BİR ŞEHİT BOZKURTUN ARDINDAN ADALET ARAYIŞI: FIRAT YILMAZ ÇAKIROĞLU

16 Mart 2020 12:51 Av.Hakan DOĞRU
Okunma
1521
BİR ŞEHİT BOZKURTUN ARDINDAN ADALET ARAYIŞI:  FIRAT YILMAZ ÇAKIROĞLU

Yarım kalan tebessümlerimiz ve hayallerimiz…
Gelecek nesillere vasiyetimiz olsun!
Vaktiyle bir Fırat varmış, var olsun
Fırat'lar var olsun ki Türk yurdu ilelebet Türk'ün olsun
Unutmak ve unutturmak bizlere haram olsun,
Türk gözlü, Turan gülüşlü şehidim Fırat Yılmaz Çakıroğlu

Av. Hakan DOĞRU
Milliyetçi Hareket Partisi MYK Üyesi
Ülkücü Şehit Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun aile avukatı

Kara haberin duyulduğu gün, 20 Şubat 2015 tarihinde tüm Türk milliyetçilerinin, Ülkücülerin ve esasen vicdan sahibi olan herkesin yüreğine bir kor düştü âdeta. Hayatının baharında, gençliğinin en güzel yıllarında sonsuzluğa varan bir yiğidin, Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun şehadet haberiydi bu. O gün, Ülkücüler bir yemin ettiler ve “Şehit Fırat’ımızın katilinden, katillerinden, sebep olanlardan hesap sorulacaktı; gök girsin, kızıl çıksın.” dediler.
O yıllarda bebek katili PKK terör örgütü, tüm yurtta ve özellikle üniversitelerde yapılanmaya, kendine alan açmaya, terör örgütüne üniversite öğrencileri arasından yeni teröristler kazandırmaya çalışmaktaydı ve bunu yaparken de bu hain emellerine engel olarak gördükleri Ülkücü, Türk milliyetçisi üniversite öğrencilerini baskı altına almayı, sindirmeyi amaçlamaktaydı. Kimi üniversite yönetimlerinin basiretsizliği, dirayetsizliği ve hatta ihanete varan iş birliği sonucu bazı üniversitelerde PKK terör örgütü söz sahibi hâline gelmişti. Bahsi geçen üniversitelerin kampüslerinde PKK terör örgütünü simgeleyen bildiriler dağıtılabilmekte, afişler yapıştırılabilmekte, koridorlarda bölücü sloganlar yankılanmakta, duvarlara bebek katili bölücübaşının resimleri asılabilmekte, terör örgütünün bez parçaları ve paçavraları ile donatılmış alanlar oluşturulmaktaydı. Hiçbir şekilde gizlenme ihtiyacı dahi duyulmadan bebek katili bölücübaşının ve diğer PKK’lı teröristlerin cezaevinden çıkarılmaları için imza kampanyaları düzenlenmesi, ihanetin aleni göstergeleri arasındaydı. Üniversite öğrencisi kisvesi altında faaliyet gösteren terör örgütü üyeleri, bahsedilen imza kampanyasına katılmaları için diğer öğrencileri tehdit etmekte, baskı altına almaktaydı.
Ülkücü üniversite öğrencileri ise, bilim yuvası olarak bildikleri üniversitedeki zamanlarını en verimli şekilde geçirerek, kendilerini hem sosyal manada hem okudukları bölümler itibarıyla bilimsel manada donatarak bir an evvel başarıyla okullarından mezun olmak ve akabinde aldıkları eğitim ile mezun oldukları alanlarda devlete, millete yararlı birer Türk evladı olabilmenin gayreti içerisindeydiler. Ancak yukarıda bahsettiğimiz şekilde ihanetin kampüslere yayıldığı, üniversite yönetimlerinin de bu ihanete ortak oldukları bir ortamda, açıkça Türklüğe, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı sergilenen bu başkaldırı hareketlerine karşı Türk milliyetçilerinin duyarsız kalmaları, ihanete engel olmak için uğraş vermemeleri mümkün değildi. Bu durumda ihanetin bağrına hançer olup saplanmak, kendilerine binlerce yıllık şerefli Türk tarihinin ve kutlu ataların miras olarak bıraktığı kanın, ruhun, imanın ve inancın gereğiydi. Bu sebepledir ki tıpkı Fırat Yılmaz Çakıroğlu gibi Ülkücü, Türk milliyetçisi vatan evlatları, derhâl inisiyatifler alarak bu ihanete dur demek için yapılması gerekenleri kararlaştırıp icra etmek üzere bir araya gelmişlerdir. Nitekim benzer ihanet tiyatrosunun sergilendiği tüm üniversitelerde Ülkücü öğrenciler duruma müdahil olmuşlardır.
Fırat Yılmaz Çakıroğlu ve Ülküdaşları olan diğer öğrenci arkadaşları kendi aralarında yaptıkları istişareler neticesinde, öncelikle üniversite bünyesinde yaşanan ve tahammülü mümkün olmayan bu hadiselerle ilgili yasalar çerçevesinde ve demokratik haklarını kullanarak üniversite yönetimlerini, emniyet birimlerini, üniversitedeki diğer öğrencileri ve hatta Türk kamuoyunu bilgilendirmek gerektiği konusunda hemfikir olmuşlardır. İzmir Ülkü Ocaklarının Ege Üniversitesi Başkanı olan Fırat Yılmaz Çakıroğlu tarafından hem üniversite yönetimine hem ilgili emniyet birimlerine hitaben dilekçeler yazılıp gönderilmiş ve durumun vehameti, tedbir alınmaması hâlinde karşılaşılabilecek olan sorunlar rapor hâlinde sıralanmıştır. Maalesef hem üniversite yönetimi hem emniyet yetkililerince bu uyarılar dikkate alınmamış, terör örgütünün faaliyetlerine engel olunması için herhangi bir tedbir alınmamıştır. Bunun üzerine Fırat Yılmaz Çakıroğlu, üniversitede okuyan Türk milliyetçisi, Ülkücü öğrencilerin önderliğinde, yüreğinde vatan, millet, bayrak aşkı taşıyan diğer tüm öğrencilere çağrı yaparak yüksek katılımlı ve ses getirecek yürüyüşler, basın açıklamaları organize etmiştir. Bahsettiğimiz girişimler neticesinde son derece geniş katılımlı yürüyüşler düzenlenmiş ve basın açıklamaları yapılmış, bu yapılanlar büyük bir farkındalık ve ihanetin karşısında kapsamlı bir güç birliğinin doğmasını sağlamıştır.
Fırat’ımızın ve Ülkücü öğrencilerin başını çektiği bu organizasyonlar, kaçınılmaz olarak terör örgütü mensuplarını telaşlandırmış ve Fırat’ımızın bir hedef hâline gelmesine de sebebiyet vermiştir. Terör örgütü mensupları, bu amaçla Fırat’ımızın boy boy resimlerini kampüsün her yerine asmış ve hain emellerinin önünde engel olarak gördükleri Fırat Çakıroğlu’nun hayatına son vermeyi istediklerini alenen ilan edebilmişlerdir. Bu esnada tedbir alması gereken üniversite yönetimi ise tedbir almak bir yana, hainleri yüreklendirmeye devam ettiği gibi Ülkücü öğrencilere de âdeta göz korkusu verebilmek, baskı altına alabilmek için uydurma gerekçelerle disiplin soruşturmaları yapmakta ve elverişli kişilerden oluşturulan heyetlerle çeşitli disiplin cezalarına karar vermekteydi. Nitekim Fırat’ımıza karşı birkaç defa disiplin soruşturması yapılmış ve süreli okuldan uzaklaştırma cezaları verilmiştir.
Ancak ne üniversite yönetimi ne de bölücüler, Ülkücüleri tanımıyorlardı. Türk’ün Türk yurdunda Türkçe bir hayat süremediği bir dünyada disiplin cezası ve/veya can korkusu taşıyarak zulme baş eğmek Ülkücülerin kitabında yazmazdı, yazmadı ve tarih bunu hiçbir zaman da yazamayacak. Örneğin bir arkadaşı anlatıyordu, bölücülerin tüm kampüsü Fırat’ımızın fotoğraflarıyla donatması ve kendisini hedef göstermesi üzerine kampüste dolaşırken bu afişleri gören Fırat Yılmaz Çakıroğlu, "Nasıl çıkmışım?" diye gülümseyerek bakıp sonra da afişi yırtıyordu. Fırat, durumun ciddiyetinin son derece farkındaydı fakat o bir Türk’tü, Bozkurttu ve Ülkücüydü; şehadete tebessüm ederek, âdeta koşarak gidenlerin neslindendi. Mücadelesini erce, mertçe, bozkurtça yapacaktı, bu uğurda son nefesini verecekse de varlığını Türk varlığına armağan etmeyi şeref kabul edecekti.
Nitekim ihanetin bağrına hançer olup saplandığı ve üniversite bünyesinde organize ettiği bir basın açıklamasında söylediği “Bu mücadeleyi 20 kişi kalsak da 30 kişi kalsak da bu şerefsizlere, vatan hainlerine karşı yürüteceğiz Allah’ın izniyle. Rektörlük, özel güvenlik ve emniyetin de üzerine sorumlu olduğu görevi yerine getirmediği apaçık ortadadır. Devlet iradesi Ege Üniversitesinde hiçbir şekilde tezahürünü gösterememektedir. Devlet iradesi diye bir şey Ege Üniversitesinde yoktur. Bu teröristlerle mücadele etmek kolluk kuvvetlerinin asli görevidir. Onlar bu görevi yerine getirmedikleri için biz vicdani görev olarak bunu kendimize şart koştuk ve bir şekilde mücadele etmeye çalışıyoruz. Bunu da herkes bilsin. Mücadelemizden yılmayacağız arkadaşlar.” sözleri, hem meselenin boyutunun ortaya konulması açısından hem de can pahasına da olsa mücadele edileceğinin vurgulanması açısından son derece önemlidir.
Terör örgütü üyeleri gün geçtikçe cüretini artırırken üniversite yönetimi ve emniyet birimleri gelişmeleri yalnızca uzaktan izliyorlar, buna karşın Fırat’ımız ve Ülkücülerin önderliğinde kampüste âdeta bir millî mücadele ortaya konuluyordu. Çok fazla detaya girmek istemiyorum ancak okuyucularımızın mevcut tabloyu gözlerinde canlandırabilmeleri için şu hususu vurgulamak isterim; şehadetinden 2 gün önce 18 Şubat 2015 tarihinde Fırat’ımıza 4-5 bölücü, öğrenci görünümlü terörist saldırmış, Fırat’ımız saldırıyı bertaraf etmiştir. Durumdan derhâl Fakülte Dekanı’nın, üniversitenin o dönemki Rektör’ünün ve ilgili emniyet birimlerinin bilgisi olmuş, ertesi gün yani 19 Şubat’ta üniversitedeki gergin ortam devam etmiş, tüm bunlara rağmen şehadet günü olan 20 Şubat’ta bölücülerin imza standlarının olduğu, bölücü müzik yayınları yaptıkları, etrafı teröristlerin ve bölücü başının resimleriyle çevrilmiş olan ve herkes tarafından bilinen (kendilerince bir teröristin ismiyle adlandırdıkları fakat ismini zikretmeyeceğim bir alan) üniversite arazisi içindeki bir alanda kırılmış parke taşlarından ve taşlardan tepeler oluşturularak âdeta cephanelik meydana getirilmiş, yüzlerce içi dolu soda şişesi depo edilmiş, bıçaklar, sopalarla yığınak yapılmış fakat tüm bu hazırlıklar emniyet görevlileri tarafından ve üniversite yetkilileri tarafından fark edilmemiştir! Nihayetinde Fırat’ımızın şehadetine sebep olan olayların bitmesine kadar da ne üniversite güvenliğinin ne de emniyet birimlerinin gelmedikleri, olayların son bulmasından sonra geldikleri de birlikte düşünüldüğünde tablo sizlerce de daha net bir biçimde anlaşılacaktır.
20 Şubat 2015 günü, yukarıda kısaca izah ettiğim şekilde saldırı hazırlıklarını önceden yapmış olan ve büyük bir kalabalık hâlinde toplanıp Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun imza atmak için üniversiteye gelmesini bekleyen teröristler, Fırat’ımız ve yanındaki birkaç arkadaşının üniversiteye geldiğinden haberdar olup pusu kurmuşlar, Ülküdaşlarımızın fakültenin kapısından çıkmaya başlamalarıyla birlikte de uzaktan taşlar, dolu soda şişeleri fırlatarak saldırıya geçmişlerdir. Fırat Çakıroğlu ve yanındaki arkadaşlarının ise üzerinde elinde, yanında taş, sopa, bıçak vs. herhangi bir şey yoktur, bu durum kamera kayıtlarıyla da sabittir. Buna rağmen teröristlerin önceden hazırladıkları ve silah olarak kullandıkları tüm sodaların, taşların ve hatta sopaların fırlatılmasını bekleyip ardından bölücülerin üzerine doğru koşan Fırat Çakıroğlu ve yanındaki Ülküdaşları, teröristleri kovalamaya başlamışlardır. Yine çok detaya girmeyeceğim; bir müddet sonra “Ege Kafe” isimli kapalı alanda Fırat’ımıza önceden planlandığı üzere pusu kuran Nurullah Semo ve Cihat Babatonguz isimli teröristler; mertçe, erkekçe, adamca Fırat’ımızın karşısına çıkmaya cesaret edemedikleri için söz konusu kafeteryanın içinde kalleşçe, kahpece ve art arda vurdukları birçok bıçak darbesiyle Fırat’ımızı yaralamışlardır. Fırat’ımızın kafeye girmesiyle çıkması arasında 15-20 saniyelik bir zaman dilimi söz konusudur. Gerek iddianamede gerekse mahkeme tutanaklarında da tescillendiği üzere terör örgütü tarafından bu işler için özel eğitim verilen teröristler tarafından gerçekleştirilen hain pusuda dizlerinden, göğsünden ve kasığından aldığı birçok yaraya rağmen yürüyerek kafeterya dışına çıkan Fırat Çakıroğlu, kendisini o hâlde gören arkadaşları tarafından kapı önünde bir sandalyeye oturtulmuş hâldeyken özellikle sağ kasık altındaki atardamara aldığı yara, kesik nedeniyle oluk oluk kan kaybetmektedir. Bir yandan ambulansa haber verilmiş, diğer yandan arkadaşları tarafından kanamanın durdurulabilmesi için tampon yapılmaya çalışılmıştır. Ancak kanamayı durdurabilmek bir türlü mümkün olamamıştır. Bir süre sonra olay yerine gelmeye çalışan ambulansın yolu bölücüler tarafından kesilmiş ve Fırat’ımıza müdahale edilmesi engellenmiştir. Yaklaşık yarım saat bu hâlde kan kaybettikten sonra ikinci gelen ambulansa alınmış ve müdahaleye başlanmışsa da maalesef Fırat’ımız hayata daha fazla tutunamamış ve şehadete ermiştir.
Fırat Yılmaz Çakıroğlu, kendisi için en küçük bir şey istemedi, hiçbir dünya nimetine tamah etmedi; bozkurtça yaşadı, mücadele etti ve bayrak dedi, vatan dedi, millet dedi, devlet dedi, Atatürk dedi, Cumhuriyet dedi, teröre terör örgütlerinin yapılanmalarına izin vermeyeceğiz dedi. Kardeşimiz canı pahasına tüm bu söylediklerini yaptı, üniversitedeki terör yapılanmasının bağrına hançer olup saplandı ve terörü üniversiteden söküp atarken tebessüm ederek son nefesini verdi, şehitler kervanına katıldı. Ve maalesef ulusal medyada şehadet haberi, her zamanki gibi “karşıt görüşlü öğrenci kavgası” şeklinde şahsiyetsizce, terörün ve terör örgütünün gerçek yüzünü gizlemeye matuf ibarelerle verilmişti. Hâlbuki bir tarafta vatan hainleri, teröristler; diğer tarafta vatan için en kıymetli varlığını, canını seve seve vermeye hazır Ülkücüler vardı. Medya, ihanete çanak tutuyor, ihanete ortak oluyordu. Öyleyse bu durumun “karşıt görüş kavgası” olmadığının ve katilin terör örgütü olduğunun da mahkeme tarafından tescilini sağlamak Ülkücüler için bir namus meselesi sayılacaktı. Fırat’ımız lider vasıflıydı, hep birleştirici olmuştu, üniversitede ihanet karşısında milliyetçi, vatansever tüm öğrencileri defalarca bir araya getirebilmişti. Bu kez de şehadetinin ardından başlayacak olan adalet mücadelesinde eşi emsali görülmemiş bir birliktelik sağlayacaktı.
Yazımızın ana konusu, şehidimizin ardından yürütülen destansı hukuk mücadelesine dönecek olursak; 20 Şubat 2015 tarihinde Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun Ege Üniversitesi içinde teröristler tarafından şehit edildiği duyulur duyulmaz milyonlarca yürek yandı bu kara haberle. Tabii Türkiye’nin her yerinden binlerce Türk milliyetçisi, Ülkücü avukat da aynı şekilde ne yapabiliriz diye bir arayışa giriştiler. Nihayetinde yargılamanın başlamasına yaklaşıldığında son Ülkücü şehidimiz Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun katillerinden ve kastı, ihmali nedeniyle sebep olan herkesten hesap sorulması ve şehidimizin emanetine sahip çıkılması için başta Liderimiz Sayın Devlet Bahçeli’nin önderliğinde Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları Genel Merkezi olarak Ülkücü avukatlar arasında koordinasyon sağlanmış, avukatlarımız arasında iletişim kanalları oluşturulmuş ve bu onurlu mücadelenin saflarında yer almak için gün sayan yüzlerce Ülkücü Avukat 26 Kasım 2015 tarihini beklemeye başlamışlardır.
İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/294 esas sayılı dosyasıyla görülecek olan davada kabul edilen iddianameye göre Nurullah Semo isimli katil, terörist “kasten adam öldürme, örgüt adına suç isleme ve örgüt üyeliği, yaralama” suçlamalarıyla yargılanacak, ayrıca 15 öğrenci görünümlü terörist de “yaralama” suçlamasıyla yargılanacaktı. Diğer yandan şehidimiz Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun yanında bulunan Ülküdaşlarımızdan 15 kişi de “yaralama” suçlamasıyla yargılanacaklardı.
Ben de davanın başlangıcı aşamasında Ülkücü bir avukat olarak, herhangi bir görevim olmaksızın bu şerefli mücadelenin saflarında yer almaya başladım. Yargılama devam ederken birkaç ay sonra, o zamanki Ülkü Ocakları Genel Başkanı Olcay Kılavuz Bey’in takdirleriyle hem Ülkü Ocakları Genel Başkan Hukuk Danışmanlığı hem de şehidimiz Fırat Çakıroğlu davasının Ülkü Ocakları adına takibi ile koordinasyonundan sorumlu avukat olarak görevlendirildim.
İlk duruşmanın yapılacağı 26 Kasım 2015 tarihinde, İzmir Adliyesi, tarihinde görmediği bir kalabalığa ev sahipliği yapıyordu. Türkiye’nin birçok ilinden gelen yüzlerce Ülkücü avukat ve Ülkü Ocakları mensubu on binlerce bozkurt ve asena duruşmayı takip etmek için adliye önüne gelmişlerdi. Duruşma başladığında, adliye önünde şehidimizin adalet arayışında saf tutan on binlerce Ülkücünün “Fırat’a adalet, katillere müebbet, hepimiz Fırat’ız, şehadete hazırız.” ve benzeri sloganları duruşma salonunda ve tüm adliyede yankılanıyordu. Ülkücü Hareket kenetlenmişti, bir olmuştu, adalet tecelli etmeliydi. Fırat’ımız şehadetinden sonra dahi mücadelesine devam ediyor, milyonlarca Ülkücüyü bir hedef etrafında bir araya getiriyordu.
Milliyetçi Ülkücü Hareketin Lideri Sayın Devlet Bahçeli ve Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sayın Olcay Kılavuz, bu süreçte bağımsız Türk mahkemelerine güvenlerini defaatle ifade etmişler, yüreklerin yandığını ve bu yangının ancak adaletin yerini bulmasıyla bir nebze olsun söndürülebileceğini, hukuki çerçevede sonuna kadar mücadele edileceği kararlılığını vurgulamışlardır.
Fırat Yılmaz Çakıroğlu’na adalet arayışımızda dikkat çeken bir husus; ilk günden son güne kadar tüm duruşmalarda istikrarlı ve kararlı bir biçimde, binlerce Ülkücü adliye önünde, yüzlerce avukat duruşma salonunda, Türkiye’nin her yerinde milyonlarca Ülkücü de elleri yüreklerinde teşkilatlarımızın bu dava ile ilgili bilgilendirmeleri ve davanın avukatlarının açıklamalarını anbean takip etmişlerdir. Bu birliktelik ve anlık, doğru bilgilendirmelerle hem ulusal medyada hem sosyal medyada Türk kamuoyunun dikkati çekilmiş, ilgisi artmış ve olayın bir “karşıt görüş kavgası” olmadığı tüm vatandaşlarımız tarafından değerlendirilmeye başlanmıştır.
26 Kasım 2015 tarihinde başlayan ilk duruşmadan sonra, taraf sayısının çokluğu, süreçte toplanması gereken delillerin fazlalığı, yüzlerce tanığın mahkeme huzurunda dinlenecek oluşu, teknik araştırmalar yapılacağı gerçeklerini ve bu hâliyle yargılama sürecinin uzun bir zaman alacağını da değerlendiren mahkeme heyeti, sonraki duruşmalar için istisnai bir usul belirleyerek ortalama ayda bir duruşma günü verilmesi ve o günlerde ise genelde pazartesi günlerinden başlayarak gerektiğinde o haftanın tüm mesai günlerinde sabah erken saatlerden akşam geç saatlere kadar yalnızca bizim davamıza bakılacağı kesintisiz bir yargılama yapılması kararı almış ve devam eden duruşmalarda bu kararı uygulamıştır. Mahkeme heyeti tarafından alınan bu karar son derece isabetli olmuştur, zira bu hâlde dahi ilk duruşmadan karar duruşması olan 18 Temmuz 2017 tarihine kadar 1 yıl 7 ay 22 gün geçmiştir. 18 yıllık bir avukat olarak mesleki tecrübemle şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki, bu şekilde bir usul benimsenmemiş olsa ve genel yargılama usulümüz tatbik edilmiş olsa, yani her duruşma belirlenen bir günde yapılsa ve duruşmalar arası yaklaşık 3-4 ay gibi bir zaman dilimi belirlenmiş olsaydı yargılama sürecimiz yaklaşık 7-8 yıl sürecek ve bu satırları yazdığımız tarihte hâlâ hepimiz şehidimizin adalet mücadelesini yürütmeye devam ediyor olacaktık.

Kısaca izah ettiğim şekilde başlayan ve devam eden yargılama sürecinde 30 civarında sanık dinlenmiş, gerek tarafların dinlenmesini istedikleri tanıklar gerekse mahkeme heyetinin kendiliğinden dinlenmesine karar verdiği yüzlerce tanık mahkeme huzurunda dinlenmiştir. Diğer yandan yargılama sürecinde en önemli düğüm noktalarından biri, Fırat’ımızın vücudunun çeşitli yerlerinden bıçaklandığı Ege Kafe isimli kafeteryanın içerisinde bulunan ve bıçaklanma anını, bıçaklayanları göstermesi beklenen kamera görüntülerini içeren harddiskin uzmanlar tarafından çözümlenmesi hususuydu. Zira söz konusu hard disk, daha sonrasında delil olarak kullanılamaması amacıyla olay anında terör örgütü mensuplarınca ciddi manada tahrip edilmiş, zarar verilmiştir.

Adaleti yanıltmaya, engellemeye çalışan bölücülerin tahrip ettiği harddiskin okunabilmesi, çözümlenebilmesi için mahkemece harddisk önce TÜBİTAK’a gönderilmiş fakat okunamadığı yanıtı gelmiştir. Ardından yine mahkeme tarafından teknolojik imkânları bulunan Yaşar Üniversitesine gönderilmesine karar verilmiş ancak oradan da okunmasının mümkün olamadığı cevabı alınmıştır. Talebimiz üzerine, mahkeme tarafından söz konusu harddiskin Almanya’da bulunan üretici firmaya gönderilmesine karar verilmiş, maalesef üretici firma da bu hâliyle çözümleyememiştir. Yine talebimiz üzerine son olarak Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığına gönderilmesine karar verilmişse de oradan da olumsuz yanıt alınmıştır. Dolayısıyla davanın en önemli delili olan söz konusu harddiskin çözümlenebilmesi için 4 farklı yetkin yere gönderilmiş ve olumlu netice alınamamıştır. Bu durum hem yargılamada ciddi bir zamanın geçmesine rağmen sonuçsuz kalmasıyla sürecin uzamasına sebebiyet vermiş hem de Ülkücü camia açısından da acaba yeterli delil bulunamaz ve şehidimizin katili/katilleri gerekli cezayı almadan yargı süreci tamamlanır mı şeklinde endişelere neden olmuştur.

Bu arada duruşmalar genelde gergin bir atmosferde devam etmekteydi. Zira cinayet sanığı ve yaralama suçlamasıyla yargılanan diğer 15 terör örgütü mensubu sanığın hem kendi tavır ve beyanları hem avukatlarının tavır ve beyanları nedeniyle sık sık elektriklenmeler yaşanıyor, sayıca onların ortalama 10 katı kadar Ülkücü avukatlar olarak bizler bu gibi durumlarda gerektiği şekilde ve en sert hâliyle tepkilerimizi ortaya koyuyorduk. Bahsettiğim tarafların ve avukatlarının, alışkın oldukları şekilde duruşmaları provoke etme gayretleri ve mahkeme heyetini yönlendirme çabaları her seferinde Ülkücü avukatların etkin, yetkin, kararlı ve sert tepkisiyle karşılanarak ezberleri bozulmuş, yöntemleri çürütülmüştür. Bu anlamda yeri gelmişken duruşmalara bir kez dahi olsun katılarak şerefli mücadelemize destek veren tüm bozkurt yürekli avukat arkadaşlarıma bir kez daha teşekkür ederim.

Bu gergin ortamda şehidimizin elleri öpülesi annesi Özlem annemiz mümkün mertebe soğukkanlılığını korumaya çalışıyor, zaman zaman söz hakkı alıyor ve hislerini anlatarak yargılamaya katkı sunuyor, genellikle sessiz gözyaşları döküyor ve akan her damla gözyaşı ise biz avukatların yüreğini dağlıyordu. Şehidimizin babası, muhterem babamız Fuat Çakıroğlu ise mizacı gereği söylenenlere, yaşananlara karşı hiddetleniyor ve tepki gösteriyordu. Bu gibi durumlarda mahkeme heyeti tarafından sık sık sakinleşmesi için duruşma salonu dışına davet ediliyordu. Anlıyorduk ki üzüntüsünü, acısını, stresini bu şekilde o hainlerin yüzüne karşı haykırarak bir nebze olsun dindirmeye çalışıyordu, diğer türlü taş olsa çatlardı dedirtecek cinsten bu atmosfere tahammül etmesi pek de mümkün değildi zira. Hem annemiz hem babamız için dayanılası bir acı değildi yaşadıkları, dile kolay bu hayattaki tek evlatları, canlarından can bildikleri ciğerpareleri teröristler tarafından kendilerinden koparılmış ve sonsuzluğa varmıştı.

Bir anekdot aktarmak isterim bu anlarla ilgili; duruşmada gözü yaşlı Ülkücü şehit annesi, Özlem annemiz anlatıyordu: "Ben oğluma vatan, millet, bayrak sevgisini öğrettim, Atatürk aşkını verdim. Hani hep deriz ya varlığım Türk varlığına armağan olsun diye, benim oğlum gerçekten varlığını Türk varlığına armağan etti..." Evet, Özlem annemizin ifade ettiği gibi Fırat’ımız sözde bırakmamış, gerçekten varlığını Türk varlığına armağan etmişti, bizim için, Türk yurdunda Türk neslinin Türkçe bir hayat sürebilmesi için. Fırat’ımızın karakterini ve duruşunu anlamak bakımından Özlem annemizin aktardığı şu diyalog da çok önemliydi; Şehadetinden bir müddet önce üniversitedeki bu ihanet yüklü ortamdan ve Fırat’ımızın teröristlerce hedef gösterilmesinden haberdar olan Özlem anne endişeye kapılıp oğluyla konuşuyor ve mezuniyetine çok az bir zaman kaldığını, çok başarılı bir öğrenci olduğu için başka bir üniversiteye yatay geçiş yaparak Ege Üniversitesinden ayrılabileceğini, bir anne olarak her gün korkuyla yaşamak istemediğini söylediğinde şehidimiz ise annesine “Anne ben korkak değilim, Ülkücüyüm, bu hainlerle olan mücadelem vatan mücadelesidir, onlar bu üniversiteden defolup gidene kadar bırakmayacağım.” diyerek tıpkı binlerce Ülkücü şehidimiz gibi canı pahasına mücadele edeceğini söylemiş, söylemekle kalmamış hayallerinden ve canından geçmiş ama vatanından vazgeçmemiştir.

Duruşmalar tam 25 celse sürdü, 25 ayrı gün sabahtan başlayıp akşam geç saatlere kadar süren duruşma demektir bu. Ülkücü Hareketin ilk günden son güne kadar bir olduğu, beraber olduğu, adalet aradığı bu şerefli mücadelede nihayet karar günü gelmiş, artık hüküm mahkeme heyetini temsilen heyet başkanının iki dudağı arasından dökülecek sözlere kalmıştır.

18 Temmuz 2017 günü sabah oturumunda ve öğleden sonra devam eden oturumda taraflar ve taraf avukatları olarak bizler son sözlerimizi söyledik ve mahkeme heyeti kararın açıklanması için saat 17.00’de yeniden toplanılmak üzere duruşmaya ara verdi. Nefeslerimizi tutarak saat 17.00’de girdiğimiz duruşma salonunda mahkeme başkanı söze başlayarak hükmü okuyordu, özetle hüküm şu şekilde kurulmuştu;

1.    Sanık Nurullah Semo'nun üzerine atılı maktul Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nu kasten öldürme suçunu işlediği anlaşıldığından, eylemine uyan TCK'nin 81/1 maddesi uyarınca müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, karar verilmiştir. Sanığın eylemini terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlediği anlaşıldığından cezasının 3713 sayılı Yasa’nın 5/1. maddesi uyarınca müebbet hapis cezası yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına,
2.    Sanık Nurullah Semo'nun yasa dışı silahlı PKK-Kongra-Gel terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek cürmünü işlediği hususu sübuta ermekle… 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına…

Mahkeme heyeti tarafından ayrıca; olay günü Fırat’ımızın yanında olan Ülküdaşlarından biri hariç diğerlerinin tamamının yaralama ve diğer tüm suçlamalarından beraatlerine, baştan itibaren ısrarla ileri sürdüğümüz üzere diğer katil olduğunu düşündüğümüz Cihat Babatonguz isimli teröristin de cinayet suçlamasıyla yargılanmasının temini için mahkeme tarafından savcılık makamına suç duyurusunda bulunulmasına, bahsedilen davada yaralama suçlamasıyla yargılanan 15 öğrenci görünümlü teröristin ise terör örgütü üyeliği ve terör propagandası yapma suçlarından yargılanmalarının temini için mahkeme tarafından savcılık makamına suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmişti. Hükmün okunmasıyla birlikte derhâl durumdan haberdar olan duruşma salonu kapısındaki ve adliye önündeki binlerce Ülkücü hep bir ağızdan “Şehit Fırat Çakıroğlu” şeklinde sloganlar atarak, bir nebze olsun yüreklerinin soğuduğunu haykırmışlardır.

İlk günden son güne kadar şehidimizin ailesinin avukatı olarak yer almaktan onur duyduğum bu şerefli mücadelemizde nihayet mahkeme terörist katile Türk ceza sistemimizdeki en yüksek ceza olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası vermiş, üstelik Fırat’ımızın şehadetinin terör örgütünün amaçları ve talimatı doğrultusunda, bir terörist tarafından gerçekleştirildiğini hüküm altına almış, yani “karşıt görüş kavgası” şeklinde değerlendiren medya ve diğer kesimlere birer şamar indirmiştir. Olay anında şehidimizin yanında bulunan Ülküdaşlarımızın suçlamalardan beraat etmiş olmaları da ayrıca yüreklerimize su serpmiştir.

Şehidimiz elbette geri gelmeyecekti ancak mahkeme tarafından verilen bu kararla birlikte yüreklerdeki yangımız bir nebze olsun hafiflemiş, adaletin tesis etmiş olması vicdanları biraz olsun ferahlatmıştır.

Ancak verilen hükmün 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olması gerektiği yönünde itirazlarımız vardı, bu nedenle şehidimizin ailesinin avukatları olarak itirazlarımızı sunarak istinaf mahkemesine müracaat edilmiş, süreç henüz tamamlanmamıştır. Akabinde İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 2018/949 Esas sayılı dosyasıyla taleplerimiz kabul edilerek bu hukuki yanlışlığın düzeltilmesine, sanık Nurullah Semo’nun terör örgütü adına Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nu şehit etmekten dolayı ve devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik vahim eylem niteliğinde olduğu anlaşıldığı gerekçesiyle neticede 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Böylece yüreklerimiz bir nebze daha ferahlamıştır.

İstinaf mahkemesinin kararından sonra dosya son karar merci olan Yargıtay’a gönderilmiştir. Ve nihayet Yargıtay tarafından da dosya detaylı bir şekilde tetkik edilmiş, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 07.11.2019 tarih ve 2019/3841 Esas, 2019/7250 Karar sayılı ilamıyla hüküm oybirliği ile onanmış, yani kesinleşmiştir. Bu kararla birlikte, Fırat’ımızı şehit eden eli kanlı terörist, hiçbir şekilde gün yüzü göremeyecek, layık olduğu şekilde dört duvar arasında çürüyüp yok olacaktır.

Yargıtay kararında “…vücudundaki hayati bölgelerini hedef alarak vurmuş olduğu bıçak darbeleri sonucu Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun ölümüne sebebiyet veren sanığın PKK silahlı terör örgütünün amaç ve faaliyeti doğrultusunda bu eylemi gerçekleştirdiği anlaşılmakla…” şeklinde kurulan hüküm de davanın başından itibaren tespit ve tescilini istediğimiz üzere en yüksek yargı organı tarafından “karşıt görüş kavgası” şeklindeki ihanete kol kanat geren ibareleri yerle yeksan etmiş ve emsal bir Yargıtay kararı olarak Türk hukuk sistemine girmiştir. Dolayısıyla yukarıda da izah ettiğim namus meselemiz olarak gördüğümüz bu hususta da alnımızın akıyla çıkabilmiş olmak hepimize birer şeref nişanesi olmuştur.

İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kurduğu hüküm gereği İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan suç duyuruları ile ilgili soruşturma süreçleri de devam etmekte olup pek tabii ki bu kısımlar da hem tarafımdan hem diğer Ülkücü avukatlarımız tarafından takip edilmektedir. Bahsedilen kısımlarla ilgili hukuki süreçler son ana kadar büyük bir titizlikle yürütülecektir.

Sonuç olarak şehidimiz Fırat Yılmaz Çakıroğlu, kendisinden önceki Ülkücü şehitlerimizle birlikte en yüksek makama erişerek, şehit olarak sonsuzluğa varmıştır ve geri gelmeyecektir. Ancak Ülkücü Hareket, öz evladının davasını, mücadelesini ve sonrasında adalet arayışındaki onurlu kavgasını sahiplenmiş, ant içmiş ve namus bildiği bu mücadeleyi de alnının akıyla nihayetlendirmiştir. Eminim Fırat’ımız huzur içindedir. Hüseyin Nihâl Atsız’ın bozkurtların Ölümü eserinde “Kürşad ölmüş, fakat attan düşmemişti. Ölmüş, fakat yenilmemişti.” şeklinde tanımladığı gibi diyorum ki “Fırat şehadete ermiş fakat düşmemiştir, şehit olmuş fakat yenilmemiştir.” Ve hayallerini, tebessümlerini, davasını sizlere, bizlere, milyonlarca Ülkücüye vasiyet etmiş, emanet etmiştir. Emaneti son nefese dek koruyacağımız namusumuzdur, şerefimizdir.
Bu vesileyle kutlu davamızın kurucusu cennet mekân Başbuğ’umuz Alparslan Türkeş’i, ilk Ülkücü şehidimiz Ruhi Kılıçkıran ağabeyimizden son Ülkücü şehidimiz Fırat Yılmaz Çakıroğlu’na kadar tüm Ülkücü şehitlerimizi rahmet, minnet ve dua ile anıyorum. Milliyetçi Ülkücü Hareketin Bilge Lideri, Yolbaşçımız Sayın Devlet Bahçeli’ye hem şehidimizin davasını ailemizin en büyüğü olarak bir baba sevgisi ve kararlılığı ile sahiplenişi hem de yargılama sürecinde bizlere verdiği destekler için bir kez daha minnettarlığımı ifade ediyorum. Rabb’im Türkmen Beğ’imizi başımızdan eksik etmesin, ömrünü uzun eylesin inşallah.