ENTEGRASYONUN POLİTİK MODELİNDEN SPORTİF MODELİNE

17 Eylül 2014 11:04 Av.Hüseyin ÖZBEK
Okunma
2239
   ENTEGRASYONUN POLİTİK MODELİNDEN SPORTİF MODELİNE


  77 milyonluk Türkiye’nin 3 milyona yakın yurttaşının yaşadığı 80 milyonluk Almanya,  Türk göçmenleri Alman toplumunun uyumlu bireylerine dönüştürmenin çarelerini aramaktadır. Uyum (entegrasyon) Almanya’nın, Germen ırkına dayalı demografik yapısını ve kültür saflığını korumak için bulduğu sihirli çözümün adıdır. Entegrasyonun Almancası göçmenlerin geldikleri ülke ile ilgili düşünsel, duyusal, kültürel aidiyetlerini olabildiği kadar unutmaları, ana dillerinde eğitim görmeyip aralarındaki iletişimin Alman dili üzerinden yapılmasıyla Almanya’nın ve Almanlığın uyumlu unsurlarına dönüşmeleridir.
  Türk çocuklarının Alman okullarındaki eğitimleri sürecinde ana dillerini teneffüste bile konuşmalarını engelleyici önlemler, bahsettiğimiz uyum politikasının doğal sonuçlarıdır. Kara Avrupa’sının kudretli devi, bir zamanların Yugoslavya’sına, şimdilerde de Türkiye’ye hararetle tavsiye ettiği, doğrudan kendisine bağlı vakıflarla desteklediği çok kimlikliliği ve çok kültürlülüğü nedense Almanya söz konusu olduğunda tercihe değer bulmamaktadır!
  Göçmen ailelerinin üçüncü kuşağından Alman siyasetinin zirvelerine taşınan politik yıldızları spor dünyasının zirvelerine çıkarılan futbol yıldızlarının takip etmesine entegrasyon projesi dışında inandırıcı bir cevap verilmesi oldukça zordur.  Göçmen Türklere sunulan özendirici modelin politik olanından başlayalım söze isterseniz:
  Baden-Württenberg eyaletinin Bad Urach kentine yerleşen göçmen ailenin 1965 doğumlu çocuğu Cem Özdemir, 1981’de kapısını çaldığı Birlik 90 / Yeşiller Partisinden 1994 Genel Seçimlerini kazanıp Federal Meclise giren ilk Türkiye kökenli milletvekili. Entegrasyonun politik modelinin düz üyelikten zirveye baş döndürücü yükselişini ve sonuçta Kasım 2008’de yapılan Yeşiller Kurultayı sonucu eş başkanlık koltuğuna oturuşunu merak edenler için biraz geriye dönelim. 25 Haziran 2008’ de Alman-Türk millî takımları arasında İsviçre’nin Basel kentinde yapılan Avrupa Futbol Şampiyonası yarı final maçı öncesinde Özdemir’in: “Bu defa Almanya kazanacak gibi geliyor bana. Alman milletvekilinin başka bir şey demesi de tabii ki biraz ayıp olur. Almanya’yı destekliyorum. ‘Bana desteklediğin takımı söyle sana entegre olup olmadığını söyleyeyim.’ görüşünü savunuyorum.” sözlerini hatırlatalım.
  Almanya’nın Eski Ankara Büyükelçisi Eckart Cuntz, 17 Kasım 2008 tarihli Star’a “Özdemir Ülkedeki Bütün Göçmenlere Örnek Olacak.” başlığıyla verdiği demecinde Almanya nüfusunun %18’inin göçmen kökenli olduğuna dikkat çekerek: “Cem Özdemir bir Alman vatandaşı. Onun bu pozisyonu Almanya’nın entegrasyon politikalarının bir başarısı olarak görülebilir. Özdemir diğer göçmenler için bir başarı örneğidir. Alman vatandaşlığına henüz karar veremeyenler de bu başarının ardından Alman vatandaşlığını almaya karar verebilirler.” demişti.  Bild am Sonntag’ a konuşan Özdemir’ in; “ Biz Almanyalı Türkler tahmin edilenden çok daha Alman’ız.” sözünün ardından Siz Yeşillerin Obama’sı mısınız?”  sorusuna; “Ben Yeşillerin Özdemir’ i olsam bana yeter. Obama’nın ilginç yanı hem beyaz hem siyahi olması. Bu sıkça unutuluyor. Benim isteğim, artık günün birinde Anadolu’dan gelindiğinin bir önem taşımaması.” cevabı, Herr Cuntz tarafından entegrasyon mucizesinin somut örneği olarak nitelenmesinin boşuna olmadığını göstermişti.
  Uyumun politik modelinden sportif modeline geçebiliriz artık: Zonguldak Devrekli bir göçmen ailesinin 1988 Gelsenkirchen doğumlu çocuğu Mesut Özil, Schalke, W.Bremen ve Real Madrid sonrası şimdilerde Arsenal’da top koşturuyor. Kendisini Alman gibi hissettiğini söyleyen Mesut, 8 Ekim 2010’da Berlin Olimpiyat Stadı’nda Almanya karşısında 3-0 yenildiğimiz maçta Alman millî futbol takımı hesabına attığı ikinci golle bir uyum kahramanı olmuştu. Alman Cumhurbaşkanı Christian Wulff’ la birlikte maçı konuk Türkiye başbakanıyla yan yana izleyen, atılan her golden sonra ayağa fırlayıp tezahürat yapan,  stattaki 30 bin Türk’ün ıslıkladığı Mesut’u soyunma odasında kutlayıp Alman liyakat nişanıyla ödüllendiren Şansölye Merkel, yeşil sahaların parlattığı uyum yıldızının genç göçmenler için nasıl bir model olduğunun fazlasıyla farkındaydı. Ateşli taraftarlığına Euro 2008’de Basel’de 3-2 yenildiğimiz, Cumhurbaşkanı Gül’ün de izlediği maçtan tanık olduğumuz Merkel, futbol’un kitleler üzerindeki psikolojik etkisiyle politik getirisini çok iyi bildiğini de kanıtlamış oluyor. Nitekim geçenlerde Brezilya’da yapılan dünya kupasının finalinde Almanya’nın Arjantin’le yaptığı şampiyonluk maçında Merkel yine tribünde yerine aldı. Almanya maçı kazanınca da sevinç gösterilerinde bulunmayı ihmal etmedi. Mesut Özil de gösterişsiz ama göz dolduran futboluyla Alman takımının iyileri arasındaydı.
  Gül ve Erdoğan Merkel’le yan yana yeni bir maç izlemeye tahammül edebilirler mi bilemeyiz ama İngiliz Başbakanı David Cameron’ un İngiltere’nin Almanya’ya 4-1 yenildiği geçen Dünya Kupası için; “Merkel ile maç izlemek bir işkenceydi. Kimsenin başına gelsin istemem. Her golden sonra dönüpI’m really very, very sorry’ dedi.”  sözleri tribünlerde yaşanan politik maçın özeti gibi…
  Entegrasyonun sportif modelinin Berlin Olimpiyat Stadı’nda kendi tabiri ile atalarının yurdundan gelenlerin kalesine bir kez gönderdiği meşin yuvarlağın 100 gole bedel olduğunun Alman tarafı fazlasıyla farkında. Yine Alman politikacılar büyük kupanın 90 dakikaya sığmayacak entegrasyon maçının galibiyetiyle elde edileceğinin de farkında. Alman Başbakanı’nın, Alman Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliği nezaketini, politik inceliği unutturacak ölçüdeki taşkınlığından da anlaşılması gerekenler bunlar…
  Bir an için futboldan Alman güncel politikasına geçip Merkel’in geçtiğimiz yıllardaki eylem ve söylemlerine bakalım: Potsdam kentinde Hristiyan Birlik partilerinin CDU/CSU gençlik kolu olan Junge Union’un olağan yıllık toplantısında Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi CSU Genel Başkanı Horst Seehofe’in; “Çok kültürlülük tümüyle başarısız kaldı.” sözleri yeni stratejinin ipuçlarını veriyordu. Horst Seehofe’yi hararetle destekleyen Merkel, insanların yan yana mutlu bir şekilde yaşamalarını öngören çok kültürlülük kavramının işlemediğini anlatmıştı.  Göçmenlerin topluma entegre olmak için daha fazla çaba göstermesi gerektiğini belirterek Almanca öğrenmeleri gerektiğini vurgulamıştı. Diğer yandan Alman Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un İslam’ın Hristiyanlık ve Musevilik gibi Almanya’nın bir parçası olduğunu sözlerini desteklediğini söylerken “Bunun tek örneği Mesut Özil değil.” diyerek başka modellerin de sırada olduğuna işaret etmişti.
   Dört yıl önce “Türk-Alman Üniversitesinin temelini atmak”, “Konstantinopolis Ekümenik Patriğini ziyaret etmek”, “Tarsus’ta Aziz Pavlus Kilisesinde ayine katılmak” gibi yoğun bir programla ülkemize gelen Alman Cumhurbaşkanı’nın, 9 Ekim 2010 tarihinde TBMM kürsüsünden; Almanya’da yaşayan Türklerin de cumhurbaşkanı olarak herkesin iyi niyetle ve aktif olarak Alman toplumuna katılmalarını bekliyoruz.” diye seslenişi Türkiye’nin yasama organından ilan edilen Entegrasyon Manifestosu olarak değerlendirilmelidir. İstanbul’da Türk-Alman Üniversitesinin temelini atarken genç göçmenlere yönelik; “Bu gençlerin Almanya deneyimleri ile birlikte Türkiye’de kalmaları durumunda en azından burada yaşasalar da Almanya’ya sadık kalmalarını dilerim.” tavsiyesi ise Almanya açısından entegrasyonun taktik değil stratejik bir mesele olarak ele alındığını göstermektedir.
  Alman Cumhurbaşkanı ve Alman Başbakan’ın örtüşen yaklaşımlarını özetleyelim: Ülkedeki 4 milyon Müslüman göçmene kırk katırla kırk satırın dışında ısrarla üçüncü bir seçenek tavsiye ediliyor: Alman Müslümanlığını benimseyip üstün Cermen kültürü içinde huzura ermek! Sorun yaratan, baş ağrıtan çok kültürlülüğün yerine tek kültürlülük potası içinde eriyerek uzun vadede Alman toplumunun uyumlu unsurlarına dönüşmek…
  Almanya’nın uyum tornasına soktuğu yurttaşlarımızın Türklüklerini içeride bırakıp, Alman Müslüman’ı olarak tornadan çıkaracak bir yazılım için yaptığı ARGE çalışmalarının boşa gitmediği anlaşılıyor.  
  Entegrasyon tornasından çıkan gerek politik ürünlerin gerekse sportif ürünlerin vitrine konulan numunelerinin ortak özelliğine baktığımızda görülen şudur:  Politik arenada olsun futbol stadyumlarında olsun ana vatanı bile olsa rakip fileleri havalandıracak, Alman Şansölyesini sevinçten havalara sıçratacak rol modellerine, uyum mucizelerine duyulan acil ihtiyaç ortaya Cem Özdemirleri, Mesut Özilleri çıkarıyor. 2014 Dünya Kupası finalinde Almanya’nın Arjantin’i yenmesinden sonra Mesut Özil’in Twitter’dan birleşik Türk-Alman bayrağı yayımlaması da uyumun sosyal medya yansımasından başka bir şey değil.
İnsan ne hülya ile yatarsa o rüya ile kalkar demiş atalarımız. Göçmen çocukları rol modellerinin peşinde yatırıldıkları uyum uykusunda “Melek”ler yerine “Angela”ları görmeye başlamışlarsa Merkel’in hülyaları gerçekleşiyor demektir!