KATAR – KÖRFEZ - TÜRKİYE
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanlık seçimlerinde Başkan Donald Trump’ın kaybetmesi ile değişimin yalnızca Amerika’da olmayacağı, Körfez ülkelerinin Katar’a uyguladıkları ambargoyu kaldıran anlaşmayı imzalamaları ile somut şekilde ortaya çıkmıştır.
Tramp’ın Başkanlığı döneminde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) başta İran’a karşı blok oluşturmak üzere Körfez ülkelerine yoğun bir ilgiyle yaklaşmasının bir sonucu olarak, Joseph Robinette “Joe” Biden Jr.’ın seçilmesiyle kartların yeniden karılmasına ve dağıtılmasına yol açmıştır. Sebepleri daha önceki yıllara dayanmakla birlikte; İslamcılar ile Müslüman Kardeşler’e destek verdiği ve İran’la yakınlaştığı gerekçesiyle Suudi Arabistan öncülüğünde BAE, Bahreyn ve Mısır; Katar’a 10 gün süre vererek Türkiye’yi de zor duruma sokacak hususları içeren 13 maddelik[1] Türkiye’nin Katar’daki askerî üssünün kapatılması ve İran’la ilişki seviyesinin düşürülmesi gibi maddelerin de yer aldığı talepleri yerine getirmemesi üzerine, 5 Haziran 2017 tarihinde Katar ile diplomatik ilişkilerini askıya alan taraf ülkeler, sınırlarını kapatmış ve Katar vatandaşlarını da sınır dışı etmişti. Ambargo üzerine Katar, ithal ürünlerdeki darboğazı gidermek üzere Türkiye ve İran’dan gıda ithalatına başlamıştı. Ambargo kararına rağmen Türkiye’nin Katar’ın yanında yer alması başta Suudi Arabistan olmak üzere ambargocu ülkeleri memnun etmemişti. Suudi Arabistan’ın “yarı resmî” boykotu karşısında Türkiye-Katar ilişkileri daha da güçlenerek ilerleme katetmiş ve Katar Türkiye’ye yatırımlara başlamış[2], hatta Borsa İstanbul’un %10 hissesini almasına[3] varan sermaye girdisi ile uluslararası gündem olmuştu.
Son zamanlarda ABD’nin yoğun diplomasi girişimlerinin bir sonucu olarak 5 Ocak 2021 tarihinde Suudi Arabistan’ın El Ula kentinde gerçekleşen 41’inci Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Zirvesi, Katar’a 3 buçuk yıla varan bir süredir uygulanan ambargonun kaldırılması ile sonuçlanmıştır. “Dayanışma ve İstikrar Anlaşması” adı verilen mutabakat ile Katar’a uygulanan ambargonun kaldırıldığın duyurulmasının ardından Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani de zirveye katılmıştır. Anlaşmaya uzanan süreçte ara buluculuk yapan ABD Başkanı Donald Trump'ın damadı ve kıdemli danışmanı Jared Kushner’in de zirvede yer alması dikkat çekmiştir.
Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE, Umman ve Kuveyt blokunun Katar’la imzaladıkları anlaşma ile bölgede dayanışma ve istikrarın güçlendirilmesini amaçladıklarını deklare etmişlerdir. Katar, anlaşma gereği komşularına açtığı uluslararası davalardan vazgeçeceğini, ambargoya taraf ülkeler de birbirleri aleyhine olan kampanyaları durduracaklarını duyurmuşlardır. Körfez ülkelerinin Katar ile ilişkilerini tamamıyla normale gelip/gelmeyeceği henüz netlik kazanmamıştır. Çünkü 13 maddelik talep listesinin yerine getirilmemesi üzerine uygulanan ambargo karşısında Katar taviz vermemiş ve bugüne kadar dik durmayı başarmıştır. Lakin ola ki anlaşmanın bir sonucu olarak Körfez ülkeleri arasında ilişkilerin normale gelmesi hâlinde Türkiye ile Suudi Arabistan arasında da normalleşme olması beklenebilir. Zira yarı resmî de olsa Türkiye’ye ve Türk mallarına karşı boykot uygulaması devam etmektedir.
Orta Doğu coğrafyasında olan her gelişme ve hamleler gibi bu gelişmenin de İsrail’in güvenliğine hizmet edeceği öncelikle hatırda tutulmalıdır. Körfez’de barış ve istikrarın sağlanıyor olması uluslararası konjonktüre göre olumlu bir gelişme olarak kabul ediliyor olsa da sürecin Türkiye için nasıl bir sonuca evrileceğini zaman gösterecektir. Dolayısıyla Türkiye açısından değerlendirilecek olursa; Katar’ın Türkiye’de yatırımları, Türkiye’nin de Katar’da askerî bir üssü bulunmaktadır. Ancak biliniyor ki Körfez ülkeleri bölgelerinde Türk askeri istememektedirler.
Türkiye’nin, Suriye politikalarını eleştiren Suudi Arabistan ile gerilen bir siyasi süreç yaşanırken bir de Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti üzerine karşı karşıya gelmeleri nedeniyle ikili ilişkileri minimize hâle gelmiştir. BAE’nin Doğu Akdeniz’de Türkiye aleyhine oluşumlarda yer alması, yine Doğu Akdeniz ve Libya üzerinden farklı taraflarda yer alınması nedeniyle Mısır ile ilişkilerin gerilmesi, ideolojik temelli nedenlerle İsrail’le siyasi ilişkilerin durma noktasına gelmesi; ilerleyen süreçte de Türkiye’nin bölgesel dış politikasında gerilim yaşayacağı şeklinde yorumlanmaktadır. Ancak gerilimlerin karşılıklı olarak yaşanacak olması, krizin fırsata dönüştürülebilmesini de mümkün kılabileceği hatırda tutulmalıdır. Türkiye’nin anlaşma sonrası olumlu açıklamaları buna işaret olarak yorumlanmaktadır. Kısa aralıklarla yakın zamanda Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün, ardından BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas’ın artarda İsrail ile ilişkilerini normalleştirme kararları almaları ve ikili anlaşmalarla başlatılan süreci, yeni ABD Başkanı ve ekibinin de sürdürmesi beklenmektedir. Zira İsrail’in bölgesel çıkarlarını koruma üzerine inşa edilen Amerikan dış politikası, yeni süreci de İsrail endeksli inşa edecektir. Trump’ın son günlerinde Arap ülkelerinin İsrail ile barışmasını sağlayarak, İsrail’in güvenliğinin garanti altına alması başarılmış olsa da İran’ın Suriye sahasındaki faaliyetlerinden ve nükleer geliştirme/zenginleştirme çalışmalarından dolayı ABD’nin rahatsızlığı hâlâ devam etmektedir.
İran Meclisi Başkanlık Heyeti Üyesi Ahmed Emirabadi Ferahani, İran'a yönelik yaptırımların 22 Şubat 2021’e kadar kaldırılmaması hâlinde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) müfettişlerinin ülkeden çıkarılacağı açıklamıştır. Bu açıklamaya karşılık olarak, 20 Ocak 2021 tarihi itibarıyla görevi devralacak olan seçilmiş Başkan Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, “Tahran'la nükleer anlaşmaya dönmek için İran ile balistik füze programı hakkında görüşmeler yapılması gerektiğini” açıklaması, “Diyalog için karşılıklı sinyaller gönderilmektedir.” şeklinde yorumlanmalıdır. Dolayısı ile Joe Biden yönetiminin İran ile daha ılımlı ilişkiler geliştirme niyetinde olduğu bilindiğinden de hareketle ABD derin devletinin, Yeni Başkan görevi devralmadan hemen önce uygun zemin hazırlamak maksadıyla bölge ülkelerinin önce İsrail ile ardından Katar ile yaşadıkları sorunları halletme hamleleri organize ettiği anlaşılmaktadır. Trump döneminde Suudi Arabistan ve BAE ile yakın ilişki kurulmasına rağmen Biden döneminde aynı istikrarın devam etmeyeceği, Suudi Arabistan üzerindeki baskıların arttırılacağı bir Amerikan politikası inşa edileceğini değerlendirenlerin[4] de olduğu görülmekle birlikte Suudi Arabistan’ın İsrail ve Katar üzerinden bölgesel barışa katkı sağlama hamleleriyle muhtemel bir baskıya maruz kalmamaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Ancak genel manada ABD’nin geleneksel politikasının çok da dışına çıkılması beklenmemelidir.
Bu süreç yaşanırken Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın da karşılıklı olarak diplomatik ilişkilerini geliştirmeleri gerekliliği ortaya çıkmıştır. Çünkü yaşanan gelişmeler iyi okunduğu takdirde uluslararası güç dengelerinde değişimler, dönüşümler ve kaymalar olduğu görülecektir. Bu grupta Katar da mutlaka yer almalıdır. Hatta bu ülkelerin aynı zamanda İran’la da diyalog geliştirebilmeleri hâlinde çok önemli bir güç profili ortaya çıkabilir. Zira ambargo sürecinde Türkiye ile birlikte İran’la da önemli derecede yakınlaşan Katar’ın son aylarda İran ile ticari ilişkilerini sonlandırdığı dikkatli gözlerden kaçmamıştır. ABD kendi iç sorunlarıyla birlikte küresel alanda da güç kayıpları yaşamaktadır. Avrupa ülkelerinin NATO nezdinde ABD ile sorunlarını mümkün mertebe kapalı kapılar ardında yürüttüğü de dikkate alındığında yakın gelecekte yeni güç ve küresel merkezlerini inşa süreci yaşanacağı aşikârdır. Her şeye rağmen Çin’in önlenemez yükselişi, Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Batı üzerindeki güç mücadelesi içerisinde Türkiye’nin yeni bir güç merkezi olarak ortaya çıkması kuvvetle muhtemel görülmektedir. Bu süreçte Türk Cumhuriyetleri ile birlikte geleceklerini Türkiye’nin yanında güvende hissedecek ülkelerin de Türkiye merkezli oluşuma yöneleceği değerlendirilmektedir. Gelişecek şartlar karşısında Körfez ülkelerinin de bu oluşuma dâhil olmak isteyebileceği öngörülmektedir. Türkiye karar alıcı mekanizmaları bu hususta hazırlıklı olmalı ve taraf ülkeler ile diyaloglarında gerekli sondajlama ve güdüleme faaliyetlerini ürkütmeden yapabilmelidir.
Sonuç Olarak
Katar’a uygulanan ambargo süreci Türkiye’nin daha fazla dışa açılmasında oldukça etkili olduğu görülmektedir. Aynı şekilde yeni süreçte yaşanması beklenen küresel dönüşüm ve dünya güç dengelerinin yeniden dizayn aşamasında Türkiye, hamlelerini reel politikalar üzerine yapmalıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin iç ve dış politika karar alıcı mekanizmaları yeni dünya sistemine hazırlıklı olmalıdır. Türkiye’nin; İsrail, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır ile zaman geçirmeksizin diplomatik ilişkilerini geliştirmeye ihtiyacı vardır. Türkiye, yeni dünya sistemine hazırlanırken; Suriye, Doğu Akdeniz, Ege ve Libya üzerinden yaşadığı bölgesel sorunlarını halletmesi gerekmektedir. Zira bu ülkelerin de eş zamanlı olarak el altından Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeye istekli oldukları şeklinde sinyaller verdikleri bir süreç yaşanırken tarafların fırsatı kaçırma lüksleri yoktur. Körfez ülkeleri ve Türk Cumhuriyetleri ile diyalogların geliştirilme süreci içerisinde İran ve Rusya ile de diyalogların geliştirilerek sürdürülmesi Türkiye’nin elini güçlendirecektir. Zira hem İran hem de Rusya’nın enerji arz güzergâhında yer alan Türkiye’ye ihtiyaçları vardır. Geniş yelpazeli bir güç merkezi olarak sahnede yer alacak olan bir Türkiye’ye hem yanında yer alanlara hem de diğer güç merkezi olan gruplara faydalı olacaktır. Çünkü jeostratejik ve jeopolitik konumu Türkiye’ye böyle bir avantaj vermektedir. Krizinin çözümüyle birlikte Katar’daki Türk askerî varlığının tekrar tartışma konusu edilebileceğini değerlendirenler görülmektedir. Ancak Suudi Arabistan ve diğer yandaşı Körfez ülkelerinin Türkiye ile problemlerinin çözülmesiyle birlikte bu husus da zaten kendiliğinden hallolabilecektir. Olmasa bile yakın gelecekte ev sahibi Katar’ın böyle bir talebinin olmayacağı değerlendirilmektedir. Körfez ülkeleriyle Türkiye arasındaki sorunların çözüme kavuşturulmaması ve ABD’nin de İran üzerindeki ambargoya devam kararı alması hâlinde ABD ve yandaşları Türkiye’den, İran politikalarında değişiklik talebi ile geleceklerdir. Olması muhtemel bu senaryonun gerçekleşmesi hâlinde Türkiye, Katar’ın başına gelen ambargo benzeri bir durum ile karşı karşıya kalabilecektir. Dolayısıyla Türkiye karar alıcı mekanizmaları bu duruma da olası hal tarzı geliştirmeli ve hazırlıklı olmalıdır.
Son söz olarak; Amerika hâlihazırda küresel bir ülke olarak mevcudiyetini korumaya devam ediyor olsa da yeni bir dünya sistemi inşa edilmektedir. Bu sistemin mücadelesi uzunca bir süredir devam etmektedir. Çok kutuplu olması beklenen yeni dünya sisteminin hangi ülkeler etrafında inşa edileceğini zaman gösterecektir. Güç kaybedecek ABD’nin liderlikten çekileceği ve mücadelenin İngiltere, Rusya ve Çin arasında geçeceği belli olmaya başlamıştır. Reel politikalarla hareket etmesi hâlinde Türkiye de yeni bir güç merkezi olabilir. Yeter ki öz güveni ile ayakları üzerine basan reel iç ve dış politikaları olsun.
:
İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M. Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi. cingozismail01@gmail.com
[1] Ayrıntılı bilgi için bk. Euronews; “Katar'a 13 Maddelik Ültimatom ve 10 Gün Süre”, 23.06.2017. (Erişim: Katar'a 13 maddelik ültimatom ve 10 gün süre | Euronews)
[2] Deutsche Welle; “Körfez'de Katar'la Yeni Bir Başlangıç”, 05.01.2021.
[3] BBC; “Katar, Borsa İstanbul’a Ortak Oldu”, 26.11.2020.
[4] Turan SALCI; “Suudi Arabistan ile Buzları Eriten Katar, Türkiye’den Uzaklaşır Mı?”, Sputnik News; 05.01.2021.