Geceler ruhumu aynasız gördüğüm an ve mekânlardır benim için.
En acımasız soruları geceleri sorarım kendime. En gerçekçi cevapları alırım. Bazen bir hesaplaşma gerçekleşir ruhumla beynim arasında, bazen ruhum beynimi teselli eder. Hayatın çözümsüz düğümleri geceleri ya gözümde küçülür, çözüme ulaşır ya da büyür devleşir.
Çoğu gece kendimi tanımakta zorlanırım. Ruhumdaki en cevval duygular geceleri başkaldırır ve biz buradayız diye beynime meydan okurlar. Beynim gece boyunca kendini savunmak ya da duygularımı denetim altına almak için çok büyük çaba harcar. Şükürler olsun ki bu savaştan şimdiye kadar beynim galip çıktı.
Ne olurdu beynim galip çıkmasaydı? Bu sorunun cevabını asla alamayacağım. Dolayısıyla sizlere de söyleme şansım yok.
Ama ruhumdan koparak beynime meydan okuyan duygu ve düşüncelerimin neler olduğuna dair birkaç satır başı yazmak isterim:
Bütün çiçekleri bir bahçeye kendi ellerimle ekmek…
Bütün çocuklara, bahçemden en sevdikleri çiçekleri hediye etmek…
Bütün annelere, çocuklarının dünyanın en değerli varlığı olduğunu göstermek, onları duygu denizinde yüzdürmek…
Her insanın ömründe bir kez âşık olmasını sağlamak…
Ve tabii olarak bütün güzellikleri insanların hayatına sokmak, acıları, yanlışları, yeryüzünden ebedî olarak uzaklaştırmak…
Benim ruhumdan kopup gerçekleşmeyen ama bu satırlarda yer alan bütün bunları gerçekleştirmek gücümün kapsamında olmadığını biliyorum. Böyle olunca bunları bu hâliyle gerçekleştirmek yükümlülüğüm olmadığı gibi, gücümde yok. Aslında bu kapsamda bu güzellikler gerçekleşirse dünyanın yaratılış gerçeğine aykırılık olmaz mıydı?
İşte ruhumla aklımın en çok çatışması burada oluyor. Dünyayı olduğu gibi kabul etmek ya da idealimdeki gibi olmasını ummak ve beklemek... Bir ben miyim bu kadar uçuk idealler için kafa yoran?
Hatta kaç kişi vardır olmayacak böyle bir duaya amin diyen?
Oysa insan gücünün yettiği şeyler için kafa yorsa, emek harcasa çok daha kolay mutlu olmaz mı?