kadar çok milliyetin ve ırkın tartışma konusu yapıldığı bir ülkeye rastlamak mümkün değildir. Kendilerini en demokratik devlet olarak gören memleketlerde bile milliyet ve soy tartışmalarına bu şekilde taviz verilmez. Çünkü Türkiye dışındaki hiçbir ülkede devletin asli unsuruna dil uzatamazsınız. Kanunlar bunu suç saymasa dahi, halk bu terbiyesizleri içerisinden dışlayarak cezalandırır. Onun için kimse sesini çıkarmaya cesaret edemez. Ama Türkiye’de durum tam tersidir. Birtakım zavallılar bu ülkenin ve devletin kurucusu olan Türk milletine ve Atatürk’e dil uzatma küstahlığında bulunuyor. Bu hakaretleri yapanlara kimse bir şey demediği gibi, bir de demokrasi kahramanı ilan edilerek, ödüllendiriliyorlar. Hele ayrılıkçı söylemlerde bulunanların, dışarıdan da desteklenmeleri onları daha çok cesaretlendirmektedir. Bugün demokrasi havarisi geçinen Avrupalı sözde dostlarımıza sormak lazım; Fransızlar kuzey bölgelerinde yaşayanların kendilerinden ayrılmalarına razı olurlar mı? İspanyollar tam bağımsız Bask veya Katalan devletinin kurulmasına müsaade eder mi? İngilizler İrlanda’ya bağımsızlık verir mi? İtalya’nın kuzeyi ile güneyi birbirlerini hiç sevmemelerine rağmen neden ayrılmalarına müsaade edilmiyor?

    Hiç şüphesiz her devletin yer aldığı bölge ve sosyal şartlara bağlı olarak çıkardığı yasalar ve temel ilkeler vardır. Hiçbir ülkenin millî yapısı da bir başkasıyla kıyaslanamaz. İşte bunları göz önünde bulunduran devletler ayakta durabilmek için bu şartların çiğnenmesine, kurulu sosyal düzen ve millî birlik konusunda fazla oynanmasına müsaade etmez. Zaten bir devletin temel taşlarını yerinden değiştirmeye kalktığınız takdirde, derhâl yıkılacağı gün gibi ortadadır. Ancak yukarıda da belirttiğimiz üzere son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nin milli bütünlüğüne yönelik pek çok söylemle karşı karşıya kalmaktayız. Bunlardan birisi de mozaik zorlamasının ardından, federasyon ve eyalet teranelerinin sayıklanmasıdır. Yıllardır üzerinde ısrarla durulmasına rağmen, Türk milleti mozaikliği kabul etmedi. Yani, anlayacağınız mozaik modası tutmadı. Şimdi de Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik problemler ve sosyal buhranlardan dolayı özellikle Batı’dan da destekli Türkiye’nin eyaletlere ayrılması yolunda telkinlerde bulunuluyor. Hatta bu işe soyunanların zaman zaman bu devlete isimler bile uydurduklarına şahit oluyoruz.

    Her şeye rağmen Türkiye’yi meydana getiren insanlarımız karşı karşıya gelerek, fırsat bekleyen hain ve düşmanların ekmeğine yağ sürmemelidir. Yıllardır birtakım devlet ve çevreler Sünni ve Alevi Türkler üzerine birtakım oyunlar sergiledikleri hâlde, bereket sağduyulu vatandaşlarımız bu tuzaklara düşmedi. Türk milleti tarihte yaşadığı birtakım kötü hadiselerin farkında olduğundan bu oyuna gelmiyor. Çünkü neticede faturanın asil Türk milletine kesileceğini ve zararı hep birlikte ödeyeceğimizi insanlarımızın çoğu görüyor. Bütün Türkiye’nin birbiriyle kenetlenmesi, daha güçlü hâle gelmesi demektir ki, o vakit Türklerin sözünü bütün dünya dinlemek ve onu herkes dikkate almak zorunda kalacaktır.

Dişi Kurt’un çocuklarının kurduğu Cumhuriyet’in üzerine tezgâhlanan kirli oyunların farkına varan Türk milliyetçileri, bunları çeşitli şekillerde halka anlatmaktadır. O yüzden Türkçülerin amacı, Toroslar’daki son Yörük çadırının bacasından tüten dumanın asla sönmemesini sağlamaktır. Dolayısıyla Türk milliyetçileri var olduğu müddetçe kimse bu devleti parçalamak için umutlanmasın.

Türkiye üzerinde sahnelenen oyunlardan birisi de bugün yüzlerce yıldır beraber yaşayıp, hemhâl olduğumuz bir grup vatandaşımızı bizden ayırarak veya onların farklı bir millet statüsünde değerlendirilip, federe bir Cumhuriyet kurmaları yolunda kandırılarak ileride başımıza yeni belaların açılmasıdır. Bize bir şey olmaz demenin veya kafamızı kuma sokarak vurdumduymaz davranmanın hiçbir anlamı yok. Dişi Kurt’un çocukları bunları göz önünde bulundurup, hazırlıklı olmalıdır. Bu duruma Türk kamuoyunu alıştırmak ve altyapıyı oluşturmak için çeşitli şekillerde konu sürekli sıcak tutularak milletin önüne getirilmektedir. Bölgede çıkarları olan bazı devletlerin planı İran, Irak, Suriye ve Türkiye coğrafyalarının bir bölümünden teşkil edilecek bir federasyon üzerinedir ki, Irak ve Suriye’nin parçalanmasının ardından sıranın İran ve Türkiye’ye geldiği aşikârdır. Bölgenin en güçlü ülkesi olarak da zaman zaman bu federasyonun Türkiye’nin kontrolünde bulunması talep ediliyorsa da bunun bir oyun olduğunu bütün Türkler biliyor. Bir koyup, beş almak mantığı ile düşünülüp, böyle bir duruma rıza gösterildiği takdirde, yarın bu federasyonun parçalanıp, bütünü meydana getiren ana gövdeden daha büyük paylar kopararak birilerinin bağımsızlık istemeyeceğini veyahut da Türkiye’yi buna zorlamayacaklarını kim garanti edebilir? Ufacık göz yumma ve tavizlerle Türkiye’nin başına örülmedik çorap kalmadı. Etrafımızda ve ülkemizin içerisinde yaşanan terör saldırıları sebebiyle her gün Türk evlatları şehit oluyor. Önümüze sürekli bazı şartlar ve istekler getiriliyor. Bunların muhtevasına baktığımızda Türkiye’nin millî bütünlüğünü tehdit eden talepler olduğunu görüyoruz. Türk halkına en kötü günleri yaşadığı sırada bile geri çevirdiği Sevr Antlaşması’ndan da ağır şartları içeren şartları kabul etmesi yolunda baskılar yapılmaktadır.

    Bizim dilimiz döndüğü kadar, yukarıda anlatmaya çalıştığımız birtakım meseleleri, büyük Atatürk daha Cumhuriyet kurulurken tahmin etmiş ve ona göre tedbirler almıştı. İşte Mustafa Kemal’i büyük yapan bu ileri görüşlülüğüdür. Devletin kurucuları gelecekte neler olabileceğini kestirmişler ve Cumhuriyet’in temelini buna göre çok sağlam atmışlardır. Bu yüzden bütün Türk dünyasının tartışılmasız en yüce önderi Atatürk, nereye giderseniz gidin bilinir ve yürekten sevilir ki, o icraat ve fikirleriyle de aydın bir lider olduğunu ispatlamıştır. Şehirdeki insandan, dağdaki çobana kadar herkesin gönlünde karşılıksız bir Atatürk sevgisi vardır. Ama onun ölümünden hemen sonra bir gaflet uykusuna dalındığını itiraf etmek gerekir. Atatürk’ün bize hedef gösterdiği ilkeleri yapmamaya, bin bir güçlükle kurduğumuz bu Cumhuriyet’i sanki sözleşmişçesine kendi ellerimizle sallamaya başladık. Ona hakaretlerde bulunan seviyesizlere neredeyse madalyalar veriliyor. Bu durum bir yana bugün Türkçülük hareketinin önde gelen simalarından Nihal Atsız da Türk devletinin karşılaşabileceği tehlikeleri önceden sezdiğinden devlet adamlarını ve aydınları uyarmaya çalışmış ve bunları yaparken de Türkiye ile Türklerin düşmanı pek çok çevreden eziyet ve cefa görmüştür. Bu yüzden ömrü hapislerde ve soruşturmalarda geçen Atsız Beg de Türk milletinin kalbinde ve Türk dünyasında mümtaz bir yere sahiptir.

Burada yukarıda işaret edilen tehlikeler çerçevesinde Türk milletinin uyandırılmaya çalışıldığı ve sonradan “Türkçüler Günü” hâline gelen 3 Mayıs hakkında da kısaca bir şeyler söylemek istiyoruz. Çünkü bugün Türkçülük ve Türk milletinin tarihinde çok önemlidir. Bizzat Atsız Beg bu hususta şöyle diyor: “Bundan sonra 3 Mayıs Türkçülerin günüdür. Ona bir bayram diyemeyeceğiz. Çünkü yıllarca süren büyük ıstırabımız o gün başlamıştır. Ona bir matem demek de kabil değildir. Çünkü bunca sıkıntıların arasında bize büyük bir imtihan vermek, yürekliyle yüreksizi er meydanında denemek, yahşi ile yamanı ayırmak fırsatını vermiştir. O güne kadar tehlikelerden gafil bir çocuk toyluğu ile yürüyen Türkçülük 3 Mayıs’ta gafletten ayılmış, maskelerin arkasındaki iğrenç yüzleri görmüş, can düşmanlarını tanımış, dost sandığı hainleri ayırt etmiş, hayalin yumuşak bulutlarından gerçeğin sert topraklarına düşmüştür. Böyle sağlam bir sonuca varmak için çekilen bunca sıkıntılar boşa gitmiş sayılamaz. Bundan dolayı biz 3 Mayıs’a Türkçülerin günü deyip çıkıyoruz. Türkçüler! Toplu veya yalnız, her yerde 3 Mayıs’ı analım. Analım ve Kür Şad’ın hâtırasını yüceltelim...”.

Bilindiği gibi başta Millî Eğitim Bakanlığı ve devletin diğer kurumlarında yuvalanan komünistlere dikkat çekmek amacıyla Nihal Atsız, zamanın başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na, 1 Mart ve 1 Nisan 1944 tarihlerinde Orhun dergisinde iki tane açık mektup yazmış idi. Devrin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve Ulus gazetesi yazarı Falih Rıfkı Atay’ın kışkırtmalarıyla, daha sonra hayalini kurduğu komünist dünyaya kaçarken sınırda vurulan ve zavallı bir piyon olan Sabahattin Ali’nin marifetiyle, Türkçülere karşı bir soruşturma başlatıldı.

Bu hususta rahmetli Fethi Tevetoğlu hatıralarında; “Irkçılık-Turancılık diye açılacak davanın iddianamesinin bizzat Falih Rıfkı Atay’ın kaleminden çıktığını; Çankaya’da Millî Şef İnönü’nün sofrasında bu iddianamenin son şeklini aldığı toplantıda Falih Rıfkı Atay, Hasan Ali Yücel, Vali Nevzat Tandoğan, Sabahattin Ali, Şevket Süreyya Aydemir, Askerî Hâkim Albay Osman Cevdet Erkut ve Askeri Hakim Yüzbaşı Kazım Alöç’ün hazır bulunduklarını, 1963’te bizzat Kütahya Senatörü Emekli Hâkim General Cevdet Erkut, arkadaşlarının Kocaeli Senatörü Amiral Rıfat Özdeş ile Kayseri Senatörü Hüsnü Dikeçligil’in yanında, şahsen bana açıklamıştı.” der.

Böylece Hüseyin Nihâl Atsız, Hasan Ferit Cansever, Fethi Tevetoğlu, Alparslan Türkeş, Nurullah Barıman, Zeki Sofuoğlu, Fazıl Hisarcıklı, Hüseyin Namık Orkun, Nejdet Sançar, Saim Bayrak, İsmet Rasin Tümtürk, Cihat Savaş Fer, Muzaffer Eriş, Fehiman Altan, Yusuf Kadıgil, Cebbar Şenel, Zeki Velidi Togan, Orhan Şaik Gökyay, Hikmet Tanyu, Reha Oğuz Türkkan, Hamza Sadi Özbek, Cemal Oğuz Öcal, Sait Bilgiç gibi Türkçüler gözaltına alındılar. İlk mahkeme nisan ayının 26’sında olmuş ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinden Ankara’ya gelen üniversiteli gençler burayı doldurmuştu. Ama mahkemenin ikinci celsesinin gerçekleştiği 3 Mayıs günü ise, Ankara Adliyesine neredeyse Türk milliyetçileri tarafından karargâh kuruldu. Kalabalığın bir kısmı Ulus civarlarında büyük bir gösteri yaptı. İşte buna binaen 3 Mayıs 1954’ten itibaren bu gün Türk milliyetçileri tarafından “Türkçüler Günü” şeklinde kutlanmaya başlandı.

Zamanımızda ucuz kahramanların türediği, Türk milletinin ve devletinin geleceğine zerre kadar katkıları olmayan insanların el üstünde tutulduğu, hatta bir zamanlar vatanını başka ülkelerin egemenliğine sokmak için çalışan kişilerin kahraman edildiği bir çağda, Atsız gibi bütün ömrünü Türklüğün uyanması, yeniden kükremesi için gayret etmiş insanları unutturmaya çalışmak akla ve mantığa sığmamaktadır. Öyle bir hâle geldik ki, basın-yayın organlarında başta Atatürk gibi Türk milletine mal olmuş kişiler aşağılanıyor, ama maalesef kimsenin kılı kıpırdamıyor. Türk’ün tarihi, kültürü, örf ve âdetleri ayaklar altına alınıyor; dalga geçiliyor. Sanat ve sanatçılıkla zerre kadar ilgisi olmayan insanlar göklere çıkarılmaya çalışılıyor. Bugün, işi Türk milletine ihanet derecesine kadar vardırmış ve pek çok kötülüğü dokunmuş insanları uyduruk propagandalar ile tarih önünde aklamaya çalışıyorlar. Ama tarih hükmünü vermiştir; bunu ne yaparsanız-yapın değiştiremezsiniz. Bu konuda Atsız Beg’in: “Hayatta bir defa şerefsiz olmuş insan, bütün ömrünce şerefsizdir.” sözü bir ibret vesikasıdır. Zaten o ve rahmetli Türkeş yaşasalardı, kimse Türk milleti aleyhine ileri-geri konuşamazdı.

Dolayısıyla 3 Mayıs gibi günlerde meydana gelenler, Türk milletinin kendi bağımsız kaderini belirlediği zamanlar olduğundan, tarihi önemi vardır. Elbette ki bu günler anılacak, unutulmayacak; fakat Türk milliyetçileri tamamen tarihte de kalmayacaklar. Onlar Türk milletinin ve devletinin meselelerini en iyi bilen kişiler olduğundan, çözüm üretmek ve Türkiye’yi düzlüğe çıkarmak zorundadırlar. Geçmişi değerlendirip, gelecekte ne yapılmasını da vatanını herkesten çok seven ve bu uğurda çalışan Türkçülerden başka kimse iyi bilemez. Bu yüzden üzerlerine düşen yük çok fazladır. Onlar, hiçbir maddi karşılık beklemeyen, ün kaygısı olmayan adsız kahramanlardır. İşte Atsız Beg ülkenin bir komünizm tehlikesiyle yüz yüze kaldığına inandığından bu açık mektupları yayınlamıştır.

Tabii ki, millî değerler ve ülkülerinden uzaklaştırılarak, vurdumduymaz hâle getirilen bir toplumundan bazı kötü olayların farkına varmasını bekleyemezsiniz. Ama Türk aydınının devleti üzerine oynanan oyunları görmesi, kafasını kaldırıp ne olupbittiğine bakması gerekiyor. Bu vesile ile ülke, devlet, bayrak, dil söz konusu olduğunda konuşacak tek bir makam mevcuttur ki, o da milletin kendisidir. Herkesin bunu bilmesi ve ona göre hareket etmesi lazımdır.

    Büyük insanlar çok sık dünyaya gelmez. Onları millet ve tarih yaratır. Bugün Atatürk, Enver Paşa, Antepli Şahin, Necdet Koçak, Sadık Ahmet, Atsız, Elçibey, Türkeş ve Denktaş gibi insanlar Türk tarihindeki yerini alıp, yüce Türk milletinin gönlünde taht kurmuştur. Karşılıksız olarak sevdiği, onun uğrunda yaşayıp öldüğü milletleri de onları karşılıksız bağrına basmıştır.