Kara demir pençeler, kamçılar yağlı urgan,
Sıyrılınca kınından baskınlar süreğime…
Bodur dilek ağacı, tepesi basık kurgan,
Ulak olur göğsümde, uluşur adağıyla;
Ucalmış yakarılar, oturur yüreğime
Bir Oğuz kargısıyla, bir Kıpçak sadağıyla:
Islak nergis kokusu tütsüler çemenleri,
Uyanır güzel yurdum, tacını serer sermez;
Ay ata, Atsız Ata, tuğ açarken tanyeri,
Hangi adsız yiğide, yamaçlar geçit vermez?
Gün ışığı soluyup, başaklanmak tek işim;
Kurşun gibi yağarım, harmanlara bilcümle…
Tutar iki yakamdan en derin iç çekişim,
En soylu doğruluşum, imzalar kâğıdını;
Tolgalı savaşçılar heybeler, tebessümle
Yasını bu toprağın, şu suyun ağıtını:
Doruklar, ak doruklar, genç kız gibi ve hatta
Emzikli anne gibi umudunu büyütür.
Ay ata… Atsız Ata… Tutunduğum hayatta,
Beni ruhundan başka hangi maden öğütür?
Karaardıç, akça çam sarnıçları sakızlar,
Yıldırım gibi çöker, tozun dumanın ahı…
Ay kızıla dönünce gök erler, gökçe kızlar,
Avuçlar buse buse aşkın gümbürtüsünü;
Tanrıdan inmiş diye secdelerim sabahı,
Bıkmadan selamlarım akşamın örtüsünü:
Bir Kök-Türk alfabesi, bir Selçuklu mavisi,
Figürü derli toplu, Türk-Türkmen betiğiyim;
Ay ata, Atsız Ata, tamgaların ravisi,
Gerilmiş destanların en kavi tetiğiyim.
Ümit ederim tekmil, coğrafyamı anarak
Kar suyu gibi sızar, yarıklardan pâyesi…
Sebepsiz resimlerim, ezgilerim yanarak;
Hangi erlik zul eyler, bakir kalan bu yurdu?
Kadim manifestodur varlığımın gâyesi,
Bir ordu yitip gider, çıkar gelir bir ordu:
Rüzgâr, bakışlarıyla okşar çıplak atları,
Çözer düğümlerini, çifte çifte belikten…
Ay ata… Atsız Ata… Bu cengin pusatları,
Her sabah besmeleyle kavil eyler çelikten…
21 Nisan 2014 / Gaziantep