YALNIZ KURT: RAUF DENKTAŞ

21 Ağustos 2019 10:25 Prof. Dr.Saadettin Yağmur GÖMEÇ
Okunma
371
YALNIZ KURT: RAUF DENKTAŞ

YALNIZ KURT: RAUF DENKTAŞ
Prof.Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ

“20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yıl dönümü anısına”
Rauf Denktaş, ömrünü Türklüğe adamış bir yiğit adam. İçeriden ve dışarıdan birtakım hainlerin saldırılarına aldırış etmeden, haklı mücadelesini sonuna kadar sürdüren bir “Yalnız Kurt”. O, Türk dünyasının 20. asırda yetiştirdiği tartışılmaz son büyük önder ve aksakallarından biridir. Bütün Türkler tarafından sevilen, Türklük düşmanlarının da kıskanıp, korktuğu bir kişi idi. Rauf Denktaş bir devlet kurucusu ve her Türk’ün göğsüne takmak istediği Türkçülük şeref madalyasının sahibiydi.
Bilindiği üzere 1924 yılında Kıbrıs’ta doğan Rauf Denktaş, hâkim bir babanın oğludur ve hukuk mesleğini seçmesi de belki yüzündendir. Eğitiminin ilk yıllarını Türkiye’de tamamlayan Denktaş, II. Dünya Savaşı’ndan sonra hukuk okumak için İngiltere’ye gitmiş ve daha sonra Kıbrıs Adası’na dönerek burada avukatlığa başlamış idi.
Gençlik yıllarından itibaren kendini Türklüğe adayan Denktaş, yine Kıbrıs Türklerinin sembol isimlerinden Fazıl Küçük’ün yanında yer almış, 1955’ten itibaren terörist faaliyetlerini sıklaştıran EOKA’ya (Ethniki Organosis Kyprion Agoniston/Kıbrıs Millî Mücadele Örgütü) karşı diğer Türklerle birlikte hareket ederek, 1958 senesinde Türk Mukavemet Teşkilatının (TMT) kuruluşunda bulunmuş idi. Aynı yıl Rumların Türklere yönelik kanlı saldırıları sıklaşınca, Fazıl Küçük ile beraber, Türk hükûmetiyle görüşmek amacıyla Türkiye’ye gelen Denktaş, burada yetkililerle fikir alışverişinde bulundu.
Bu arada İngiltere, Rum-Yunan ikilisine birçok çözüm yolları önerdi, ama hepsi geri çevrildi. Neticede Kıbrıs Türk’ü, 11 Şubat 1959’da imzalanan Zürih ve 19 Şubat’ta karara varılan Londra Andlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit statülü ortağı oldular.
Yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanı Yardımcısı, on bakandan üçü, Temsilciler Meclisi üyelerinin %30’u Türk olacaktı. Devlet dairelerindeki memurların da %30’u Türklerden seçilecekti. Anlaşılacağı gibi Türkler azınlık olarak görülmüyordu, fakat ortaklıkları azınlık durumuna göre idi. Bu devletin Türkleri rahatlatacağı düşünülürken, Makarios EOKA liderine hükûmette yer vermiş ve Enosis’i (Birleşme) gerçekleştireceğine alenen yemin etmişti.
Rauf Denktaş, 1960 tarihinde Türk Cemaati İcra Komitesi başkanlığına seçildiği sırada, 16 Ağustos 1960’ta patlak veren olaylar üzerine 650 kişilik Türk alayı Magosa’ya çıktı. O, bu hadiselerden sonra da görüşmeler yapmak için Ankara’ya geldi ve arkasından adaya geçerek, Türkleri teşkilatlandırmaya başladı.
Daha sonra Türklere ait belediyelerin tesisi, Rumlar tarafından Ada’da Türk yönetiminin kurulabileceğinin işareti olarak algılandı. Bunun üzerine Makarios Anayasa’ya 13 maddelik bir kanun ekleyerek, 30 Kasım 1963’te garantör devletlere ve Türk tarafına sundu. Tabii ki Kıbrıs Türklerini azınlık durumuna sokan bu teklifler reddolundu. Türkiye’nin bu tavrından 15 gün sonra EOKA’cıların “Kanlı Noel” hadiseleri olarak bilinen Türkleri imha hareketi gerçekleştirildi. 3 gün süren bu katliamda 92 Türk şehit edilip, 475 kişi yaralandı. 103 köy yıkılmış, 30.000 Türk göçürülmüştür. Fakat Türkiye’nin soydaşlarına yapılan bu haksızlığa daha fazla seyirci kalamaması ve 25 Aralık 1963 günü iki Türk jetinin Lefkoşa semalarında görülmesi üzerine Makarios ateş kesmek zorunda kaldı.
Tarihe “Kanlı Noel” diye geçen bu hadiseler, Türklerin mal ve can güvenliğinin olmadığını bütün dünyaya gösterdi. Bunun üzerine 29 Aralık’ta Lefkoşa’da Türk tarafıyla Rumlar arasında bir “Yeşil Hat” oluşturuldu ve böylece Kıbrıs, kuzey ve güney diye fiilen ikiye ayrıldı. Buna bağlı olarak 1964’te, ABD Başkanı Johnson’ın; “Kıbrıs’a müdahale yüzünden, Sovyetler Birliği Türkiye’ye saldırırsa, Amerika ve NATO’nun Türkiye’yi koruyamayacağı” tehdidinde bulunması, ABD’nin ve onun kurdurduğu NATO’nun ne kadar ikiyüzlü olduğunun bir göstergesi idi.
Kısa bir süre sonra Birleşmiş Milletlerin 4 Mart 1964 tarihli Kararı’yla Kıbrıs’a Barış Gücü gönderildi ve bunlar İngiliz askerlerinin yerini aldı. Fakat onlar ezilenlere yardım edeceklerine, Kıbrıslı Rumlardan yana bir tavır sergileyince, 26 Nisan’da gerçekleşen miting ile bu durum şiddetli bir şekilde kınandı. Bunun ardından Makarios, Zürih ve Londra Antlaşmalarını tanımadığını bildirdi. Silah zoruyla hükûmeti ele geçiren Makarios, Türklerin bütün haklarını gasbetti. Bakanlar Kurulu ve Temsilciler Meclisi tamamen Rumlardan meydana geldi. Türk memurlar görevlerine gidemez oldu. İşin ilginç tarafı, bu darbe hükûmeti Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmî görevlisi olarak da görülmeye başlandı.
Londra’da, 1964’te toplanan konferanstan sonra Ada’ya girmesi yasaklanan Denktaş, gizli yollardan Kıbrıs’a ayak basarken, 1967’de tutuklandı. Fakat Türk hükûmetinin müdahalesi sonucunda Türkiye’ye verildi. 1968’de hakkındaki yasak kalkınca tekrar Ada’ya gitti. Rumların Türklere karşı vahşilikleri daha sonraları da sürdü. Topluca öldürülen Türklerin evleri yakıldı, malları ellerinden alındı. Birleşmiş Milletlerden istediği sonucu çıkaramayan Makarios Limasol’da, Baf’ta, Gaziveren’de ve Kıbrıs’ın değişik yerlerinde yaşayan Türklere saldırılarını sıklaştırdı. Bu vahşet karşısında Türkiye Ada’ya müdahaleyi düşündü, fakat Türklerin güya dostu görünen Amerika tarafından bu durum engellendi. Bundan cesaretlenen Makarios hükûmeti, Türkleri imha çalışmalarına devam etti. Geçitkale’deki katliamdan sonra Türkiye bir kez daha müdahale kararı aldı ve askerî birliklerini güneye yığdı. Fakat bu çıkarma da yine Amerika tarafından önlendi ve meselenin ikili görüşmelerle çözümlenmesi önerildi. Bu sırada Kıbrıs Türkleri önemli bir adım atarak, geçici Türk yönetimini kurdular.
Türk Cemaati Meclisi Başkanlığına 1970 Seçimlerinde yeniden getirilen Rauf Denktaş, 1973’te Kıbrıs Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Kıbrıs Türk tarafının reisi oldu. Bu arada taktik değiştiren Makarios, “uzun vadeli mücadele” planını uygulamaya koydu. Fakat cuntacı subaylar Enosis’i bir an önce gerçekleştirmek isteyince, Makarios Yunan subaylarıyla askerlerinin geri çekilmelerini söyledi. Bu yüzden Atina ile Makarios’un arası açıldı. 15 Temmuz 1974 günü Makarios’a bir darbe yapıldı. Makarios Londra’ya kaçmak zorunda kaldı. Aynı gün Nikos Sampson Cumhurbaşkanı oldu ve gayri-meşru Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’ni ilân etti.
Makarios utanmadan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Kıbrıs Türk halkının imha tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu açıkladı. Kıbrıs’ı işgal gibi bir niyeti olmayan Türkiye Başbakanı, İngiltere’ye garantör devlet sıfatıyla beraber müdahaleyi teklif etti. Fakat Türkiye’nin bu önerisi İngilizlerce olumlu karşılanmadı. Bütün dünya yine Türkiye Türklerinin herşeyi sineye çekeceğini sanıyordu.
Çözüm yollarının kapanması üzerine Türkiye Garanti Antlaşması’nın 4. maddesinde yer alan “müşterek hareket etme imkânı olmadığı takdirde tek başına karar verme hakkını” kullanarak, 20 Temmuz 1974’te “Kıbrıs Türk Barış Harekâtı”na başladı. Birinci harekât üç gün sürdü ve çok az zaiyat verilerek, pek çok önemli mevki ele geçirildi. Nikos Sampson iktidardan uzaklaştırıldı ve cunta dağıldı. Böylece hem Yunanistan’a demokrasi hem de Kıbrıs’a huzur gelmişti. 25-30 Temmuz 1974’te garantör devletler Cenevre’de yine buluştular. Bu toplantıda bir güvenlik bölgesinin oluşturulmasına, Rum-Yunan askerlerinin Türk köylerinden çekilmesine, göz altına alınan ve tutuklananların serbest bırakılmasına ve Kıbrıs’ta iki otonom devletin kurulmasına karar verilmişti. Türkler protokol şartlarına uyduğu hâlde, şımarık Rumlar yeniden silahlarını ellerine alarak, Türk askerlerinin ulaşamadığı yerlerdeki Türkleri katliamlara tabi tuttular.
Cenevre’de 8 Ağustos 1974’te ikinci bir toplantı daha yapıldı. Bundan da bir sonuç çıkmadı. Etrafları Rumlarca çevrilen ve son derece hassas bir durumda bulunan Türk ordusu yok edilmemek için, 14 Ağustos 1974 günü ikinci bir harekât gerçekleştirdi. Buna kahraman Mehmetçikle birlikte Kıbrıs’ın Türk bozkurtları Mücahitler de katıldı. Üç gün süren bu başarılı taarruz neticesinde bugünkü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sınırları çizilmiş oldu. Türkiye Cumhuriyeti o günlerde çok sıkıntılar çekmesine rağmen, Kıbrıslı Türk kardeşlerinin yanında yer almaktan da hiçbir zaman geri durmadı.
Kıbrıs Türk Barış Harekâtı sonunda meydana gelen 1974’teki sınırlar dâhilinde kalan Türk bölgesinde bir devlet kurmak için gerekli çalışmalar yapıldı. 13 Şubat 1975 tarihinde bağımsız Kıbrıs Türk Federe Devleti resmen ilan edildi. Daha sonra Kurucu Meclis oluşturularak, Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasa’sı hazırlandı ve halk oylamasına sunularak (8 Haziran 1975) kabul edildi.
Kıbrıs Türk Federe Devleti uluslararası hukuka göre yasal bir yapıydı. Bununla birlikte Kıbrıs Rum kesiminin katılması için federe kelimesi kullanılmıştı. Böylece iki toplumlu iki bölgeli Kıbrıs Federal Cumhuriyeti’nin kurulması amaçlanıyordu. Fakat Rum-Yunan ikilisi Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni tanımadıkları gibi makul bir çözüm de önermediler. Üstelik Türk Federe Devleti’ni ortadan kaldırmak için geniş çaplı bir çalışma içine girdiler. 13 Mayıs 1983 günü Birleşmiş Milletlerden Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilgası için bir karar çıkarttılar.
Bu durum karşısında Kıbrıs Türk toplumunun bütün kurumları, 20 Mayıs 1983 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı Rauf Denktaş’a bağımsızlık isteyen bir muhtıra sundular. Devlet başkanı bu muhtırayı kabul etti ve Federe Meclis 17 Mayıs 1983’te yaptığı toplantıda, 1960 Anayasa’sı ile doğmuş olan selfdeterminasyon hakkına başvurma kararını aldı.
    Dünyada cesaretin ve bağımsızlığın sembolü Türk milletinin, bir zamanlar tebaları olan Rumların hâkimiyeti altında yaşamaları elbette düşünülemezdi. Bu sebeple Türk halkı 15 Kasım 1983 günü bağımsızlıktan yana oy kullandılar ve böylece Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu. Cefekâr Anadolu Türkü, Kıbrıslı soydaşlarına kucağını açtığı gibi, onun devletini aynı gün tanıyarak yalnız olmadığını da gösterdi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin teşkiliyle beraber Türkiye ile Kıbrıs Türklerine yapılan baskı ve ambargolar da arttı. Bugün sadece Türkiye tarafından tanınan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yönelik özellikle Amerika ve İngiltere gibi ülkelerden kaynaklı, Rumlara daha fazla tavizler verilmesi konusundaki talepler 2000’li yıllarda da Avrupa Birliği aracılığıyla devam etti. Ada’nın kuzeyi ile güneyi arasındaki sınır problemleri çözülmediği hâlde, Avrupa Birliği kendi kararlarına aykırı olarak, güneydeki yönetimi AB’ne almıştır. Buna binaen Türkiye daha sonra, Kıbrıs’ta Avrupa Birliği’nin NATO imkânlarını kullanmasına karşı çıkmış, bu da Avrupalı devletleri kızdırmıştır. Ayrıca 2018 yılından itibaren Kıbrıs karasularında İsrail ile güneydeki yönetimin ortak doğal gaz ve petrol aramaları uluslararası hukuka aykırı olmasına rağmen kimseyi dinlemedikleri gibi, ABD’nin de bunların yanında yer alması Amerika’nın Türklerin millî düşmanı olduğunun bir başka delilidir.
Kıbrıs, Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır. Stratejik açıdan son derece önemli bir mevkide bulunan Kıbrıs, Baku-Ceyhan, Kerkük-Yumurtalık petrol yollarının kesiştiği İskenderun Körfezi’ni kontrol eder durumdadır. İleride gündeme gelebilecek olan Azerbaycan, Hazar Denizi, Kazakistan, Türkmenistan, Irak, İran petrol ve doğalgaz hattını da Akdeniz’de düzenleyebilecek bir konumdadır. Ayrıca Orta Doğu ve Basra Körfezi’nde etkinlik kurabilecek bir coğrafi yapısı vardır. Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır, Irak ve İran gibi ülkelerin Akdeniz’deki hava sahasını da tehdit etmektedir. Güney ve Güneydoğu Asya yolu ile Süveyş Kanalı kontrolu altındadır. Dolayısıyla Avrupa ve ABD, Kıbrıs’ın idaresinde Türkiye’yi haklı olarak istememekte, onu dışarıda bırakmanın yollarını aramaktalar. Bunun da ilk adımı olarak; Kıbrıs Türkü’nün sembol ismi, “Benim tarihî sorumluluğum Kıbrıs Türk halkına olduğu kadar, ayrılmaz ve kopmaz bir parçası olmakla iftihar ettiğimiz büyük Türk milletine karşıdır. Gücümü ve sabrımı bundan alıyorum. Kuvvetimiz Türkiye’mizin mert insanlarından, kan ve can kardeşlerimizin heyecanından kaynaklanmaktadır.” diyen, büyük Türk milliyetçisi Rauf Denktaş, Türkiye’deki birtakım Avrupa Birliği muhiplerinin de desteğiyle iktidardan uzaklaştırıldı.
Kıbrıs, Türkiye Cumhuriyeti’nin millî bir davası olmakla beraber, zaman zaman Türkiye’deki birtakım siyasetçilerin bunun farkına varamaması tabii ki Kıbrıs konusunda sıkıntılara yol açmaktadır.
Bugün Akdeniz’de, son derece stratejik bir mevkide, Türkiye’nin menfaatleri açısından önemli bir konumda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diye bir teşekkül var ise, bu 13 Ocak 2012 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşan Rauf Denktaş’ın sayesindedir.



Prof. Dr.Saadettin Yağmur GÖMEÇ