ZİYA GÖKALP – MUSTAFA KEMAL ATATÜRK Ve KURUCU İDEOLOJİ TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

15 Ekim 2018 16:41 Av.Hakan DOĞRU
Okunma
5388
ZİYA GÖKALP – MUSTAFA KEMAL ATATÜRK Ve KURUCU İDEOLOJİ TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

ZİYA GÖKALP – MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Ve Kurucu İdeoloji TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

“Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin Namık Kemal, fikirlerimin Ziya Gökalp’tir”
Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK
Av. Hakan DOĞRU
MHP MYK Üyesi
Ziya Gökalp, ulusçuluk akımlarının hızla yayıldığı ve ulus devlet modelinin “homojenleştirici” paradigmasınındünyayı şekillendirmesinin hız kazandığı 19. yüzyıl sonlarıyla 20. yüzyıl başlarında yaşamış bir fikir adamıdır. Böyle bir atmosfer içerisinde çok etnikli Osmanlı İmparatorluğu’nun düştüğü buhran döneminden nasıl kurtulacağı sorunu, dönemin diğer aydınları gibi Gökalp’in de temel sorunu ve düşüncelerini geliştirdiği ana ekseni oluşturur.
Gökalp, ulusu; “dilde, kültürde, edebiyatta birliği sağlamış, dolayısıyla aynı eğitim sürecinden geçmiş uyumlu, dayanışmacı homojen bir topluluk” olarak tanımlar ve toplumsal dinamiğin temelini de ulusal ülkü olarak tasavvur eder. Gökalp’in anlayışında Türk ulusu, “bizim” olan “bizim ürünümüz olan” kültürü özümsemiş ve kültürü, çağdaş Batı medeniyetiyle uyumlulaştırmış bir ulus olarak tasavvur edilir. Batı medeniyetinin Türk ve İslam’la nasıl uzlaşacağı sorusu, Gökalp’in yazılarında tekrarlanan temel tema niteliğindedir. Dolayısıyla Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık Gökalp’in ulus inşası tasavvurunun temel bileşenleri niteliğindedir. Gökalp için bu üç bileşen vazgeçilmez niteliktedir. Fakat Gökalp’in bu üç bileşene aynı değeri vermediği de açıkça görülebilmektedir. Zira aşağıda detaylandırılacağı üzere onun düşüncesinde Türkçülük ana gövdeyi oluşturur ve diğer iki bileşen, Gökalp’in Türkçülük tasavvuru ve ülküsünün tamamlayıcısı niteliğindedir.
Gökalp düşüncesinde bir başka önemli husus, kültür ve medeniyet ayrımıdır. Kültür ve medeniyet ayrımı Gökalp’in ulus tasavvurunun temelini oluşturur. Ona göre kültür, “bir ulusun temel dokusunu oluşturan, bir ulusa özgü olan ve o ulusa ayırt edici karakterini veren değerler toplamıdır”. Medeniyet ise “çeşitli ulusların ortak katkılarıyla oluşan ilim, fen, teknoloji gibi teknik özelliklerle ilgilidir”. Gökalp tasavvurundaki Türklük anlayışı “bizi biz eden,bizim olankültürü özümsemiş ve çağdaşlığın sembolü olan Batı medeniyetini temel almış uyumlu ve homojen bir Türklüktür”. Dolayısıyla kültür ve medeniyet, Gökalp’in ulus tasavvuru içerisinde sahip oldukları işlevsellikleri bağlamında anlam kazanmaktadır.
Gökalp, vatanın nasıl kurtulacağı ve ulusun nasıl inşa edileceği sorunlarıyla yakından ilgilenir ve bir toplumsal yapılanma olarakulusa büyük bir kıymet verdiğini düşündüğü sosyoloji bilimini temel “yol gösterici” olarak benimser. Çünkü Gökalp, toplumsal sorunların siyasal boyutlu olduğu ve bu nedenle de siyaset aracılığıyla çözülebileceği anlayışına sahiptir. Gökalp’in bir bilim olarak sosyolojiye yönelmesinin temelinde, bahsedilen bu sorunlar ve bu anlayış yatmaktadır. Zira Gökalp de, diğer pozitivist sosyologlar gibi sosyolojinin, toplumsal işleyişin kanunlarını bularak toplum mühendisliği işlevini görebileceğini düşünmektedir. Dolayısıyla sosyoloji, Gökalp için vatanın kurtuluşu ve ulusun inşa edilebilmesi sürecinde bir tür “reçete” niteliğindedir.
Gökalp, içerisinde yaşadığı toplumun bunalımına çare arayan bir fikir adamıdır. Bu nedenle farklı dönemlerde farklı çare yollarını benimsediği; dolayısıyla düşünceleriyle yaşanan siyasal gelişmeler arasında yakın bir ilişkinin olduğu görülebilmektedir (bkz. Özyurt, 2005: 181, 197; İnalcık, 2000: 15, 32; Karakaş, 2008: 471). Bu bağlamda düşüncesinin izlediği seyir boyunca Gökalp’i farklı dönemlere ayırarak incelemek mümkündür. Ancak temel sorunuvatanın kurtuluşu ve Türk’ün “muasır” bir ulus haline gelmesi olan Gökalp’in “çözüm” formülasyonunu, daha çok vatanın kurtuluşunun sorun edildiği Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak (1918)ve ulusun karakteristik özelliklerinin sorun edildiği Türkçülüğün Esasları (1923) adlı eserlerinde görmek mümkündür.
Ziya Gökalp ve Türkçülük
Gökalp, yaşadığı dönemin diğer bir kısım aydınları gibi vatan ve ulus için kurtuluş yolu arayışı içerisindedir ve kurtuluş yolunun ulusçuluktan geçtiğini düşünmektedir. Bu nedenle Gökalp, nasıl ulus haline gelinebileceğinin arayışı içerisindedir. Gökalp ulusu; “dil, din, ahlak ve sanat bakımından ortak olan, yani aynı eğitimi almış bireylerden oluşan topluluk” olarak tanımlar. Dolayısıyla Gökalp, ulusun ırki, kavmi, coğrafi, siyasal, istemsel ölçütlere dayandırılmaması gerektiğini savunur. Gökalp, her ne kadar ulusun farklı bileşenlerden meydana geldiğini savunsa da onun ulus anlayışında “dil” vurgusu belirgin şekilde ön plandadır. Öyle ki, dili, ulusla özdeş tutmaktadır. “Millet, dil topluluğundan ibarettir”, “Millet, bir dille konuşan fertlerin toplamıdır” (2010: 33, 60) şeklindeki ifadeleri bunun açık göstergesi niteliğindedir. Dolayısıyla ulus olmanın dilde birliğin sağlanmasıyla mümkün olabileceğini düşünmektedir. Aksi bir durumun, yani dilde bölünmüşlüğün ise “milletler için müthiş bir ölüm” olduğunu belirtir (2010: 55). Gökalp, dilde ve edebiyatta birliği, ulus olmanın temeli sayar (2010, 39; 2008: 46). Kısacası Gökalp’in tasavvurunda ulus haline gelme sürecinin bel kemiğini eğitim oluşturmaktadır. Çünkü ona göre ulusun temeli aynı eğitim sürecinden geçmiş olmaktır. Zira Gökalp’in ulus tasavvuru organizmacı, dayanışmacı ve uyumlu bir toplum modelidir ve bu da ancak eğitimde birliğin sağlanmış olmasıyla mümkündür. Bu yaklaşım, hem Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak adlı eserinde hem de Türkçülüğün Esasları adlı eserinde temel öneme sahiptir.
Gökalp, ulusçuluğun çağın olmazsa olmaz gerekliliği olduğunu şu şekilde ifade etmektedir: “Dünyanın doğusu da batısı da bize açık bir şekilde gösteriyor ki, bu yüzyıl “milliyet” yüzyılıdır. Bu yüzyılın vicdanları üzerinde en etkili kuvvet, milliyet ülküsüdür. Toplumsal vicdanların idaresiyle sorumlu olan devlet, bu önemli toplumsal sebebi yok kabul ederse vazifesini yapamaz” (2010: 12).
Dolayısıyla devlet mekanizmasının daha sağlıklı çalışabilmesi için “ulus ülküsü” bir zorunluluk olarak görülmektedir. Bu nedenle Gökalp, ulus tasavvurunun temeline “ulusal ülkü”yü koymakta ve toplumun içerisinde bulunduğu sorunların, buhranların ve çağın gelişmişlik düzeyinin gerisinde kalınmasının kaynağı olarak da ulusal ülkü yoksunluğunu göstermektedir. Ona göre ulusal ülkü gelişmediği için ulusal iktisadiyat da gelişmemiştir. Ulusal iktisadiyat gelişmediği için de güçlü hükümetler gelişememiştir. Bunun yanında ulusal ülkü gelişmediği için dilde sadeleşme gelişmemiş ve toplumsal dayanışma köy ve kasabalardan öteye geçememiştir (2010: 14). Kısacası Gökalp, sorunların temelinde ulusçuluğun gelişmemesinin, dolayısıyla da ulus olamamanın yattığını düşünmektedir.
Ulusçuluğu kurtuluşun ve gelişmenin temeli sayan Gökalp, bütün çabasını Türk ulusçuluğunun gelişmesine harcar ve Türk ulusunun yücelmesinin anahtarı olarak Türkçülüğü savunur. Gökalp’in Türk tasavvuru özetle, “bizim olan”, “bize ait olan” ulusal kültürü özümsemiş ve bunu medeniyetle taçlandırmış Türk’tür.
Osmanlı’nın Son Dönemleri, Çare Arayışları ve Atatürk
Kurucusu Türkler olan Osmanlı Devleti, içinde Türklerden başka din veya milliyeti farklı pek çok kavim barındırıyordu. Bu çok kavimli Devleti dağılıp yıkılmaktan kurtarmak içinvatandaşlıktemeline dayanan Osmanlıcılık ve dindaşlık temeline dayanan İslamcılık  gibi siyasi reçeteler, fikirler ortaya atılmıştır. Fakat tarihi şartlar ile birtakım dahili ve harici sebeplerle bu siyasi fikirlerin uygulanabilirliği mümkün olamamıştır.
Vatandaşlık ve dindaşlık temeline dayanan siyasi fikirler,  devleti  yıkılmaktan kurtarmaya yetmedi.  Çünkü çağ, milletler ve milliyetler çağı idi. Birinci Dünya Savaşı sonucu çok kavimli Osmanlı Türk Devleti varlığını ve bütünlüğünü koruyamadı ve yıkıldı. Önce Müslüman olmayan tebaa, sonra da Türk olmayan Müslüman  tebaa bağımsızlık davalarına düşüp ayrıldı, geriye Osmanlı Devleti’nin  kurucu unsuru ve sahibi “Türkler” kaldı.
Mustafa Kemal Atatürk,1919 yılında Türkçü-Türk Milliyetçisi olmamıştır. Onun yetiştiği devir, tarihi-siyasi şartların da tesiri ile Türk milliyetçiliğinin kültürel-siyasi-sosyal bir fikir olarak şekillendiği devirdir. Mustafa Kemal daha öğrencilik yıllarında Türkçü-milliyetçi fikir ve hareketlerle ilgilenmeye ve kendisini donatmaya başlamıştır. Mesela, büyük vatan şairi Namık Kemal’i okumuştur, 1897’de “Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur” diyen Türkçü şair Mehmet Emin Yurdakul’u okumuştur,  “Türkçülük, Türk milletini yükseltmektir” diyenZiya Gökalp’i okumuştur. Dolayısıyla Mustafa Kemal Atatürk, Milli Mücadele ve Cumhuriyet devrinde milliyetçi olmamış; bilakis milliyetçi olduğu için Milli Mücadeleye atılmıştır.
Atatürk, milli mücadeleye giriştiğinde, milli mücadelenin devamı süresince ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile yönetiminde, Türkçülük – Türk Milliyetçiliği fikrini daima esas almıştır. Cumhuriyet’in kuruluşu ve Atatürk dönemi, ikinci Meşrutiyet’ten beri gelişip şekillenen Türk milliyetçiliğinin “devlet hayatında uygulamaya konulduğu” bir dönemdir. Türk milliyetçiliği, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yani Atatürk döneminde, Devletin bir çeşit resmi ideolojisi olmuştur. Atatürk, Türk milliyetçisi olduğunu her fırsatta ve gururla söylemiştir. Şu sözleri onun görüşlerini en açık şekilde göstermektedir:
“Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur.  Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.”  (27 Nisan 1926)
Atatürk’ün Türk Milliyetçiliği fikrini benimsemesinde diğer Türkçü aydınların da katkısı olmakla birlikte, bilhassa Türk Milliyetçiliğibakış açısıyla toplum ve devlet nizamına dair fikirlerinin birçoğunda Ziya Gökalp’ten etkilendiği bilinmektedir. Nitekim Atatürk’ün birtakım sözleri, değerlendirmeleri ve esas olarak da uygulamaları göz önüne alındığında bu etkilenişin yansımaları çok net bir şekilde göze çarpmaktadır.
Anadolu, 12.yüzyıldan beri yerli ve yabancı kaynaklarda  “Türk ülkesi” anlamında “Türkiye” olarak adlandırılır. Türkiye Cumhuriyeti, “milli devlet”  olarak kurulmuştur. Atatürk, 1931’de okullar için yazdığı (el yazıları ile de yayımlanan) Medeni Bilgiler adlı kitabında, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir”  demiştir. Cumhuriyet’in kurucusu, Türkiye’de Türk Milletinin hakim olduğunu, Türkiye’nin  tarihte ve halde Türk olduğunu  her fırsatta belirtmiştir:
“Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.”(Prof. Dr. Afet İnan, Medenî Bilgiler ve Atatürk’ün El Yazıları, TTK, Ank.1998, s.23)
Atatürk, 16 Mart 1923’te Adana Türk Ocağı’nda, Adana  esnafına hitaben yaptığı konuşmada aynen şu ifadelere yer vermektedir:
“Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. (…) En nihayet, Asya’nın göbeğinden tamamen kaynayan Türkler soyundan ırkdaşlar buraya gelerek memleketi, asli sahiplerine iade ettiler. Ermeniler vesairenin  burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler, koyu ve öz Türk memleketidir.”
Milli Devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucu İdeolojisi:
Türk Milliyetçiliği
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal, daha  Milli Mücadele’yi başlatmak üzere İstanbul’dan ayrılmadan devrin şartları içinde, tek çıkar yolun “hakimiyet-i milliyeye müstenit, bilâ kayd ü şart müstakil yeni bir Türk devleti  tesis etmek” olduğuna karar vermiştir. Ona göre bu kararın dayandığı mantık ve muhakeme de şudur:
(Bugünkü Türkçe ile) “Asıl olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas, ancak tam istiklâle sahip olunarak sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde yaşarsa yaşasın istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık içinde uşak olmaktan başka bir değer ifade etmez. Uşak muamelesine tabi tutulur.”
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk milliyetçiliği, yukarıdaki cümlelerde de ifadesini bulan “Türk milletinin kimseye uşak olmadan, sömürge muamelesi görmeden, -siyasî, ekonomik, kültürel  anlamda- tam istiklâline sahip haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşaması”  fikir ve ülküsüdür.  Türkiye Cumhuriyeti, bu inanç ve anlayışla kurulmuştur.  Atatürk devrindeki dış ve iç politika, ekonomi, eğitim, kültür alanlarındaki bütün uygulamalara yön veren de bu anlayıştır; Türk Milleti “karın doyurma”  karşılığında “sömürge”  yapılamaz, Türk milliyetçiliği ve Türk milliyetçileri buna rıza gösteremez.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, kurucu ideoloji ve fikir sistemi olarak Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Kendisi de Türk Milliyetçisi olduğunu her fırsatta ifade etmiş ve çevresine hatırlatmıştır:
“Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur.  Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.”  (26 Nisan 1926)
“Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle telâfiye çalışmalıyız.” (20.3.1923)
“Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.(Onuncu Yıl Nutku-1933)
“Binaenaleyh, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir nokta-i nazardan istifade ederiz. O nokta-i nazar şudur: Türk milletini, medenî cihanda lâyık olduğu mevkie isad etmek ve Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temelleri üzerinde, her gün, daha ziyade takviye etmek…”  (Nutuk – s. 897)
          
“Muhterem efendiler, sizi, günlerce işgal eden, uzun teferruatlı beyanatım en nihayet, mazi olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda, milletim için ve müstakbel evlâtlarımız için dikkat ve teyakkuza davet edebilecek bazı  noktalar tebarüz ettirebilmiş isem, kendimi bahtiyar addedeceğim.
Efendiler, bu beyanatımla, millî hayatı hitam bulmuş farz edilen büyük bir milletin, istiklalini nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına müstenit, millî ve asrî bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım.” (Nutuk, 10. Baskı,İst. 1970, s.897.)
Dikkat edilirse Atatürk, “asri devlet” kavramından bahsetmektedir, tıpkı Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları isimli eserinde olduğu gibi.
Asri devlet, (çağdaş devlet), “Hakimiyetkayıtsız, şartsız milletindir”  ilkesine dayanan, buna göre idare edilen devlettir. “Millî devlet” kavramını tamamlayan ve ona açıklık getiren “asrî devlet”, bir hukuk terimidir. Çünkü “millî devlet”, tek millete dayanan devlet olmanın yanında “millî hakimiyet”e dayanan devlettir. “Hukukî Türkçülüğün birinci gayesi, asrî bir devlet vücuda getirmektir.” diyen  büyük Türk milliyetçisi fikir adamı Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları”  adlı eserinde “asrî –çağdaş- devlet”  anlayışını şöyle açıklıyor:
“Asrî (çağdaş) devletlerde evvelâ gerek  kanun yapmak ve gerek memleketi idare etmek yetkileri doğrudan doğruya millete aittir. Milletin bu yetkilerini sınırlayıcı ve bağlayıcı hiçbir makam, hiçbir an’ane ve hiçbir hak yoktur.İkinci olarak, milletin bütün fertleri tamamıyla bir birine eşittir.”
Yine Ziya Gökalp’a  göre, asrî devlette bütün millî hukuk alanlarının  Teokrasi ve Klerikalizm kalıntılarından temizlenmesi gerekir. (Teokrasi: Dine dayalı yönetim biçimini tanımlamak için kullanılan terim. Daha doğru bir anlatımla, dini otorite organlarının siyasi otorite organları yerine devlet idaresini elde tuttuğu devlet biçimidir. Klerikalizm: Dinin ve din kurumlarının, toplum hayatının çeşitli kesimlerindeki, yerini güçlendirmeyi amaçlayan toplumsal, ekonomik akım) 
Atatürk devrinde yayımlanan ders kitaplarından biri, Atatürk’ün yakın çevresinde bulunmuş edebiyatçılardan İsmail Habib (Sevük)  tarafından Liseler için hazırlanan  “Yeni Edebî Yeniliğimiz” (1930) adlı edebiyat kitabıdır. Bu kitapta, Cumhuriyet Devri ile ilgili bölümün başlığı şöyledir:   
“Son Devrin Türkçülüğü -Türkçülüğün Fiilî ve Umumî Zaferi-”
            Bu bölümün alt başlıkları da şöyledir:
A. Devlet unvanında Türkçülük
B. İlk Türk Ordusu
C. Türk milliyetçiliğinin Beyannamesi
D. Siyasi Türkçülük
E. Müstakil Türkçülük
F. Lâik Türkçülük
K. Medenî Türkçülük
İ. Lisanda Türkçülük
I. Umumi Netice
            Bu başlıkların her birinde Cumhuriyet’in kurulması ile milliyetçilik uygulamasının nasıl başarıldığı anlatılmaktadır.
İsmail Habib (Sevük), “Son Devrin Türkçülüğü –Türkçülüğün Fiilî  ve Umumî Zaferi-”  başlığı altında  Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile Türk milliyetçiliğinin bir sistem halinde  nasıl uygulamaya konulduğunu, Türk milliyetçiliği ideallerinin nasıl başarıldığını şöyle anlatıyor:
“…Milliyetin muhtelif safhalarda muhtelif icabatı vardır. İşte bu muhtelif cepheli idealin birçok cephelerini eskiden beri seçenler oldu. Lisanda, tarihte, halkçılıkta, siyasette, hülâsa milliyetin havzasına dahil her sahada o ideali bazen mübhem, bazen açık; bazen nazarî, bazen fiilî: sezip söyleyenler de söyleyip tatbika kalkmak isteyenler de görüldü. Fakat bütün o seziş ve görüşleri umumî ve müstekar bir realite halinde taazzi ettirmek şerefi millî hükümetindir.”
“Fikir başka, fiil başka; söz başka, tatbik başka hatta fiil ve tatbik başka, o fiil ve tatbiki umuma şamil bir kudret ve istikrar yapmak yine başkadır. Türkçülük cereyanındaki bu son devir, işte o fikirleri birer fiil, o sözleri birer tatbik; fiil ve tatbik halinde tecrübe edilmek istenen şeyleri de bütün vatana şamil birer kudret yaptı. Bu işin mebdei olarak millî cidalin fiilî bir devlet manzarası aldığı tarih –yani 23 Nisan 1920 de T.B.M.M’nin açıldığı gün- kabul edilebilir. O tarihten itibaren inkılâbın safha safha inkişafı Türkçülük ve milliyet taazzisinin (şekillenip-gelişmesinin) de safha safha zaferi oldu.”
İkinci Meşrutiyet devrinden itibaren Türk milletinin varlığını koruma geliştirme ve yükseltme yolunda  siyasi, sosyal, kültürel bir fikir sistemi haline gelen ve Cumhuriyetin kuruluşunu hazırlayan fikir olarak Türk milliyetçiliğinin en büyük kuruluşu, “Türk Ocakları”dır. Türk Ocakları,  Türkçü-milliyetçi bir dernek olarak  1912’de kurulmuştur. Atatürk gerek Milli Mücadele yıllarında gerek Cumhuriyet yıllarında Türk Ocakları ve Türk Ocaklılarla birlikte çalışmıştır.  Tarihçi Enver Behnan Şapolyo, hatıralarında  Millî Mücadele’de Anadolu’ya (Ankara’ya) geçiş günlerini anlatırken şöyle diyor:
“… Hamdullah Suphi’nin Ankara’da bulunuşu İstanbul aydınları üzerinde tarifi mümkün olmayan bir tesir yarattı; Onlar da Anadolu’ya kaçtılar. Bunların arasında ben de bulunuyordum.Hamdullah Suphi’nin gelişinden Gazi Mustafa Kemal Paşa ziyadesiyle memnun olmuştu. Onun etrafında bir fikir halkası teşekkül ediyordu. Çankaya’da Atatürk’ün fikir arkadaşlarının hemen hepsi de Türk Ocaklı idiler. Kâzım Karabekir Paşa dahil olmak üzere, Hamdullah Suphi,Yusuf Akçura, Haide Edip,Ağaoğlu Ahmet, Reşit Galip, Mustafa Necati, Mahmut Esat, Vasıf Çınar, Celâl Sahir, Ruşen Eşref, Veled Çelebi, İzzet Ulvi, Besim Atalay, Tunalı Hilmi vb. hepsi de ateşli ve gayeye inanmış Ocaklı milliyetçilerdir.”
Enver Behnan’ın saydığı isimlerin dışında İstanbul’dan Millî Mücadeleye katılmak üzere Ankara’ya giden daha birçok Ocaklı milliyetçi vardır. Ayrıca Ocaklı milliyetçilerin bir kısmı da İstanbul’un işgalinde, İngilizler tarafından tutuklanıp Malta adasına sürgün gönderilmişlerdir. Ziya Gökalp  da bunlardan biridir.İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında  Türk milliyetçiliğini  fikir sistemi haline getiren iki büyük Türk Ocaklı, Türkçü fikir adamı vardır: Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura.
Türkçülüğün bu iki büyük fikir adamı da Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşı ve fikir danıştığı kişiler olmuştur.  Cumhuriyet’in kuruluşu ve Atatürk üzerine  daha Atatürk’ün sağlığında Türk milliyetçiliği bakış açısıyla değerlendirmelerde bulunmuşlardır.  Hem Ziya Gökalp’ın hem de Yusuf Akçura’nın, Atatürk hayattayken yaptıkları değerlendirmeler, açıkladıkları fikirler, yaptıkları değerlendirmeler, bugün tarihî  birer belgedir.
Yerli ve yabancı fikir adamları Atatürk'ün gerçekleştirmiş olduğu inkılâplar üzerinde Ziya Gökalp'in büyük tesirleri olduğunu açıkça belirtmişlerdir.
İsrailli tarihçi Uriel HEYD "Foundations of Turkish Nationalism " (Londra 1950) adlı eserinin 170. sayfasında şunları yazar:
"GÖKALP' in fikirleri, kendisinin de önemli rol oynadığı Genç Türk Hareketi'nin ideolojisi ile Atatürk rejimi arasında vazgeçilmez bir bağ teşkil eder. GÖKALP, 1909'dan 1924'e kadar devam eden edebiyat sahasındaki faaliyetleri süresince, 1908-1909 inkılâbının prensiplerinden tedricen uzaklaşarak Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik, halkçılık ve inkılâpçılığa dayanan Kemalizm'e yol açmıştır.(Prof Dr. Ercümend KURAN, Atatürkçülük Üzerine Denemeler, s. 64 Ank.1981)
Amerikalı sosyolog antropolog Robert F. SPENCER de "Cultura Process And İntellectual Current: Durkheim and Atatürk" adlı incelemesinde şöyle der:
"İngiliz işgal kuvvetleri tarafından Malta'ya sürülen GÖKALP, Yunanistan ile harp sırasında memleketine döndü. Gittikçe büyüyen Kemalist hareketine bağlandı ve Atatürk'ün yakın çevresine hiçbir zaman dâhil olmadıysa da, devamlı yayınları, ünü ve coşkun vatanseverliği ona partide bir yer sağladı. Erken ölümüne ve siyasi önderlikte faal bir mevki almamış olmasına rağmen, o Atatürk rejiminin güdümlü sosyal değişmelerinin gerisindeki entelektüel kuvvet olarak belirir."(E.Kuran s.64)
Ziya Gökalp, Türk Milleti'nin sosyal, ekonomik ve kültürel problemlerinin objektif ilim metoduyla incelenmesinin gereğine inanıyordu. Atatürk de bilimin üstünlüğüne ve yol göstericiliğine inanmış ve icraatlarında akılcı bir yol izlemiştir. "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözü Atatürk'ün ilme verdiği önemi gösterir. Genel olarak Ziya Gökalp’in, "Akılcılık, Millet ve Milliyetçilik, Ülkücülük-Mefkûrecilik, Milli Kültür, Muasırlaşmak, Halkçılık, Laiklik ve Din, Milli Demokrasi, Kadın Hakları, Mutedil Devletçilik ve Tesanütçü İktisadi Yapı, Türkçecilik" konularındaki görüş ve düşünceleri Atatürk İlke ve İnkılâplarına temel teşkil etmiştir.
Atatürk, Malta'dan dönen Ziya Gökalp'e çok yakın ilgi göstermiş ve onu gelecek nesillerin milliyetçi bir şuurla yetişmesi için programlar yapmak üzere o zamanki Milli Eğitim Bakanlığı'ndaki Talim Terbiye Dairesinin başına geçirmiştir. Atatürk tarafından Ziya Gökalp'e verilen diğer önemli bir görev ise yeni kurulacak olan Türk devletinin iktisat programını hazırlamaktı.
Ziya Gökalp’in aniden hastalanışı ve zamansız vefatı Atatürk’ü son derece üzmüştür. Hastanede yatmakta olan Ziya Gökalp’e ölümünden kısa bir müddet önce 21 Ekim 1924 günü Gazi Mustafa Kemal imzasıyla şu telgraf gelmiştir:
"Muhterem Ziya GÖKALP beyefendiye, rahatsızlığınızdan çok teessürle haberdar oldum. Sıhhat-ü afiyetiniz haberine memleketçe intizar olunmaktadır. Süratle iade-i afiyetiniz için Avrupa'da tedaviye ihtiyacınız varsa icap eden her şeyin tahsisini tekeffül ediyorum. Sıhhatiniz ve mahalli tedaviniz hakkında iş'arınızı bekler, muhabbetkar selamlarımı beyan ederim."
Ancak ne yazık ki Ziya Gökalp’in cevabi telgrafının Ankara'ya ulaştığı saatlerde 25 Ekim 1924 sabahı saat 5'te, kırk dokuz yaşında büyük Türk milliyetçisi ve düşünürü hayata gözlerini yumuyordu. Ziya Gökalp'in ölümü üzerine çok üzülen Atatürk, ailesine bir telgraf göndererek taziyelerini belirtmiştir:
"Muhterem zevciniz Ziya GÖKALP Bey'in bütün Türk Alemi için pek elim bir ziya teşkil eden gaybubet-i ebediyyesinden mütevellit hissiyat-ı taziyatkaranemi ve Türk Milleti'nin samimi teessürat-ı kalbiyesini zat-ı ismetanelerine arz eder ve Türk Milleti ve hükümetinin büyük mütefekkirin ailesi hakkında hissiyat-ı müşfikanesini temin derim efendim."
Özetleyecek olursak;
Atatürk;Türkçüdür, Türk Milliyetçisidir. İkinci Meşrutiyet devrindeki adıyla Türkçülük, şimdiki adıyla  Türk Milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran fikir ve dünya görüşüdür yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisidir.
Türk milliyetçileri, Türkiye Cumhuriyeti’nin  millî ve asri (çağdaş) devlet olarak kuruluşunu, ideallerindeki Türk Devletinin kuruluşu olarak görmüşlerdir.  Bunu, hem Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu  Atatürk’ün  söz ve uygulamalarında hem de o devrin Türk milliyetçilerinin eserlerindeki değerlendirmelerinde açıkça görmekteyiz.
Atatürk, Türk milliyetçiliğinin en önemli teorisyenlerinin başında gelen Türkçü fikir adamı  Ziya Gökalp için “fikirlerimin babası”  ifadesini kullanmıştır. Atatürk’ün Ziya Gökalp’e büyük saygısı ve sevgisi olduğu da bilenen bir gerçektir. Atatürk’e göre Ziya Gökalp “büyük Türk mütefekkiri”dir. 
Cumhuriyet Devrindeki birçok hukuki ve sosyal düzenlemenin  arkasında Ziya Gökalp’in fikirleri bulunmaktadır. Bunun için Türkçülüğün Esasları  adlı esere bakmak dahi yeterlidir.Buna karşılık Türk milliyetçiliğinin büyük fikir adamı ve sosyolog Ziya Gökalp de, Türk milliyetçiliğinin teorisini ve uygulama planlarını ortaya koyan Türkçülüğün Esaslarıadlı temel fikir eserinde, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü, “Türkçülüğün en büyük adamı”  ve “Türk milliyetçiliğine resmiyet veren ve Türk milliyetçiliğini fiilen tatbik eden”  olarak  nitelemektedir.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eserinde Türkçülüğün, Cumhuriyet devrine gelinceye kadar olan tarihî gelişmesini anlattıktan sonra Atatürk’ün, Türkçülük-Türk milliyetçiliği tarihi  içindeki   önemli  yerini  de şöyle tespit ediyor:
“Bununla beraber, Türkçülüğe dair bütün bu hareketler verimsiz kalacaktı, eğer Türkleri Türkçülük mefkûresi etrafında birleştirerek, büyük bir çökme tehlikesinden kurtarmağa muvaffak olan büyük bir dahi zuhur etmeseydi! Bu büyük dahinin adını söylemeğe hacet yok. Bütün Cihan bugün Gazi Mustafa Kemal Paşa ismini mukaddes bir kelime addederek her an hürmetle anmaktadır.”
Yine Ziya Gökalp,  Karl Marks’ın “Tarihî Maddecilik”  sistemini tenkit ettiği bölümde de Mustafa Kemal’in, Türk milliyetçiliğini devlet hayatına uygulamayı başaran  kişi olduğunu şöyle ifade ediyor:
“Meselâ Türkçülerin ortaya attıkları ‘ Türkçülük’  fikri,küçük bir topluluğa has bir tasavvurdan ibaretti. Bu küçük topluluğun kafasındaki tasavvuru Türk milletine yayarak onu bir mefkûre haline getiren Trablusgarp, Balkan Harpleriyle, 1.Dünya Savaşı’ndaki felaketler olmakla beraber, bu mefkûreye (Türk milliyetçiliğine) resmîlik veren ve onu fiilen tatbik eden de ancak Mustafa Kemal  oldu.”
Ziya Gökalp, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin kurmakla, “Türk milliyetçiliğini devlet hayatında uygulamaya koyduğunu”  kabul  ve ifade etmektedir.
Diğer taraftan yerli ve yabancı birçok ilim adamı da Ziya Gökalp’in, Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna olan güçlü fikir tesirini kabul ve ifade etmektedir.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve büyük fikir, dava adamı Ziya Gökalp’i bu vesileyle bir kez daha rahmet, minnet ve dua ile anıyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun