SİYASİ NÜKTE, ULEMA VE MİHNE

14 Nisan 2014 12:25 Prof. Dr.Nadim MACİT
Okunma
2688
SİYASİ NÜKTE, ULEMA VE MİHNE

Ortada ince bir siyasi nükte var. Bu nükte ya da ironi şöyle ifade edilebilir: Öyle ama aslında öyle değil. Öyle değil ama aslında öyle. Ortada kutular, paralar, para sayma makineleri, sıfırlama diyalogları var. Bunlar, yolsuzluk ve hırsızlıktır. Fakat üretilen İslami algıya göre “İçi para dolu olan kutu, bir para kutusu değildir. Para sayma makineleri para sayma makinesi değildir. Sıfırlama, evde bulunan paraları sıfırlama değildir. Malum konuşma ise iki kişi arasında konuşma değildir. İki kişi arasında geçen sıradan bir şakadır.” İzafiliğin titrek diline bindirilen İslamcı/ muhafazakâr siyaset herkesle ve her şeyle dalga geçiyor. “Bakara, makara ve fukara” aslında bir cuma hutbesi başlığıdır. Üç kelime aracılığıyla oluşturulan kafiye Nasreddin Hoca misali “şairlik tutkusunun” bir uzantısıdır. Aslında bu ironilerin tümü,  İslam’ın politik tezgâhta nasıl pazara sürüldüğünü ve kullanıldığını göstermektedir.
 
Esas siyasi nükte, “bilgin cehaletin önünde bocalayan muhalefetin”, suç ortaklığının ördüğü ittifakın gücü karşısında aynı şeyleri tekrar ederek tuzağa düşmesidir. Bu öyle bir siyasi ironi ki “iktidar her türlü şaibenin altında kaldığı hâlde” milletin desteğini almıştır. Âdeta millet şunu söylemektedir: İslamcı /muhafazakâr yolsuz-yurtsuz kesimi yine de size tercih ediyorum. Elbette ki bu sadece bir siyasi nükte değil, aynı zamanda bir trajedidir. Çapraz karışımların çocukları,  “günah işleme özgürlüğünü” millete onaylatmıştır. Zaten 110 ilahiyatçı “her türlü yürütme tekniklerini” meşrulaştırmış ve “Meşru otoriteye itaat etmek vaciptir.” hükmünü vermiştir. Fakat ulema “meşru otoritenin” içeriğinden hiç bahsetmemiş, daha doğrusu bahsetme ihtiyacı duymamıştır. Ulema, seçimle gelmeyi meşruiyetin yeterli şartı sayarak klasik saltanat sistemini İslam olarak sunmuştur. Otoriter-saltanat dil sistemini aşamayan ulemanın günümüz meseleleri üzerine ahkâm kesmesi de felsefi ironidir.
 
Uzun süredir ülkemizde oluşturulan dinî algı: Belli çevrenin din adına sunduğu ilk kelimeye inanmaktır. Ulema “olup biteni meşru görüp, halkta onaylayınca” iktidara ve yandaşlarına her türlü “günahı işleme özgürlüğü” tanınmış oldu. Bu teo-politik nükte / ironi “her türlü ayarın sınırlarını aştığı için” siyasi tarihimizin her safhasında hatırlanacaktır. Hayırlı olsun! Madem millet bu hakkı tanıdı, millî irade böyle tecelli eyledi, “seçimi almak” meşru olmak için yeterli, kim ne diyebilir? Hak ve adaletin altı üstü bu ise “Kim yanlışa hayır, diyebilir?” Üstelik ulema böyle buyurmuş!  Bu durumda yolsuzluktan-yürütmekten-getirmemek üzere götürmekten, haksızlık yapmaktan, adam kayırmaktan, insanların vaziyet alış tarzına göre hukuk oluşturma zulmünden bahsetmek meşru otoriteye isyan etmekle eş anlamlı sayılıp, mihne; sorgulama düzeni kurulabilir. Siyasi uygulamaları eleştirmek, iktidara muhalefet etmek, farklı bir görüşü benimsemek “İslam’ın koyduğu sınırları aşmak” olarak değerlendirilip her türlü tanımlama yapmanın yolu açılabilir...