HARF İNKILABI’NIN 92. YIL DÖNÜMÜ

25 Kasım 2020 15:30 Nevin BALTA
Okunma
357
HARF İNKILABININ 92. YIL DÖNÜMÜ



HARF İNKILABI’NIN 92. YIL DÖNÜMÜ

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte dil konusundaki tartışmalar daha çok yazım ve alfabe üzerine yoğunlaşmıştı. Yüzyıllardır kullanılan yazının değiştirilmesi kolay bir iş değildi. 20. yüzyılın başlarında Türk soylu halkların büyük bir bölümü Arap kaynaklı yazıyı kullanıyordu. Arap kaynaklı yazı Türkçe için uygun bir yazı sistemi değildi. Arapçada ünlü harfler son derece azdı ve Türkçede sekiz ünlü harf bulunuyordu. Yazının Türkçe için yetersizliği öteden beri tartışmalara konu olmuştu.
Atatürk inkılaplarının en önemli basamaklarından biri Cumhuriyet’in kuruluşundan dört yıl sonra yapılan Harf İnkılabı’dır. 1 Kasım 1928 tarihinde “Yeni Türk Harfleri”nin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun’un kabul edilmesi ve Yeni Türk Alfabesi’nin geliştirilip benimsenmesi süreci öncesinde Arap yazısının Türkçeyi karşılamadaki yetersizliğine çeşitli tartışmalara konu olmuştu. Osmanlı Devleti’nde ilk kez Münif Paşa tarafından gündeme getirilmişti. Mirza Fethali Ahundzade’nin 1863’te Azerbaycan’dan İstanbul’a gelerek alfabe üzerine hazırladığı ve Sadaret makamına verdiği çalışma Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniye tarafından kabul edilemez bulunmuştu.  
1862-1863’lerde Münif Paşa ve Azerbaycanlı Mirza Fethali Ahundzade’nin dillendirilmeye başladığı Türkçede ıslah ve inkılap konusu sonraki dönemde artık üzerinde devamlı olarak durulan ve tartışılan bir konu hâline gelmişti. Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavî gibi aydınlar da tartışmaya katılmışlar, daha sonra Harbiye Nazırı Enver Paşa, harflerin birbirine bitiştirilmeden yazılması esasına dayalı olan bir yazı düzenini orduda uygulamaya başlamıştı. Cedid, Ordu Alfabesi, Enver Paşa Yazısı gibi adlarla anılan bu yazı düzeni orduda kullanılmış, kimi askerî kitaplar bu yazı ile basılmıştı. Bu girişimi başarısız olmuştu.
1910-1912 yılarında Selânik’te yayımlanan Genç Kalemler dergisi, Millî Edebiyat akımının öncüsü olmuş; millî bir edebiyat oluşturulması için önce dilde sadeleşme gerektiğini savunarak “Yeni Lisan” hareketini başlatmıştır. Genç Kalemler dergisi, ikinci cildinin Nisan 1911 tarihli ilk sayısında başlatılan "Yeni Lisan" adlı dil hareketiyle tanındı.
“Yeni Lisan” hareketinin manifestosu olarak kabul edilen ilk makale, Ömer Seyfettin tarafından kaleme alınmıştır. Yazıda dilde sadeleşme düşüncesi savunulur. Dilde sadeleşme hareketinin özünü, Türkçeden yabancı kaidelerin çıkarılması ve yazı dili ile konuşma dili arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması oluşturur. Yeni Lisan Hareketinin ve Genç Kalemler dergisinin çekirdeğini Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp oluşturur. Bunlar dışında derginin önemli yazarları arasında Mustafa Nermi, Kâzım Nami, Enis Avni, Mehmet Ali Tevfik (Yükselen), Subhi Edhem, Âkil Koyuncu ve Rasim Haşmet Beyler vardır.
Köprülüzade Mehmet Fuat, Hüseyinzade Ali Bey ile o sırada Türkiye’de görev yapan Teodor Menzel ve Gyula Mezsaros’un Türkiye’yi temsilen katıldığı Birinci Türkoloji Kongresi, Bakü’de 1926 yılının Şubat ayında toplandı. Bu Kongre’de hararetli tartışmalardan sonra Birleştirilmiş Yeni Türk Elifbası adıyla Latin kaynaklı bir alfabe benimsenmişti. Bu alfabe, Sovyetler Birliği’ndeki Türk Cumhuriyetlerinde zamana yayılan uygulamalarda kullanılmıştı. 1930’lu yılların başlarında neredeyse bütün Türk dünyası bu yazıyı kullanıyordu. 1937 yılında Stalin’in Türk aydınlarına yönelik olarak başlattığı kıyım sırasında Sovyetlerdeki Türk halklarının Latin yazısını kullanmalarına son verildi. 1926 Bakü Türkoloji Kongresi’ne katılan üyelerin çoğu çeşitli suçlamalarla hayatlarını kaybedecekti. Türk soylu bilim adamalarının yanı sıra Türkolog Samoyloviç gibi farklı milletlerden bilim adamları da bu kıyımda yok edilecekti. 1937 yılından itibaren Sovyetler’deki Türk soylu halklarının Kiril yazısı kullanma zorunluluğu başlatılmıştı.  
Alfabe Tartışmaları ve “Türk Alfabesi”nin Kabulü
Atatürk’ün Türk toplumunda bir Harf İnkılabı yapılması gerektiğine dair düşüncesi oldukça eskidir ve Cumhuriyet öncesi yıllara dayanır. Örneğin II. Meşrutiyet öncesinde Selânik’te Bulgar Türkolog İvan Manolov ile yaptığı görüşmede Arap yazısını eleştirerek Batı kültürüne girmemize engel olduğunu belirtmişti. I. Dünya Savaşı yıllarında Macar Türkolog Gyula Nemeth’in Turkische Grammatik adlı eserinde Türkçe metinler için kullandığı transkripsiyon alfabesini Türk yazısı için fazla ayrıntılı bulmuştu. 1916 yılında Tevfik Fikret’in yazdığı “Rübab-ı Şikeste” ile Mehmet Emin’in şiirlerini okurken her ikisinde de aynı derece Arapça ve Farsça kelimeler bulunduğuna işaret etmişti. 1922 yılında Halide Edip’in de bulunduğu bir toplantıda Latin harflerinin kabul edilebileceğinden söz etmişti. Onun bu ifadeleri Harf İnkılabı konusundaki düşüncenin eskiliğini göstermektedir.

 
1919 yılına gelindiğinde, “Zamanında hiçbir şeyi kaçırmamak ve zamansız hiçbir şeye uzaktan yakından tevessül etmemek başlıca dikkati teşkil etmelidir.” prensibini benimsemiş olan Gazi Mustafa Kemal,  Erzurum’da Mazhar Müfit Kansu’ya: “Zaferden sonra hükûmet şekli Cumhuriyet olacak, padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacak, medeni milletler gibi şapka giyilecek, Latin harfleri kabul edilecektir.” diyerek Harf İnkılabı için ilk işareti vermişti. Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde gündeme gelen Latin harflerinin kabulü düşüncesi Cumhuriyet’in ilanından sonra TBMM’de Şükrü Saraçoğlu tarafından 1924 yılında dile getirilmiş ve tartışmalar bugünkü alfabenin kabul edilmesine kadar devam etmişti
Atatürk Harf ve Dil İnkılabı’nın gerekliliği şöyle anlatır:
“Her şeyden evvel, her gelişmenin ilk yapı taşı olan soruna değinmek isterim. Her araçtan evvel, büyük Türk milletine kolay bir okuma yazma anahtarı vermek gerekir. Büyük Türk milleti bilgisizlikten, az emekle kısa yoldan, ancak kendi güzel ve soylu diline kolay uyan böyle bir araç ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı, ancak Latin esasından alman Türk alfabesidir. Basit bir deneyim, Latin esasından Türk harflerinin, Türk diline ne kadar uygun olduğunu, şehirde ve köyde yaşı ilerlemiş Türk çocuklarının ne kadar kolay okuyup yazdıklarını güneş gibi meydana çıkarmıştır.  Şurasını deneyim ile ifade edeyim ki, hece ve alfabe yeniliği gerçekten çocukları güçlüklerden kurtaran, onlara küçük yaşta başarı zevkini tattıran en etkili yoldur. İnsanlar arasında kolay ve istekli okumak yolunun sağlanması, hem millî gelişmeye hem de milletler arasında anlaşmaya çok hizmet eder.”  

 
Atatürk’ün Nutuk’unu okuduğu günlerde alfabe tartışmaları yeniden alevleniyordu. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey, Latin harflerinin kabulü konusunda Türk Ocaklarında bir konuşma yapmıştı. Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin 20 Mayıs 1928’de Başbakanlığa gönderdiği yazıda; “Lisanımızda Latin harflerinin suret ve imkân-ı tatbikini düşünmek üzere, Mebus Falih Rıfkı, Yakup Kadri, Ruşen Eşref ve Darülfünun Müderris Muavini Ragıp Hulûsi ve sabık Darülfünun muallimlerinden Ahmet Cevat ve muallimlerden Fazıl Ahmet, Hariciye memurlarından İbrahim Grandi, Talim ve Terbiye Reisi Mehmet Emin, azadan İhsan Beylerden mürekkep bir heyetin teşkilinin muvafık görülmekte olduğu” bildirilmişti.
Genç Cumhuriyet’in Bakanlar Kurulunun 23 Mayıs 1928’de yaptığı toplantıda Gazi Mustafa Kemal’in direktifi ve Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati Uğural’ın teklifiyle bir komisyon kurulması kararlaştırıldı. Başbakanlığın 27 Mayıs 1928’deki onayından sonra kurulan “Dil Heyeti” 26 Haziran 1928’de ilk toplantısını yaptı. Yazı İnkılabı’nın öncüsü olacak uluslararası rakamların kabulü kararı ise 24 Mayıs 1928 günü TBMM’de alınmıştı. Yurt gezisine çıkan Millî Eğitim Bakanı, Dolmabahçe Sarayı’na gelerek izlenimlerini Gazi Mustafa Kemal’e aktarmıştı.
Gazi Mustafa Kemal, yeni alfabenin kabul edileceğini 9 Ağustos’u 10 Ağustos’a bağlayan gece Sarayburnu’nda yaptığı konuşmada müjdelemişti. Bu tarihten sonra Dolmabahçe Kurultayı düzenlenmiş, kabul edilecek yeni harflerle ilgili çalışmalara başlanmıştı.  Gazi Mustafa Kemal, çıktığı yurt gezilerinde yeni harfleri halka tanıtmaya başlamıştı. Haziran sonu itibarıyla Komisyon çalışmalarını sürdürürken Mustafa Kemal Paşa, 9/10 Ağustos 1928’de Sarayburnu Parkı’ndaki gazinoda Harf İnkılabı’nı başlatan şu konuşmayı yapmıştı:
“…Vatandaşlar, bu notlarım asıl hakiki Türk kelimeleri, Türk harfleriyle yazılmıştır. Kardeşiniz bunu derhâl okumaya teşebbüs etti. Biraz çalıştıktan sonra birdenbire okuyamadı. Şüphesiz okuyabilir. İsterim ki, bunu hepiniz beş on gün içinde öğrenesiniz.  Arkadaşlar! Bizim ahenktar, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Milletimiz yazısı ile kafası ile bütün  âlem-i medeniyetin (uygar dünyanın) yanında olduğunu gösterecektir.” demişti.
Atatürk, “Milleti bilgisizlikten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini bırakıp Lâtin esasından Türk harflerini kabul etmekten başka çare yoktur.” sözleri ile de “Yeni Türk Harfleri”nin çabuk öğrenilmesi gereğine işaret ediyordu.
“Her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanseverlik ve milliyetçilik görevi biliniz. Bu görevi yaparken düşününüz ki, bir milletin, bir toplumun yüzde onu yirmisi okuma-yazma bilir, yüzde sekseni doksanı bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olanların utanması gerekir. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; övünmek için yaratılmış, tarihini övünçle doldurmuş bir millettir! Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir. Türk’ün karakterini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık geçmişin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları düzelteceğiz. Bu hataların düzeltilmesinde bütün vatandaşların çalışmasını isterim. En son bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri öğreneceklerdir. Milletimiz yazısıyla, kafasıyla bütün uygarlık âleminin yanında olduğunu gösterecektir.”  
 
ATATÜRK'ÜN BAŞÖĞRETMEN OLARAK ANADOLU'YU DOLAŞMASI   
1928 yılı Eylül ayında “Dil Heyeti” çalışmalarını tamamlar ve Gazi Mustafa Kemal’in düzeltmeleriyle yeni Türk alfabesine son şekli verilmiş ve 22 Eylül 1928’de Başbakanlığa bir tezkere ile sonuç bildirilmişti. Bu tezkereden sonra, Millî Eğitim Bakanlığı, “Türk Harfleri Kanun Tasarısını”, Dil Heyeti de İmlâ Lûgati’ni hazırladı.
 
1 Kasım 1928'de, Türkçede kolay yazılıp okunması ve Türkçe sedalı harflerin çok olmasına ve bu harflerin gayet kolay ve açık söylenmesi gibi nedenler ile millî eğitimde en kolay ve en verimli şekilde ilerleme sağlamak amacıyla “Arap alfabesi” yerine Latin esaslarından alınan “Türk alfabesi” kabul edilmişti. Latin esasından alınan harfler, Türk dilinin özelliklerini belirten işaretlere de yer verilmek suretiyle “Türk Harfleri” adı ile 1353 sayılı Kanun’la kabul edildi.
“Yeni Türk Harfleri”, 1 Kasım 1928’de Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilip 3 Kasım’da Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.  
Harf İnkılabı aynı zamanda, dilde reform yolunu açmak isteyenlere bir başlangıç, bir dayanak olmuş ve onlara güç kazandırmıştı. Böylece dilde sadeleştirme, Türkçeleştirme akımına hız verilebilmiştir.