Hüseyin Özbay’ı Avrasya Yazarlar Birliğinin Deneme Atölyesi’nde tanıdım. Üç güzel adam vardı orada. Hüseyin Özbay, Osman Çeviksoy ve Ali Akbaş. Üçü de edebiyat aşkına iki sene boyunca her cumartesi günü bıkmadan, usanmadan, yorulmadan benim gibi ellisinden sonra kalemi eline alanlara (Gençler de vardı tabii.) ders verip yazmayı öğretmeye çalıştılar. Onlar yapılacakları yaptılar, beceremediysek bu bizim eksikliğimizdendir.
Sonra bir gün Hüseyin hocam bizi Türk Ocakları Genel Merkezinde her çarşamba toplanan “Kuşlukta Yazarlar” grubuna davet etti. Çizmeyi aştık ve pervasızca koca koca yazarların arasına katıldık. Üstüne üstlük her hafta eleştirilen kitap hakkında onlara öykünerek konuştuk bile. Koca adamların hoşgörüleri de kocamandı. Bizi hoş karşıladılar ve sabırla dinlediler sözlerimizi.
Daha sonra 29 Nisan 2014 Çarşamba günü konuşulmak üzere Hüseyin Özbay’ın “Dokunmalar” adlı deneme kitabı geldi önümüze. Kuşlukta Yazarların programının da müsait olması nedeniyle sindire sindire okudum.
Her zaman olduğu gibi onun yazılarını okumaya başlayınca kulaklarımda asalet ve olgunluğun akort ettiği bir sazın sesi yankılanmaya başladı. Seçilidir onun yazıları, tıpkı konuşmaları gibi. Şiir hazzıyla okur, gizli bir orkestradan da fon müziği dinlerim.
Büyük şeylere yakından baktığınızda tamamını göremezsiniz. Büyük insanlarda yakından görünmüyor ya da tanınmıyor. Bu benim zaafım belki de birçok kimsenin zaafı.
“Dokunmalar”ın yapraklarını çevirirken zihnimin katmanları arasında seyahate çıktım. Daha ilk denemede dünya ile uzay arasında, uzayla tarih arasında gittim geldim. Mehmet Akif’i hatırladım. Osman Türkay “Asrın idrakine söyletti İslam’ı.”. Kitabın ilerleyen sayfalarında zaman zaman kendimle, bazen çevremle, bazen geçmişimle, bazen de bu günümle hesaplaştım.
Bir an geliyor, bir şeyleri düşünüyor bir sonuca varıyorsunuz fakat bir türlü kelimelerle ifade edemiyorsunuz. Bir elin beyninize kelimeleri yerleştirmesi için dua ediyorsunuz. Zaman zaman o eli buldum “Dokunmalar”ın sayfalarında. “Ülkemizdeki gereksiz ve Hakk’a değil hâkimiyet taktiklerine bağlı çekişmenin acı bir sonucu var. Bilgi karışımı, bilgi kirliliği hatta bilgi zehiri, duyguları da soysuzlaştırıyor ya da yok ediyor…”
Onun sözleri bir tohum gibi düşüyor dimağlara ve sonra iklimine mevsimine bakmadan yeni sözler yeşeriyor. Onun sözleri gölün yüzeyine düşüp ilk halkayı oluşturan yağmur damlası gibi, ikinci, üçüncü beşinci gayriihtiyari peşi sıra geliyor.
Hüseyin Özbay; Kurgan Edebiyat Yayınlarından çıkan “Kelimeler Kuşatması” adlı deneme kitabında Boşnak asıllı şair, yazar ve felsefeci Ferit Muhiç’in şu mısralarına yer veriyor.
“Işıktan daha hızlı bir şey olmasın diye,
Yavaşlatmak mı istedin düşünceyi?”
Birileri düşünceyi yavaşlatıyor mu bilmem ama maalesef düşüncenin ürünü olması gereken, ahlak, düzen, hak ve hukuk gibi kavramlar tarih boyunca bilim ve ekonomiden hep daha yavaş yol almış. Hatta zaman zaman Hitler, Stalin gibi diktatörlerin doğuşunu önleyemeyerek geriye bile gitmiştir denebilir. Günümüzde bilim ve ekonomi geometrik olarak gelişme gösterirken düşünce ve sanat matematiksel gelişmesini ısrarla sürdürüyor. Dolayısıyla düşünür ve sanatkâr da bilim ve ekonominin terkisinde yol alabilmekte. Bakar körlük diye buna denir galiba. Daha doğrusu Hüseyin Özbay’ın ifade tarzı ile “Aktif körüz.” diye düşünüyorum. Belki de bu nedenledir ki birçok düşünür, yazar ve şair sağlıklarında anlaşılmamış; değeri bilinmemiştir. Her şeye rağmen sağlığında anlaşılan, önemsenen, düşüncesine saygı duyulan münevverler de olabiliyor. Bana göre Hüseyin Özbay son devrin Türk düşünce semasında parlayan yıldızlarından biridir ve az sayıda da olsa onun kadrini kıymetini bilen öğrencilerinin, dost ve sevenlerinin olduğundan da eminim.
Birçok yazarın, sanat adamının ne denli kaprisli olduğunu düşündüğümde Hüseyin Özbay’ın tevazuu karşısında sadece hayranlık duyuyorum. Onun bu erdemli yanını anlatacak başkaca söz bulmakta zorlanıyorum. Oysa o olsaydı kendisi gibi bir insanı kim bilir hangi güzel sıfatlarla, hatta ambalajından yeni çıkmış hangi güzel cümlelerle anlatırdı. Bizim görmediğimiz hangi güzel yanını perde arkasından çıkarıp gözler önüne sererdi.
Hüseyin Özbay tabiatta dolaşan çalışkan bir arı misali insanlar için her çiçekten bal alıyor, zehirli çiçekleri tespit edip, uyarıyor. Biliyor ki insanlar hazırı sever. Herkesin yerine araştırıyor, okuyor, elekten geçiriyor ve onun ince zevkine göre imal edilmiş tabaklarda isteyen herkese cömertçe ikram ediyor.
Kitabı okurken sürekli Cemil Meriç gözümün önüne geldi. On beş gün kadar önce Meriç’in Bu Ülke’sini yeniden okuduğumda “Türk düşünce ve edebiyat dünyasında bir Cemil Meriç daha yok.” diye hayıflanmıştım. Cemil Meriç Batı düşünürlerini inceliyor, iyi kötü diye tasnif ediyor âdeta. Hüseyin Özbay’sa Türkiye ve Türk dünyası düşünürlerini bizim için inceliyor, dramlarını, eserlerini bize anlatıyor. Özbay; ruh dünyasının zarafeti gereği, “çirkin, kötü, adi” gibi sıfatları kullanmadığı gibi, bu kelimelerle ifade edilebilecek kişilerden de uzak duruyor. Onun kitabında sadece iyilere yer var. Kötülerle ne zaman kaybediyor ne de onlara emek harcıyor.
Türk dünyası yazarlarını, özellikle de şairlerini anlatırken onlardan yaptığı alıntıları biz anlamasak bile, Türkiye Türkçesine çevirmekte oldukça ketum davranıyor. Bu konuyu toplantıda kendisi şöyle açıkladı. “Böyle bir Türkçe var. Okuyuculara bunu söylemek için olduğu gibi bıraktım.”
“En büyük gerçekler satır aralarında saklıdır.” derler. Oysa Hüseyin Özbay’ı okurken satır aralarına girmek için çaba sarf etmenize gerek kalmıyor. O söyleyeceğini açıkça, ayan beyan söylüyor. Yazılarında önce kendini ve kendi düşüncelerini yargılıyor. Bu hâliyle örnek insandan daha fazlasını sergiliyor ve örnek düşünür sıfatını kazanıyor.
Hüseyin Özbay’ı iki sayfa ile ya da beş on dakikada anlatmak hem ona haksızlık hem de kocaman bir yanlış olur. En güzeli, insanlara onun eserlerini okumalarını ve sohbetlerine katılmalarını tavsiye etmek olacaktır. Hele hele onun Kurgan Edebiyat Yayınlarından çıkacak olan dördüncü deneme kitabı “Dokunmalar” mutlaka okunmalı