1920 RUHU VE TÜRKİYE KELİMESİ

09 Haziran 2014 14:04 Osman Gazi Kandemir
Okunma
2486
1920 RUHU VE TÜRKİYE KELİMESİ


  Ne zaman “açılım süreci” gündeme gelse, “1920 ruhu” diye üretilen bir kavram üzerinden, Millî Mücadele’ye yeni bir bakış açısı verilmeye çalışılıyor. Temel söylem: “1920’de Büyük Millet Meclisi kurulurken Türk ve Türkiye kelimesine yer verilmediği, bu sayede Anadolu coğrafyasında mukim bütün etnisitelerin İstiklal Harbi’ne iştirak ettiği, harp bittiğinde ise Türklerin baskın çıkıp, devleti sadece kendilerine mal ettiği” tezi üzerine kurulu.
  Yani diyorlar ki; “Türkler bu devlet kurulurken diğerlerini kandırdı, başlangıçta hiç Türklükten ve Türkiye’den bahsetmedi, sonra oyunbozanlık etti. Hatta baskı ile onların haklarını gaspetti.”
  Önce 23 Nisan 1920’de açılan Meclisin nasıl teşkil edildiğine bakalım.
  Meclis için seçimler Aralık 1919’da yapılmıştı. Bu seçimlere Rumlar ve Ermeniler çıkacak sonucu gayrimeşru ilan ettirmek için katılmamışlardı. Buna mukabil devletin diğer tebaası –Kürt vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı bölgeler dâhil- seçimlere iştirak edip mebuslarını İstanbul’a göndermişlerdi.
  12 Ocak 1920 tarihinde İstanbul’da toplanan mebusların yapmak istedikleri tek şey, vatanı düşman işgalinden kurtarmaktı. 17 Şubat günü kabul edilen Misak-ı Millî ile uğruna savaşılacak vatan topraklarının sınırlarını çizdiler. Meclis çalışmalarına devam ederken 16 Mart’ta İstanbul işgal edildi. İşgal devletleri Meclisi basıp çalışmalara engel oldu. Baskılar neticesi 11 Nisan’da da padişah tarafından dağıtıldı.
  Mustafa Kemal Paşa o tarihlerde Anadolu’da Millî Mücadele’yi teşkilatlandırmakla meşguldü. İstanbul’un işgalinden bir gün sonra mahallî kumandanlıklara yayımladığı bir genelge ile Meclisin Ankara’da toplanmasını ve yeni seçimler yapılmasını istedi. 19 Mart tarihinde maksadını ifade eden bir genelge daha yayımladı. Bu genelgede; “devletin ve devlet merkezinin kurtarılması, milletin istiklali” açık olarak ifade edilmiştir. Aynı genelgede, İstanbul’da dağıtılan Meclisteki mebuslardan Anadolu’ya geçenlerin iştiraki de istenmiştir. Nitekim yeni seçilenler ile birlikte İstanbul’dan gelenler Ankara’da 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisini açtılar.
  Açılan Meclis aslında yeni değildir, İstanbul’da çalışamayan Meclisin Ankara’da çalışmalarına devamı niteliğindedir. Aynı şekilde mebusların ekseriyeti yeni seçilmemiş, İstanbul’dan gelmişlerdir. Aralık 1919’da ve 1920 yılı içinde mebus seçilenlerin muhtemelen büyük çoğunluğunun –belki de Mustafa Kemal Paşa dışında hiç kimsenin- aklında yeni bir devlet kurmak gibi düşüncesi yoktur. Zaten Osmanlı Devleti henüz varlığını sürdürüyordu ve Meclis o devletin bir organıydı. Açılışında halife padişaha bağlılık yemini eden bir Meclisten, yeni bir devlet kurmak için harekete geçmiş olmasını, Türkiye ve Türk kelimelerini beklemek abes olacağı gibi, bu kelimeleri zikretmemiş olmalarını da başka bir manaya yormak herhâlde zorlama bir yorum olur.
  Bu durumda 23 Nisan’da Ankara’da toplanan Mecliste bulunan “1920 ruhu” olsa olsa Osmanlı Devleti’ni devam ettirme ruhu olabilir. Ziyanı yok, zaten Türkiye Cumhuriyeti bir Türk devleti olan Osmanlının rejim ve isim değiştirmiş hâlidir. Cumhuriyet; Osmanlı kadrolarının elinde, onun müesses nizamı üzerinde ve yine onun toprakları üzerinde yeşermiştir.
   Pekiyi neden Osmanlı yerine Türkiye adını aldık?
  “Türkiye” kelimesinin tarihte ilk olarak Bizanslı tarihçi Menandos tarafından Türklerin yaşadığı Orta Asya için kullanıldığı yönünde yaygın bir kanaat mevcut. Tabii ki “Türk” kelimesinin kullanımı çok daha eskilere dayanıyor. Ancak burada anlatmaya çalıştığımız konu “Türk” kelimesinden ziyade “Türkiye” olduğu için tarihi oradan başlattık.
  Büyük göçler sırasında Türkler iki yolu kullanarak batıya doğru ilerlediler. Bunlardan birincisi Hazar güneyinden Anadolu’ya uzanarak Selçuklu ve Osmanlı Devletlerini kuran boyların kullandığı yol; ikincisi ise, Hazar ve Karadeniz kuzeyinden Orta ve Doğu Avrupa’ya uzanan, Avar ve Kıpçak Devletlerini kuran Türk boylarının izlediği yoldur. Bu bölgelerde yeni kurulan Türk Devletlerini tanımlamak için Bizanslılar, 9 ve 10. yüzyıllarda “Tourkhia” kelimesini kullanmışlardır. Doğu “Tourkhia” ile Hazar, Batı “Tourkhia” ile de bugünkü Macaristan bölgesi kastedilmiştir. Anadolu’ya yabancılar tarafından “Türkiye” denilmesi de Haçlı Seferlerinden sonra 12. yüzyıl sonlarına doğru başlıyor. (Ansbert Günlüğü’nde: “Turchia) Venedikli ve Cenovalı tüccar ve diplomatlar, yine aynı yüzyılda, “Turchia” veya “Turcmenia” kelimesini Anadolu’yu kastederek kullanıyorlar.
  Sonraki yüzyıllarda da bu kelime yabancı ülkelerce kullanılmaya devam ediyor. Mesela 1250-1270 yıllarında yazıldığı tahmin edilen Tännhauser’in şiirinde, Almanca olarak ilk defa “Türkei” kelimesi geçiyor. Yine bu asırda Türkiye kelimesi, Suriye ve Mısır’da kurulan Türk Kölemen Devleti için kullanılıyor.  Bu yüzyılda yaşayan Avrupalı seyyahlar ve bunların meşhurlarından Marco Polo da “Turcia Minor” ve “Turcia Major” kelimelerini kullanılıyor. “Turcia Minor” ile Anadolu; “Turcia Major” ile Orta Asya, Ural-Altay Dağları arası bölgeyi tarif ediliyor.
  Büyük göçler ve fetihler sonucu Türklerin batıya doğru yayılması ile birlikte, “Türkiye” kavramının kapsadığı alan değişiyor, İslamiyet’in kabul edilmesi ile zaman zaman Müslümanların yaşamış olduğu yerleri de içerecek şekilde yabancılar tarafından kullanılıyor. Çünkü özellikle Kafkaslar’da ve Balkanlar’da Türk kelimesi ırk değil ümmeti ifade eder hâle geliyor. Dr. Hasip Saygılı’nın Balkanlar’la ilgili yaptığı çalışmalarda tespit ettiği bir vakıa bize bu konuda güzel bir örnek veriyor. İsyanların filiz verdiği tarihlerde bir kısım Arnavut, kentlerinde bulunan küçük bir Osmanlı müfrezesine taş ve sopalarla saldırırken kullandıkları cümleler manidar: “Siz Türklüğün esaslarına zarar veriyorsunuz.” Müslüman Arnavutlar, İslam’ın değil “Türklüğün beş şartı”ndan bahsediyor. Aynı şekilde milletler ve diller ülkesi olarak adlandırılan Kafkaslar’da da Müslüman olan herkesin “Türk” olarak tesmiye edilmesi bu konuda inandırıcı deliller sunuyor.
  1640 yılında Amsterdam’da basılan haritada, Osmanlı Devleti’nin egemenlik sürdürdüğü alan “Turcicum Imperium” olarak gösteriliyor. Venedik’te 1767 yılında basılan haritalarda, Anadolu’daki Osmanlı hâkimiyet alanı için “Turchia Nelle Asia Antica e Moderna”, Balkanlar’daki alan için ise “La Turchia In Europa” isimleri kullanılıyor.  Nürnberg’te basılan 1771 yılına ait haritada ise, Osmanlı’nın Asya kıtasındaki bölümü için “Turquie Asiatique” başlığı var. 1830 yılında Londra’da basılan haritada “Turkey in Europe and Asia” başlığı dikkat çekiyor. 
   Neticede Türkler, o tarihteki devletleri için kullanmasalar da yabancılar hâlen bulunduğumuz ve Osmanlı yıkılmadan sahip olduğumuz topraklar için “Türkiye” kelimesini kullanmaya devam ediyor.
   Mustafa Kemal Paşa daha cumhuriyet kurulmadan önce, 1920 yılı içerisinde, genellikle yabancı ülkelerle yapmış olduğu yazışmalarda “Türkiye” kelimesini kullanıyor. İlk kurulduğunda Meclisin adı “Büyük Millet Meclisi” ve başında  “Türkiye” kelimesi yok. Ancak, bir gün sonrasında Mustafa Kemal Paşa bu kelimeyi Mecliste kullanıyor. Hiç kimse de bu kelimeden rahatsızlık duymuyor. En azından meclis tutanaklarında bir itiraz görünmüyor. Tutanaklara göre 14 Eylül 1920’de tekrar kullanıyor.
  Meclisin isminde “Türkiye” kelimesi olmamasına rağmen özellikle yabancı ülkelerle yapılan yazışmalarda TBMM ismi kullanılıyor ve yabancılar da Ankara hükûmetine hitaben yazdıkları yazılarda “Türkiye Büyük Millet Meclisine” ifadesini kullanıyorlar. 26 Nisan’da Rusya’nın, 20 Haziran 1920’de de Meclisin cevabi yazısında bu örnekler görülebilir.
  Resmî olarak, “Türkiye Devleti” ibaresi 20 Ocak 1921’de ilk Anayasanın kabulü ile ortaya çıkıyor.
  Buraya kadar yazdıklarımızdan çıkarılacak netice şu olabilir.
  1920 yılında önce İstanbul’da, sonra Ankara’da toplanan Meclisteki mebusların niyeti yeni bir devlet kurmaktan ziyade mevcut devleti ve vatanı işgalden kurtarmaktı. Osmanlının yerine şekillenen devlet; birden fazla grubun, kavmin, milletin deklere edilmiş ortaklığıyla veya anlaşmayla değil bizzat Osmanlıda yetişmiş kadroların fikir ve gayretiyle vücut bulmuştur.
  Türkiye ismi; “sadece Türklerin devleti” anlamına gelmez, Türklerin yoğun olarak yaşadığı bir coğrafyaya yabancılar tarafından verilmiş bir addır. “Türk” kelimesi de aynı şekilde “sadece ırki manada Türkleri” ifade etmez, Türkler sayesinde İslamiyet’le tanışıp şereflenmiş kavimleri de içine alır.
  Bütün bu sebeplerle Türkiye ve Türk kelimesi, icat edilmeye çalışılan “ruh”lar ile ortadan kaldırılamaz.
  Bu konuda daha mütekâmil çalışmalar tarihçilerin işidir. Bizimki sadece hatırlatmak...
 
Not: Bu yazıda  Türkiye kelimesinin kullanılması hakkında verilen tarihî bilgiler; Hakan Yazılıtaş tarafından yapılmış ancak yayımlanmamış bir incelemeden alınmıştır.