ALPASLAN TÜRKEŞ VEKIBRIS DAVASI
Prof. Dr. Ulvi KESER
“Kıbrıs’ta doğmuş olmaktan ve Kıbrıslı bir Türk olmaktan daima iftihar duymuşumdur.” diyen merhum Alparslan Türkeş Lefkoşa’da, Suriçi bölgesinde Haydarpaşa Mahallesi Kirlizade Sokak, 16 numarada hayata gözlerini açtığında Kıbrıs Adası da bütün dünya gibi büyük savaşın içindedir.
1917 yılı itibarıyla Ada tam anlamıyla bir cadı kazanı gibidir.İngiltere’nin Çanakkale’de esir aldığı Türk savaş esirlerini Kıbrıs’a getirmesi, Fransa’nın dünyanın dört bir yanında çeşitli yollarla kandırıp önce Port Said ve ardından Kıbrıs’a getirip Ermeni Doğu Lejyonunu (Legion d’Orient)tesis etmesi ve 30 Ekim 1918 sonrasında Anadolu’ya Fransız üniforması giymiş bu Ermeni çetecileri göndermesi, Doğu Akdeniz’de Teşkilat-ı Mahsusa ile İngiliz EMSIB istihbarat teşkilatı arasındaki psikolojik harekât, Rumların Enosis,Yunanların Megali İdea saplantıları hep aynı döneme rastlar.
15 yaşını bitirdiği 1932 yılına kadar Kıbrıs’ta yaşayan ve ilk ve orta okul eğitimlerini Sarayönü İlk okulunda tamamlayan Türkeş 1933 yılında ailesiyle birlikte İtalyan bandıralı Viyana isimli gemiyle Türkiye’ye göç eder.
Öte yandan Kıbrıs’ta Rumların Yunanistan destekli EOKA tedhiş örgütü karşısında 1955 sonrasında Volkan’ın ardından teşkil edilen örgütlerden biriside 9 Eylül’dür. Volkan’ın daha aktif bir rol oynaması için girişimlerde bulunanancak bundan sonuç alınamaması veya farklı bir taktik güdülmesi neticesinde Volkan içerisinde faaliyette bulunan Kıbrıslı Türk gençlerinden bazıları daha sonra Volkan’dan ayrılarak 9 Eylül örgütünü kurarlar. Esasında Volkan’ın faaliyetlerine son verdiği tarih ile 9 Eylül’ün kuruluşu arasında belirgin bir sınır söz konusu değildir. Dolayısıyla 9 Eylül örgütünün ne zaman faaliyete geçtiği de net olarak belli değildir.[1] 9 Eylül grubunda lider kadro olarak ortaya çıkan isimler Ulus Ülfet[2], İsmail Beyoğlu, Kubilay Altaylı ve Mustafa Ertan Celal’dır. Hami Özsaruhan anılarında Ulus Ülfet’in okul arkadaşı olduğunu, ayrıca Ulus Ülfet’in AlparslanTürkeş’in de akrabası olduğunu belirtir.[3] Söz konusu bu teşkilat Volkan sonrasında son derece kısıtlı bir dönemde ve genellikle Lefkoşa’da faal olmakla beraber dağıttığı bildirilerde ismi 9 Eylül Cephesi olarak geçmektedir.Ulus Ülfet’in Küçük Kaymaklı’da Gardiyan Mustafa’nın evinde (bugünkü Şehitİhsan Güven Sokak) 30 Ağustos 1957 akşamı meydana gelen beklenmedik patlama sonrasında bu örgüt de fazla bir varlık gösteremeden ortadan kalkar. Bu dönemde 9 Eylül ismi Kıbrıs Türkleri tarafından özellikle seçilmiş önemli bir tarihtir.Çünkü gerek İzmir’in Yunan işgalinden kurtulması ve gerekse 1571’de Kıbrıs’ın Fethi sırasında Lefkoşa’nın Fethi hep aynı tarihte olur; ancak 9 Eylül’ün faaliyetleri de profesyonel EOKA karşısında çok fazla etkili olmayacaktır.[4]
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde yapılan görüşmelere TSK adına Alb. Turgut Sunalp’ın de katılması ve ardından Kıbrıs Türk Kuvvetleri alay komutanı olarak Ada’ya çıkan ilk Türk askerî birliğin de komutanlığını yapması daha sonraki süreçte TMT’yi ve misyonunu farklı noktalara çekmek isteyenlerce çok istismar edilecektir. Bu noktada tartışılan isimlerden birisi de Kur. Alb.Alparslan Türkeş olacaktır.
Öte yandan “vazifesi Türkiye’nin Kıbrıs’taki hakve menfaatlerini, Kıbrıs Türk toplumunun can ve mal emniyetini korumak,Türkiye’nin müdahale harekâtı esnasında müdahale kuvvetlerine azami yardımı sağlamak ve adadaki Türk mukavemetinin devamını mümkün kılmak olan” TMT, STK tarafından faaliyetleri yürütülen bir organizasyon olmasına ve Seferberlik Tetkik Kurulu da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin meşru hükümeti tarafından anayasa ve kanunlara uygun olarak tesis edilmiş, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde ve doğrudan Genelkurmay İkinci Başkanı’na bağlı yasal bir devlet kurumu olarak faaliyette bulunmasına rağmen farklı tartışmaların içine çekilmektedir.
İdam sehpasına giderken ‘Bu memleket için hiçbir şey yapmadımsa Kıbrıs için yaptım.’ diyen ve hakikaten Kıbrıs davası konusunda Kıbrıs Türklerine ve TMT’ye inanılmaz bir destek veren, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu da dönemin Başbakanı Adnan Menderes de altına imza attıkları Londra ve Zürih Anlaşmaları sonrasında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ve Ada’ya çıkan Türk askerlerini görme şansı bulamazlar. Gerek Rauf R. Denktaş tarafından gerekse Dr. Fazıl Küçük tarafından Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam edilmemeleri konusunda Cemal Gürsel’e dört ayrı ve gizli mesaj iletilmesine rağmen idamlar durdurulamaz. Türkiye’de MBK tarafından idareye el konulması sonrasında Kıbrıs konusunda kafalar tereddütler oluşmaya başlamıştır. Ada’da 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan Londra ve Zürih Anlaşmaları sonrasında Türkiye’nin garantör devlet olarak 650 kişilik bir askerî gücünün bulunmasının yeterli olacağı ve böylece TMT gibi bir organizasyona ihtiyaç kalmadığı düşüncesiyle TMT’nin misyonunun çok farklı ve özel olması nedeniyle görevine devam etmesi gerektiği düşüncesi ön plana çıkar.Bunun sonucunda TMT’ye yönelik eğitimler askıya alınır. Kıbrıs ve Türkiye’de görev yapan beyin takımı geri plana ve kızak görevlere çekilir. Lojistik ve ikmal faaliyetlerinin dondurulmasın ve TMT’ye tereddütlü yaklaşılması sonrasında Ada’da TMT gerilemeye başlarken tansiyon yükselir, gerilim artar ve huzursuzluklar baş gösterir. O güne kadar yaklaşık 5.000 Kıbrıslı Türk’ü mukavemet konusunda bilgilendiren ve eğiten TMT, Türkiye’de oluşan yeni dönemle beraber birçok asılsız iddia sonrasında çalışmalarını sağlıklı olarak devam ettiremez ve faaliyetler ister istemez sekteye uğrar;[5]
“Türkiye’de askerî darbenin yapıldığı 27 Mayıs 1960 tarihine gelindiğinde bizim kadromuz hükûmetimizin verdiği TMT ile ilgili gizli görevi planladığımız gibi yürütmekteydi. Büyük bir mesafe almıştık. TMT örgütü kurulmuş, 5000 kadar mücahit eğitimden geçirilmiş, örgüte yeteri kadar silah gönderilmişti. Söz verdiğimiz gibi, TMT'nin mevcudiyetinden İngiliz yönetiminin, Rumların,Yunanistan’ın, Türk ve dünya kamuoyu ve basınının haberi olmamıştı. Böyle olmakla beraber bizim Ankara’da TMT Genel Karargâhı’ndaki görevimiz bitmemişti.Bütün hız ve heyecanımızla TMT’yi çok daha kuvvetli hale getirmek için çabalarımızı sürdürecektik. Hedefimiz daha önce de belirtildiği üzere Ada’da15.000 kişilik hazır bir kuvvet oluşturmaktı. Darbecilerin istihbaratına göre başta Daniş Karabelen Paşa olmak üzere hepimize Demokrat Parti hükûmetinin adamları, Adnan Menderes’in Gestaposu adını yakıştırmışlardı. İlk etapta ne olup bittiğini anlamaya çalışırken Kıbrıs’ta böyle bir teşkilatın mevcudiyeti ve adaya silah gönderilmiş olması darbeyi gerçekleştirenleri ürkütmüştü.
Dairemizdeki subayların tümünü tutuklamayı planlamışlardı. Menderes’in Gestaposu propagandası yapıyorlardı. Hatta bu dairenin bütün subaylarını tevkif edeceğiz demişler. Bu aptalca ve adi dedikodudan, darbenin ilk gününde haberdar olur olmaz hemen koşmuş, ihtilal komitesi içinde bulunan 4 arkadaşımla temaskurmaya çalışmış, bunlardan Kur. Alb. Osman Köksal (Cumhurbaşkanlığı MuhafızAlayı Komutanı), Kur. Alb. Alparslan Türkeş (Başbakanlık Müsteşarı) ile görüşerek dairemizin asli görevi ile Kıbrıs’la ilgili gizli faaliyetlerimizi açıklayarak gerekli izahatlarda bulunmuştum. Osman Köksal, Kore’den arkadaşımdı. Alparslan Türkeş ise Kara Harp Okulunda bizden 1 sınıf öndeydi. Bu izahatımdan sonra hayretler içinde boynuma sarılıp ‘Sağ ol. Bizi büyük bir hata ile skandaldan kurtardın.’ demişlerdi. Hatta Türkeş, ‘Kıbrıs faaliyetlerimiz için ne istekleriniz varsa bildir, derhal yerine getireceğiz.’ demişti. Ben de isteklerimizi sunmuştum.
Millî Birlik Komitesi içerisinde hukuk tahsili yapmış Yzb. Muzaffer Özdağ gibi subaylar da bulunmaktaydı.[6] Daha sonra 14’ler hareketi falan başladı ve ortalık iyice karmakarışık oldu. Türkeş listedeki isteklerimiz için gerekli emirleri vermeye hemen başlamıştı. Fakat bu girişimimde dairemizin gerçekten değerli başkanı Daniş Karabelen Paşa’nın görevden alınmasını önleyememiştim. Çünkü kendisi Demokrat Parti milletvekili Danyel Akbel’in kardeşiydi.”
Bnb. İsmail Tansu’nun kendisine gerekli açıklamalarda bulunması sonrasında Alb. Alparslan Türkeş de “Emret. Ne istiyorsun benden.” cevabını verir.[7]Özellikle1960 sonrası her dönemde ve parlamentoda olduğu yıllar boyunca “Kıbrıs için yapılan mücadele bitmiş değildir. Uzun süreceği ve çeşitli gelişmeler geçireceği muhakkaktır. Bizim umumi efkârımızda her şey bitmiş, zafer kazanılmış,sadece yapılacak iş olarak elde edilen toprakların iktisadi kalkınması kalmış gibi bir hava ve bir gevşeme temayülü görülüyor. Tehlikeli bir hatadır. Uzun ve çetin bir mücadeleyi göze almak ve herkesi şimdiden buna hazırlamak gerekir...”diyen merhum Türkeş sanki bugünleri öngörmüş gibidir. Öte yandan Ada’da 27 Mayıs 1960 sonrasında yeni dönemle beraber ortaya çıkan durumun TMT’yi fazla etkilememesi için gerek Türkiye’de ve gerekse Kıbrıs’ta TMT ileri gelenleri yoğun bir faaliyetin içine girerler;[8]
“...Ben o devirde TMT Ankara’da TMT’nin koordinatörüydüm. Beni tanıyan üst kademe yöneticileri (beni) birkaç defaTMT’nin bağlı olduğu dairenin Millî Birlik Komitesi üyeleriyle görüştürdü.İddialarının gerçek olmadığını, buraya gönderilen ikmal malzemelerinin düşmana karşı ileride kullanılmak üzere gönderildiğini, personel eğitiminin bu maksat için yapıldığını, muhaliflere zarar vermek için bir hareket olmadığını usulüne göre izah ettim. Bu görüşmelerimizin bir çoğunda Dr. Burhan Nalbantoğlu,Ankara’da bulunmaktaydı. Ben görüştükten sonra kaldığım otel olan Ulus’taki Çelik Palas’ta ben, Burhan ve görevden alınan Rıza Vuruşkan buluşur ve kendisine konuları etraflıca anlatırdık. Pek tabii onlar kendilerine göre bi rtakım temaslarda bulunuyorlardı.
19 Ağustos 1960 tarihinden sonra Ankara’daki görevim sona ererek Kıbrıs’a geldim. Beni bir süre sonra Bayraktarlık koordinatörü olarak atadılar. Bu görev 63 olaylarına kadar devam etti fakatTMT’nin duraklama devriydi. İşte bu duraklama devri sonrasında Sayın Denktaş tüm masrafları kendine ait olmak üzere Türkiye’deki ilgililere ulaştırılmak üzere hazırladığı raporla beni iki defa Türkiye’ye gönderdi. Raporlar ilgililere o dönemde devlette etkin bir görevi olan KTKD Başkanı Mehmet Ertuğruloğlu kanalıyla ulaştırıldı. Bu girişimler sayesinde TMT aktif olarak faaliyete geçti...”
Bu arada TMT ile ilgili faaliyetlerde yardım ve desteği görülen Bakanlıklar ve Genelkurmay Başkanlığıile ilişkilerin aynı şekilde devam ettirilmesi talebi Kur. Alb. Alparslan Türkeş tarafından kabul edilir ve istenilenler yerine getirilir;[9]
“Türkiye’de 1960 İhtilal yönetimi, Kıbrıs’ta henüz ne olup bittiğinden habersizdi. Nitekim Kıbrıs’taki mevcut liderliğe ve özellikle Denktaş Bey’e karşı olumsuz bir tavır içine girmişlerdi. İhtilalden sonra Ankara’ya gittik.Orada bize Alparslan Türkeş açıkça muhalefetini beyan etti ve Türkeş, özel olarak Rauf Bey’i odasına çağırarak ona ‘Yahu Denktaş Bey, siz Kıbrıs’ta neler yapıyormuşsunuz da bizim haberimiz yok.’ diye hesap sormuş. Aslında ihtilal sonrası yönetim TMT’nin oluşumuyla ilgili durumdan da habersizdi. Çünkü TMT çok gizli ve Özel Harp Dairesi bünyesinde kurulmuştu. Buna bağlı olarak da TMT için Kıbrıs’a yapılan silah sevkiyatı ve diğer işlemler dosyalarda incelendiği zaman başka kanallara gönderildiği görülüyor. Silahların Kıbrıs’a ve TMT’ye gönderildiği yolunda dosyalarda kayıt bulunmuyordu. Tabii ihtilal sonrası yönetimde Alparslan Türkeş de Başbakanlık müsteşarı olduğu için bu konuları tepkiyle karşılıyor.”
Türkiye’de yaşanan 27 Mayıs 1960 İhtilali sonrasında duruma el koyan askerî güçlerin ne olduğunu anlamaya çalıştığı bir süreçte duraklamaya geçen ve sarsıntı geçiren, kadroları siyasi mücadelelere malzeme yapılan ve beyin kadrosu dağıtılan TMT bir süre Ankara’daki yönetim tarafından“Menderes’in ordusu” ve hatta “Menderes’in Gestapoları” gibi son derece ağır ithamlarla da karşılaşır. Böylece TMT faaliyetleri durma noktasına gelir,Kıbrıs’ta görevli kurmay kadrosu geri çağrılarak pasif görevlere atanır.Ankara’da da aynı şekilde STK içinde yeni düzenlemelere gidilir ve Kıbrıs Adası 21 Aralık 1963 tarihinde Akritas Planı çerçevesinde Rumların bütün Ada sathında Türklere yönelik katliam girişimlerine başlayacağı günlere hızla yaklaşırken İsmail Tansu’nun da belirttiği üzere TMT başsız, sahipsiz, organizasyondan ve moral-motivasyondan uzak bir hâldedir;[10]
“…Buna ihtilal sebep oldu. Başıboşluk Ankara’dan başladı. Türkiye’de ihtilal olmuştu.İhtilalden sonra ben (İsmail Tansu) kendim emekliliğimi isteyerek ayrıldım.Öyle gerekti. Çünkü ihtilalcilerden Türkeş beni desteklemiş olmasına rağmen Karabelen Paşa’yı görevden aldılar. Paşa’nın kardeşi Demokrat Parti milletvekili idi. Paşa’yı da onun için görevden aldılar. Daireye bir şey yapamadılar ama benim yerime de göz dikenlerin olduğunun ben farkına varınca‘Ben bu durumda bundan sonra iş yapamam.’ dedim. Çünkü Türkeş de gidiyordu.Emekliliğimi isteyip ayrıldım...”
Başsız kalan, moral motivasyon bağlamında darbelenen ve önünü göremeyen TMT Bayraktarlığı Kıbrıs’ta bir de kişisel çıkarlarını ve şahsi kin hesaplarını her şeyin önüne koyan bir anlayış tarafından da ele geçirilince 21 Aralık 1963 gününe kadar geçecek süreç tamanlamıyla kayıp bir dönem olur. Şüphesiz bütün bunların yanında 27 Mayıs 1960 sonrasında Kıbrıs’ta olup bitenler hakkında kendisine bilgi verilen Millî Birlik Komitesi üyesi Kur. Alb. Alpaslan Türkeş’in daha sonra 14 arkadaşıyla birlikte tasfiye edilmesi ve 13 Kasım 1960 tarihinde Hindistan’a sürgüne gönderilmesi ise TMT faaliyetlerini tam anlamıyla çökertmiştir. Bu kadro değişikliğinden öte takip edilen yanlış Kıbrıs siyaseti ise Kıbrıs Türklerini 21 Aralık 1963 Rum saldırılarına götüren kapıyı ardına kadar açmıştır. Bu dönemde özellikle 16 Ağustos 1960 tarihinde Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti çerçevesinde Ada’ya gönderilen 650 kişilik KTKA Komutanlığının Türkiye’yi temsil edecek resmî bir askerî güç olarak meşruiyetini göstereceği ve bu sebeple Ada’da TMT gibi yeraltında gizli faaliyette bulunan silahlı bir örgüte ihtiyaç kalmadığı düşüncesi kafalarda oluşmaya başlamış ve bunun sonucunda TMT âdeta üvey evlat konumuna düşürülmüştür. Buna ayrıca Türkiye’nin ilk ve son Kıbrıs Cumhuriyeti Büyükelçisi olarak eski bir asker olan Emin Dırvana’yı göndermesi de eklenince TMT artık istenmeyen adam hâline gelmiştir. Öte yandan askeri dönemin yarattığı ortam, hemen ardından başta Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan olmak üzere dönemin idarecilerinin Yassıada’da yargılanmaları ve söz konusu üç devlet adamının idam edilmeleri ülkeyi yeterince meşgul ettiğinden merhum Türkeş’in“Türk milleti için yalnız orada yaşayan Türklerin varlığı dolayısıyla önemli bir konu değildir. Bunun ötesinde, bunun üstünde Kıbrıs Adası’nın Türkiye’nin güvenliği,egemenliği, bağımsızlığı için taşıdığı jeopolitik önemi de bilmek gerekir.” dediği Kıbrıs’ta bir sorun yaşanması da arzu edilmez ve Ada bir dönem göz ardı edilir.
Türkeş’in “millî bir dava” ve siyaset üstü gördüğü Kıbrıs konusunda ortaya attığı ayağı yere sağlam basan önerilerinden birisi ise Kıbrıs’ın köyleri, dağları, ırmaklarının Türkçe adlarla isimlendirilmesi hususudur; ancak merhum Türkeş konuyla ilgili olarak “Bu hususta dikkatli, ölçülü ve bilhassa Türkçe bakımından zevkli davranmak üzere uzun vadeli bir çalışmaya girilmeli.” uyarısında da bulunur. Kıbrıs’ta Celal Hordan başkanlığında ve Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nun başlattığı“Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyasıyla özellikle köylere Türkçe isimler verilmesi hususunda ifrada kaçılması, köylülerin zorlanması, münferit de olsa baskıcı yollara başvurulması ve amaçtan uzaklaşılması hatırlandığında uyarının son derece isabetli olduğu da görülecektir. Aynı yıllarda halk eğitimi öğretmeni olarak Ada’ya gelen ve TMT saflarında görev yapanlardan birisi de Yakup Şen olacaktır;[11]
“…Ben askerlikte, yedek subaylık dönemimde 3 ay Isparta Eğirdir Dağ Okulunda eğitim gördüm. Onu takiben Genelkurmay STK’de bir üç ay daha eğitim gördüm ve oradan kıtama giderek ilişiğimi kesip tekrar öğretmenliğe döndüm. Eldivan’da iki yıla yakın başöğretmenlik görevim sırasında bana Genelkurmaydan bir görevli Kıbrıs’a gidip gidemeyeceğim hakkında bir teklif getirdi. O teklifi kabul ettim ve 3 Şubat 1959 günü Türk Hava Yollarının uçağıyla Kıbrıs’a indim. Orada Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatında görev yapmak üzere hazır bulundum. Maske görevimiz halk eğitimi öğretmenliğiydi. KTKF emrinde göreve başladık. Köylere gider,okuma yazma bilmeyen insanları tespit eder, onlara geceleri veya gündüzleri kurslar tertip ederek onlarla teşkilatı olarak. Enosis için Ada’yı Yunanistan’a bağlamak (istiyorlardı.) Bizim de görevimiz Ada’daki Türkleri teşkilatlandırmak, yerine göre silahlandırmak, eğitmek ve gerektiğinde adadaki Türk varlığını korumak için silahlı mücadeleye girebilecek bir duruma getirmek amacıyla oradaki milliyetçi, vatansever Türklerden TMT teşkilatına personel toplamak, seçmek ve bunları gerektiği gibi teşkilatlandırmaktı. Bu teşkilatlandırmada hem nazari hem de ameli çalışmalar oluyordu. Eğitim sürecinde bazı malzemeleride onlara vermek gerekiyordu.
Aralık 1963 iplerin aşağı yukarı koptuğu süreç. 1960’dan 1963 yılına kadar kurulan devlet devlet olma kimliğine bir türlü erişememiştir... O dönemdene dışarıdan ikmal yapıldı ne de doğru dürüst bir eğitim sistemi oldu. Bu arkadaşları, Türkiye’deki cuntanın görüşleri doğrultusunda geri çektiler...Hatta 1960 İhtilali’nin öncülerinden ve aslen Kıbrıslı olan Alparslan Türkeş bir ara İsmail Tansu ile temas kuruyor. Genelkurmayda olan İsmail Tansu çok akıllı ve zeki bir subaydı. Duraklama döneminde onları da dışlamaya çalıştılar.Emekliye sevk ettiler çoğunu. İsmail Tansu da emekliye sevk edilenlerden birisi ama emekli olmadan evvel Alparslan Türkeş ile irtibat kuruyor. TMT’nin asıl amacını anlatıyor. Alparslan Türkeş de ‘Ne lazımsa yapılacak.’ diyor. Bundan sonra da Ada’ya ne istersek gelmeye başladı. İlk planda silah ve cephane geldi.Çünkü bütün ada Rumların kontrolündeydi…”
TMT Lefkoşa Sancağı Kovan beyi merhum Nevzat Uzunoğlu’na göre esasında Fatin Rüştü Zorlu’nun dönemin Başbakanı Adnan Menderes’i ikna etmesi de pek kolay olmayacaktır ve merhum Uzunoğlu bu durumu“Onu ikna etmeye çalıştılar ama olmadı. O zaman Türkiye’nin Yunanistan’la iyi ilişkileri vardı veya Türkiye öyle zannediyordu. Bizim hiçbir zaman Yunanistan’la iyi ilişkilerimiz olmadı çünkü yaptıkları hep aldatmacaydı, göz boyamacaydı. Nihayet Zorlu, Menderes’i ikna edebildi ve burada silahlı bir yeraltı teşkilatı kurulmasına karar verildi...”[12]diyerek açıklar;[13]
“…Zorlu hakkında daima ‘O TMT meşalesini ilk tutuşturan devlet adamı idi.’ demişimdir. Çünkü TMT’yi ilk öneren ve önerisini kabul ettiren o idi. Emri aldığımızın haftasında bizleri ilk kabulü sırasındaki konuşmalarından sonra onun şahsında TC devletinin gücünü ve kuvvetini arkamızda hissetmiş olmamızın heyecanını duymuştuk.... Kıbrıs davamızda TC hükûmetinin izlediği politika Zorlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu dönemde daha aktif bir şekilde yürütülmeye başlanmıştı. Fuat Köprülü döneminde Kıbrıs politikasında önceden belirlenmiş vazgeçilmez esaslar yoktu. Gerek tarihî gerçekler ve gerekse Türkiye’nin savunmasında Ada’nın stratejik konumu göz ardı ediliyordu. Adanın Anadolu’nun karnına doğru bir hançer gibi uzandığı hesaba katılmıyordu.Türkiye’nin dış politikası NATO’ya endekslenmişti. NATO’ya girebilmek için Kore savaşına bir tugay asker gönderilmesi bile göze alınmıştı. Kıbrıs meselesi ise aktüel gelişmelere göre yalpalanarak izleniyordu. Zorlu’nun Kıbrıs davamızdaki hizmetlerinin önemi ve büyüklüğü anlaşılamamıştır. Çünkü bu gerçeği bütün yönleri ile birkaç devlet adamımız ve bazı komutanlarımızdan başka bilen yoktu...
Zorlu, Yassıada Mahkemesinde yargılanması sırasında savunmasını yaparken Kıbrıs meselesinin gizli taraflarını ifşa etmemiştir. Onun gerek devletimize ve gerekse Kıbrıs davamızda küçümsenmeyecek büyük hizmetlerini ortaya koyarak savunmasında yardımcı olmaya, hiç olmazsa idam hükmünün infazını kimse önleyememiştir. Hindistan’da sürgünde bulunan ve Zorlu’nun hizmetlerini benden öğrenen eski Millî Birlik Komitesi üyesi Kur.Alb. Alpaslan Türkeş’in infazın yapılmaması için yaptığı girişimlerin,uyarıların ve beyanlarının bir yararı olmamıştır. İsmet Paşa’nın son anda infazları önlemek için yaptığı girişim de boşa gitmiştir… Benim dolaylı olarak,Zorlu’nun lehine yorum yapılmasına zemin teşkil etmek üzere temasta bulunduğum 27 Mayıs askerî yönetiminin önde gelen yetkililerine yaptığım açıklamalar ise ihtilal fırtınaları arasında kaybolan bir özentiden ibaret kalmıştır…”
1964 yılında Kıbrıslı Türkler tarafından Anamur’da kurulan Anamur Radyosunda Rum propagandasına karşı koymak üzere Oktay Öksüzoğlu’nun eğitimden geçtiği ve daha sonra da Anamur’a geçerek Kıbrıs’ın Sesi Radyosunda göreve başlayacağı süreçte yaşadığı son derece ilginç ve hassas bir konu ise dönemin siyasi liderlerinden MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş ile karşılaşması, ona “Kıtlık Tarlaları” isimli şiir kitabını takdim etmesi ve kısa bir süre sonra bir kere daha bir araya gelme fırsatı bulduğu Türkeş’in ortaya koyduğu ve Niccolo Macchiavelli’nin reel politik stratejisine göre hislerden arındırılan bir dış politika çerçevesinde düşünülmesi gerektiğini belirttiği Kıbrıs’a yönelik bir operasyon planıdır;[14]
“...Türkeş’e bu görüşmemizde ‘Kıbrıs Türkleri senelerdir son derece kısıtlı imkânlarla büyük askerî güce sahip Rum-Yunan ikilisine karşı tek başına mücadele etmek zorunda kalmıştır. Ana vatanımızın bu yaklaşımı Kıbrıs Türkleri için çok da kolay anlaşılır bir durum değildir. 1960 yılından bu yana Ada’da görev yapan KTKA askerlerine mücahitlerimizle yan yana savaşabilmeleri için Ankara müsaade etmiyor. Yunanistan ise Grivas’ın emrine Yunan komandolarını vermiş durumdadır ve bunların Kıbrıslı Türklere karşısa vaştıklarını bilmeyen hiç kimse yoktur. Ayrıca yavru vatan Kıbrıs’ta KıbrıslıTürklerin yardımına koşmaya çabalayan ana vatan gençliğine de müsaadeedilmediğini öğrenmek bizleri kahretmektedir.’ dedim.
Benim bu serzenişimin ardından Alpaslan Türkeş oturduğu yerden kalktı ve salondaki büyük koltuğa geçerek oturdu ve elinde tuttuğu kitabımın arka sayfasındaki mücahit resmine bakıp bana ‘Sana şu anda sadece senin bileceğin ve sadece kendine saklayacağın bir bilgi vereceğim. Bu bilgiyi zamanı geldiğinde ve açıklanmasında herhangi bir sakınca kalmadığında paylaşabilirsin.’ dedi ve ekledi ‘Kıbrıs da Kıbrıs Türkleri de milletimizin hiçbir şekilde vazgeçemeyeceği, düşman eline asla terk etmeyeceği, üzerine canımızın titrediği son derece müstesna değerlerimizdir. Biz kutsal Kıbrıs davamızı eninde sonunda mutlaka kazanacağız. Durum bugünlerde gerçekten çok vahimdir. Hükûmetimizin de bazı hatalar yaptığı, ihmaller gösterdiği de doğrudur; ancak bütün bu olumsuzluklar mütemadiyen sürmeyecektir. Yüce Türk milleti gerekirse kendi güvenliğini tehlikeye atarak her türlü fedakârlığı yapacak ve bu kutsal davayı da mutlaka selamete eriştirecektir. Kıbrıs Türklerinin bu zor ve meşakkatli günlerinde onlarla beraber olmak ve birlikte düşmanla savaşabilmek için biz de yakın bir zamanda özel bir plan hazırlamış ve dönemin başbakanı İsmet (İnönü) Paşa’nın onayına getirmiştik; ancak maalesef bu özel planımızı bir türlü kendisine kabul ettirmeyi başaramadık. Zannediyorum aynı günlerde İsmet İnönü bizim önerdiğimiz özel kuvvetler yerine gerekirse resmî kuvvetler kullanmak suretiyle Ada’ya müdahale etmeyi düşünmekteydi.Sizler Kıbrıs Türkleri olarak bu konuda sakın umutsuzluğa kapılmayınız. Yüce Türk milletinin yüreği hep sizlerle beraber atmaktadır. Kıbrıs Türk’tür ve her zaman Türk kalacaktır. Allah’ın yardımıyla, yüce Türk milletinin ve kahraman Kıbrıslı mücahitlerin fedakârlıklarıyla muhakkak zafere erişeceğiz.’
Alpaslan Türkeş’in bu sözleri anavatan Türkiye’de devletin hareketsiz olmadığını, Kıbrıslı Türklere yardım ve destek anlamında herkesin farklı plan ve stratejiler geliştirdiğini bir kere daha ortaya koydu ve benim de gönlüne su serpti...”
Alpaslan Türkeş’in sözünü ettiği bu plana göre aralarında emekli bir albay olan Alpaslan Türkeş’in bulunduğu bir grup emekli subayla iyi eğitim görmüş gençlerden oluşan özel bir birlik Anamur’a gelecek ve buradan gizlice Girne kıyılarına doğru yola çıkacaktır; ancak bu plan Oktay Öksüzoğlu’nun anlattıklarına göre İsmet İnönü’nün ‘Eğer gönüllülerle Kıbrıs Adası’na gitmeye kalkarsanız Türkiye’nin Kıbrıs meselesi diye bir meselesi kalmaz.’sözüyle birlikte askıya alınır. Şüphesiz bu planın ayrıntılarının neler olduğu,Türkeş’in de içinde bulunacağı bu emekli subayların kimlerden oluşacağı, hangi eğitimden geçmiş oldukları, birlikte hareket edecekleri ve muhtemelen komuta edecekleri sivil gençlerin kimler olduğu, nasıl seçildiği veya seçileceği,hangi eğitimlerden geçtikleri gibi soruların hepsi cevapsız durumdadır. Oktay Öksüzoğlu’nun Alpaslan Türkeş’le görüşmesi sırasında ortaya çıkan bu durum 21 Aralık 1963 sonrasında Ada’ya farklı zamanlarda müdahale etmeye çabalayan, önce 25 Aralık 1963 günü sınırlı bir hava operasyonuyla Lefkoşa üzerinde savaş uçaklarını uçuran, ardından Ağustos 1964 tarihinde Erenköy bölgesinde bazı Rumve Yunan mevzilerini bombalayan, ardından Kasım 1967 tarihinde Geçit kale bölgesine yönelik Grivas komutasında başlatılan Rum saldırılarına karşı koymaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin alternatif stratejiler üzerinde dedurduğunu göstermektedir. Öte yandan 1964 yılında yapılması planlanan ve özellikle Mersin ve İskenderun’da savaş gemileriyle başlayan hareketliliğin ardından Türk tarihine Johnson mektubu olarak geçen dönemin ABD Başkanı Lyndon Baiden Johnson tarafından 5 Haziran 1964 tarihinde İsmet İnönü’ye hitaben yazılan ve diplomatik nezaketin çok dışında ve tehditkar mektupla birlikte hem Türk-ABD ilişkileri yeni bir safhaya girer ve hem de Türkiye Ada’ya yönelik meşru müdahale hakkını bir kere daha gözden geçirir.
Türkeş 28 Kasım 1965 günü gazetelere verdiği demeçte de aynı konuya değinir ve “En küçük bir hadise vukuunda Kıbrıs işgal edilmelidir. Ben olsaydım bu hadiseler 1963’te meydana gelir gelmez Türkiye’nin neresinde olursa olsun bir alay Kıbrıs’a giderdi. Ada’yı işgal ederdim. Dış politikada diğer devletlerden insaf beklenmemeli, yalvarmamalı, bugünden itibaren Türk milletinin hedefi Selanik, Batı Trakya ve Anadolu’nun devamı olan Ege Adaları olmalı.” der. 16 Aralık 1965 günü dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’le Kıbrıs eksenli bir görüşme yapan merhum Türkeş burada da “... Yunanlara istediğimizi kabulettirebilmek için Kıbrıs’a gönüllü olarak 15-20 bin asker çıkarsak ve mühim bir bölgeyi elimizde bulundursak faydalı olur kanaatindeyim...” teklifinde bulunur ve “Erkân-ı Harbiyenin de ihmal ve hataları olmuştur. Çıkarma yapılması mümkün olmayan yer mevcut değildir. En kuvvetli şekilde tahkim edilmiş bölgelere dahi çıkarma yapılabilir. Misallerini İkinci Cihan Harbi’nde gördük. İsterseniz muhalefet partileriyle Erkân-ı Harbiye toplansın ve zat-ı ailinizin başkanlığında konuyu müzakere edelim.” diye de ekler.
Bundan hemen bir gün sonra 17 Aralık 1965 günü Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin davetlisi olarak İstanbul’da bir konuşma yapan ve Kıbrıs meselesini “Türk milletinin haysiyet ve şeref davası ve hatta Türkiye’nin bir beka meselesi olarak değerlendiren” Türkeş aynı konuya değinerek “...Lozan Antlaşması gereğince Türkiye’den çıkarılan Rum göçmenleri Kıbrıs’a getirildi. Bunlar Anadolu’dan hınçla Kıbrıs’a gelmişler ve orada yerli Rumları da azdırarak Türklere karşı her fırsatta çeşit çeşit taşkınlıklar, çeşit çeşit tazyiklere,tecavüzlere girişmişlerdir... Yunanistan bu meselede de bize kıyasla çok ustaca, çok planlı ve uzağı görerek hareket etmiştir. ‘Eyvah Türkler bize zulmediyor, Türkler Rumları katliam ediyor, kesiyor. Yetişin.’ diye yaygarayı basmışlardır. Orada Rumlar Ada’ya silah götürüyorlar. Hazırlık yapıyorlar ve bir taraftan da Türkiye’nin iç durumunu, dünya politikasını gayet dikkatle takip ediyorlar ve devamlı olarak propagandalarını yürütüyorlar. Dünyanın hertarafına serilmiş olan Yunan propaganda ağı Yunan diplomatik faaliyetleriyle elele, beraber olarak işlemiştir. Bunlar olurken biz ne yaptık acaba? Bir tek kelime cevap, hiç. Pekiyi Türk elçiliği, Türk istihbaratı bu Rum-Yunan hazırlıklarını haber almıyor mu? Almış olması lazım. Haber vermiyor mu? Vermiş olması lazım. Vermemişlerse sorumludurlar. Vermişlerse bunları alanlar ne tedbirler almışlardır? Sizden de çok rica ve istirham ediyorum. Beni takviye etmek üzere acele polis kuvveti gönderiniz.” diyecektir.
19 Ocak 1966 tarihli CKMP Muhtırası’nda da Türkeş bu minvalde İskenderun,Antalya, Mersin ve çevredeki askerî üslerden istifade edilerek adadaki hava,deniz emniyetinin sağlanmasını, bunun mücadelenin sonuna kadar devamlılık arzetmesini, Yunanistan’a anlayacağı dilde sert bir cevap verilmesini, Türkiye’nin gayriresmî desteğiyle gönüllülerden oluşacak bir mücahit ordusu teşkiledilmesini de ifade eder. Hava-deniz hâkimiyeti ve adanın bu günkü stratejik pozisyonu başta ABD, İngiltere, Rusya, Fransa ve müttefikleri başta olmak üzere pek çok ülkenin, ayrıca AB, NATO gibi çok uluslu güçlerin Doğu Akdeniz’de konuşlanması, bütün dünyayı takip eden Echelon telekulak sistemi, çok farklı misyonlar üstlenen Agrotur ve Dikelya İngiliz üsleri esasında merhum Türkeş’in tam da 50 yıl önce parmak bastığı hassas dengelerin bir sonucudur.
20 Mayıs 1966 günü yaptığı açıklamada da Türkeş Ada’ya yasa dışı yollardan ve gizlice getirilen 25.000 civarında Yunan askerî personeline gönderme yaparak“...Kıbrıs’ta Yunanistan’a muvazi ve muadil bir kuvvet dengesi kurulmalı ve müzakerelere bu şartlar altında girilmelidir...” der. 8 Ocak 1966 günü parlamentoda yapılan Kıbrıs görüşmeleri sırasında da Türkeş ve dava arkadaşlarının Kıbrıs konusunda ortak görüşleri kuvvete dayalı fiilî bir durum meydana getirilmesi yönündedir. 21 Mayıs 1966 tarihli konuşmasında da CKMP GenelBaşkanı Türkeş Kıbrıs meselesinin bir Türk-Yunan meselesi olduğunu, “göz yaşlı, boynu bükük insanların hayat mücadelelerini tamamladığı, şehitler yatağı”olarak ifade ettiği Kıbrıs’ın Yunanistan’ın Türkiye’nin aleyhine olarak genişleme aşamasının bir parçası bulunduğunu belirtir ve “..Türkiye’yi yıkmak için Yunanların ileride kullanacakları atlama taşlarından birisi de Kıbrıs olacaktır.” der ve bunlara hiçbir ciddi karşılık veremeyen devlet adamları nedeniyle Türkiye’nin dünya efkârında oldu bittilere boyun eğen ve beceriksiz bir devlet olarak algılandığını da belirtir.
6 Ekim 1967 günü Burdur’da halka seslenen ve Ada’da silahlı kuvvet üstünlüğünü her daim elde bulundurmak gerektiğinin önemine vurgu yapan Türkeş bir kere daha adanın stratejik önemi ve Kıbrıslı Türklerin çektiği acılara değinerek “...Kıbrıs sorunu ancak bir askerî müdahale ile çözümlenebilir. Bu konuda Yunanistan’la masaya oturulmaz. Ada’da kuvvete dayanan fiilî bir durum meydana getirmek ve bir an önce davayı çözmek lazımdır. Beklemek ve zaman kaybetmek büyük felaketlere neden olacaktır.” der.27 Kasım 1967 tarihinde merhum Demirel’in daveti ve Kıbrıs’ta yaşanan son Rum saldırıları hakkında bilgi vermesi ve Ada’da faaliyetlerine devam eden EOKA lideri, emekli Yunan subayı Georges Grivas konusunda Türkeş “...Grivas’ın üzerinde neden bu kadar duruluyor? Türkiye devleti olarak böyle bir şahıs üzerinde durup onu(verilecek) notaya dahil etmek Griva siçin büyük bir şeref, bizim içinse büyük bir kayıptır. Bu gibi kimseler gerekirse 5-10 gerillacı gönüllü vazifelendirilerek yok ettirilebilir veya kaçırılabilir. Bu kadar askerî hazırlıktan sonra (Kıbrıs’a) çıkarmadan vazgeçerek bu anlaşmayı kabul etmek hem halk üzerinde ve hem de Silahlı Kuvvetler üzerinde büyük tepkiler meydana getirecektir. Kıbrıs’a yapacağımız bir müdahaleden dolayı Yunanistan Türkiye’ye karşı harp açamaz. Biz böyle bir ihtimal olmadığı kanaatindeyiz...”diyecektir. 1967’den itibaren Albaylar Cuntası tarafından idare edilen Yunanistan’ın 20 Temmuz 1974 Harekâtı sürecinde diplomatik ve zayıf bazı girişimler haricinde Türkiye’ye yönelik askerî bir faaliyetinin olmaması hatırlandığında “son ve kesin çarenin nihai çözüm şekli olarak Ada’ya silahlı bir güçle müdahalede bulunarak elde edileceğini” de ortaya koyan öngörünün gücü ve askerî taktik bilginin yüksekliği de ortaya çok net çıkar.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından özellikle diyasporada yaşayan Kıbrıslı Türklerin Ada’ya dönmelerinin teşvik edilmesini öneren Türkeş bu bağlamda“Kıbrıslı Mültecilerin Adaya Dönüş Programı” gibi bir projeyle bu işlerin yürütülmesini, Ada’ya dönüşlerin çeşitli toprak tahsisleri, vergi kolaylıkları,sermaye ve kredi ihtiyaçlarının karşılanması hususlarında teşvik edilmesini,konuyla ilgili formalitelerin azaltılmasını ve başta İngiltere, Avustralya,Kanada, ABD olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde yaşayan ve artık işveren durumunda olan toplumun her kesiminden Kıbrıslı Türklerin beyin ve sermaye göçünün tersine işletilmesini ve Mecliste konuyla ilgili siyasi uzlaşma sağlanamaması durumunda bu işin Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenmesini ve yürütülmesini de teşvik eder.
SONUÇ YERİNE
Özellikle 27 Mayıs 1960 sonrasında kendisini hep Kıbrıs davasının içinde bulan ve Türkiye’nin mütekabiliyet esaslarına göre Ada’ya müdahale etmesi gerektiğini her fırsatta dile getiren merhum Türkeş örneğin 20Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından da aynı şekilde “...Türk hükûmetlerine 1963 yılının kanlı Aralık ayı olayları ve ne de 1964’de sürüp giden haksız, kanunsuz saldırılar karşısında müdahale hakkını kullandılar. 1974 yılına kadar Kıbrıs’ta her gün, her hafta ve her ay devamlı müdahaleyi gerektiren olaylar, Türklere karşı saldırılar, antlaşmaların devamlı çiğnenmesi ve Kıbrıs Anayasa’sının rafa kaldırılması gibi durumlar cereyan ettiği hâlde Türkiye’de iktidara gelen çeşitli hükûmetler Ada’ya karşı teminatçı devlet sıfatıyla antlaşmaların verdiği müdahale etme hakkını kullanmaya girişmediler...” diyecektir. Türkeş bu bağlamda 20 Temmuz’da başlatılan harekâtta Kıbrıs Adası’nın tamamını ya da en azından yarısını işgal edecek şekilde bir harekât düşünülmesi gerektiğini de belirtir ve 14 Ağustos 1974 günü başlatılan İkinci Barış Harekâtı sürecini de çok mahdut sınırlar içinde kalması nedeniyle eleştirir. Merhum Türkeş’in bu noktada eleştirdiği taktik hatalardan birisi ise larnaka bölgesinde bulunan İngilizlere ait Dikelya özerk askerî üs bölgesinin harekâtın ardında Türk sınırlarıyla kuşatılmış olmak yerine tam da sınır boyunda kalması ve bu durumun gerek İngiltere ve gerekse Kıbrıslı Rumlar lehine uzun vadede çok büyük avantajlar sağlayacağı hususudur.
25 Kasım 1917 Lefkoşa doğumlu olan, çocukluğu Lefkoşa Suriçi’nde geçen, Kıbrıs’taki ilk eğitimi sırasında Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu başkanlığı da yapan öğretmen Faiz Kaymak ve 1893 Gönendere doğumlu, Kıbrıs Türk eğitim dünyasının iz bırakan şahsiyetlerinin başında gelen, 1916-1920 döneminde İngilizlerin Çanakkale’de esir alıp Kıbrıs’a getirdikleri Türk savaş esirlerine en büyük destek ve yardımı veren Turgut Sarıca gibi Kıbrıs Türk toplumunun siyasi önderleri ve akil insanları olacak kimselerin öğrencisi olan Alparslan Türkeş’in feyzaldığı diğer öğretmenleri arasında ayrıca Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asim Bey, Ragıp Tüzün Bey,Turgut Bey, Osman Zeki Bey de vardır. Özellikle Osman Zeki Bey’in o güne kadar Ali Arslan olarak bilinen Türkeş’e “Senin adın Alparslan olsun ve Sultan Alpaslan’a denk bir yiğit Türk ol.” dediği de ileri sürülür.
Merhum Alparslan Türkeş’in Kıbrıs’ta doğduğu ev Lefkoşa’da Surlariçi olarak adlandırılan bölgede Kirlizade Sokak, 16 numarada yer almaktadır. Hemen yanındaki kemerli tarihi bina ise Lüzinyan Evi olarak restore edilmiş ve ziyarete açılmıştır. Söz konusu evde daha önce Hüseyin-Aysel Sıddık ailesi yaşarken evin müze yapılabilmesi amacıyla başlatılan girişimlerve Türkeş ailesinin ısrarları sonrasında ev tahliye edilmiş olmasına, merhum Türkeş’in bir oğlu yakın dönemde Kıbrıs’tan sorumlu devlet bakanı olarak görev yapmasına ve bir evladı da halen KKTC’de yaşamasına rağmen evin müze yapılması mümkün olmamış, ev maalesef harabeye dönmüş ve kaderiyle baş başabırakılmıştır;[15]
“...Yolum düştü ve Kirlizade Sokak, Yenicami’den geçtim. O sokakta rahmetli Alparslan Türkeş’in doğduğu ev var. Yıkık viran hâlde olduğunu biliyoruz.Kapısı demir parmaklıklı bir kapı idi ve kilitsizdi. Dolayısıyla evin berbat hâli görünüyordu. Tepkiler, uğraşmalar nafile kimse elini atmadı. Ev hâlâ viran hâlde;ancak evin demir parmaklıklı kapısını değiştirmişler. Kapı boydan boya demirkapı olmuş. İçerideki yıkık viran görüntüyü kapatmışlar. Dış cephede ‘Alparslan Türkeş’in Evi’ diye asılı bir levha ve demirkapı. Kamufle etmişler ayıplarını. Dışarıdan bakıp olayı bilmeyenin yorumu farklı oluyor, ev korunuyor, gereken yapıldı sanılıyor.Oysa orada en büyük ayıp ve vefasızlık örneği olarak duruyor Alparslan Türkeş’in doğup yaşadığı evi Resimleyemedim çünkü durup izlemek dahi öfkelendirdi beni...”
Türk insanının engüzel hasletlerinden birisi atasını sayması, bilmesi ve unutmamasıdır. Türk dünyasına büyük hizmetleri geçmiş, asker, siyasetçi ve devlet adamı olarak merhum Alparslan Türkeş gibi bir şahsiyetin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bulunan doğduğu evinin mahzun, metruk ve terk edilmiş hâli gönüllerde kanatmaya devam etmektedir. Gönül ister ki sahip çıkalım, koruyalım ve Kayseri Pınarbaşı-Lefkoşa Kıbrıs hattında anavatan-yavru vatan bütünlüğünü herkese gösterelim.
[1]Osman Güvenir’den alınan 20 Temmuz 2005 tarihli bilgi notu.
[2]Hami Özsaruhan, “Emektar üyelerimiz”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, No.5,Kasım 1998, Ankara, s. 36.
[3]Arif Hasan Tahsin’in anlattıklarından naklen Hüseyin Ekmekçi’den aktaranHavadis, 1 Nisan 2012.
[4]TMT Limasol kadrosundan merhum Macit Aydınova ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de gerçekleştirilen görüşme.
[5]Emekli Alb. İsmail Tansu ile 23 Kasım 2002 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.
[6]Emekli Alb. İsmail Tansu da Ankara’da görevli olduğu dönemde Ankara Üniversitesi, Hukuk Fakültesine kaydını yaptırır ve en büyük desteği de Daire Başkanı Tümg. Daniş Karabelen’den görür. Ancak Kıbrıs İstirdat Planı’nın uygulamaya geçirilmesi sonrasında yoğun mesai içerisinde okula devam etmesi imkânsız hâle gelir.
[7]Hürriyet,25 Ağustos 2001
[8]Aydın Samioğlu’dan aktaran Ortam, 12Şubat 1996.
[9]Osman Örek’ten aktaran Kıbrıs Postası,30 Kasım 1986.
[10]Mete Tümerkan’dan aktaran Havadis, 23 Ocak 2013.
[11]Erdem Karaca, “Yakup Şen ile TMT Görevi Üzerine Mülakat”, Kıbrıs Türk Milli Mücadelesi ve Bu Mücadelede TMT’nin Yeri II. Uluslararası Sempozyumu,Kıbrıs TMT Mücahitler Derneği, 31 Ekim-5 Kasım 2011, s. 377-386.
[12]TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi merhum merhum Nevzat Uzunoğlu ile 13 Temmuz 2003tarihinde yapılan görüşme.
[13]İsmail Tansu, Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu, Minpa Matbaacılık, Ankara,s.79-81.
[14]Oktay Öksüzoğlu ile 14 Nisan 2017 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.
[15]Kıbrıslı Türk şair ve edebiyatçı Feyzan Korur’un konuyla ilgili duyguları.