Müellifi Hasan Erdem olan Şar Dağı’nın Kurtları adlı roman 2013 senesinde Ötüken Neşriyat tarafından yayımlandı. Mevzubahis eser, müellifinin ilk tarihî macera romanı olma özelliğini taşımaktadır. Bu yazımda; romanın muhteviyatına, yansımasına, kurgusuna, karakterlerine ve edebiyatımızdaki yerine değineceğim.
İsmi ve kapak tasarımı okuyucuyu kitaba yaklaştıran ilk etmenler. Alışılmışın dışında farklı bir isim; “Şar Dağı’nın Kurtları.”
Kitaba bir adım daha yaklaşan okuyucu, esere isim olmuş dağın gerçekte var olup olmayışını zihninde sorgulamaya başlıyor. Kısa bir araştırmadan sonra Şar Dağı’nın, bugünkü Kosova ile Makedonya devletlerinin sınırları boyunca uzanan dağ silsilesinin adı olduğu bilgisine ulaşabiliyor.[1]
“ Müttefiklerin asker sayısı neredeyse Türk ordusunun iki katından fazla olduğu için alınacak tedbirlerin konuşulduğu toplantıda çok ilginç fikirler ortaya atılıyordu.
- Sultanım, yük develerinin tamamını canlı kalkan olarak ordunun ön saflarına yerleştirelim. Böylece hücuma kalkan düşman süvarilerinin bindikleri atların, şaşırmalarını ve kontrol edilemez hâle gelmelerini sağlarız.
Sarıca Paşa’nın bu teklifi karşısında Kütahya Sancakbeyi Şehzade Bayezid dayanamayarak hışımla yerinden fırladı ve bu fikre şiddetle karşı çıktı.
Osmanoğulları, düşmanla karşılaşmaktan korkuyorlar mı? Kadınlar gibi eşyaların, fillerin, develerin arkasına saklanarak mı Asya’da sayıca ve silahça çok üstün orduların hakkından geldik? Böyle uydurma önlemler uğrunda savaştığımız davaya hiç yakışıyor mu? Bu bir korkaklık belirtisi değil midir? Bugüne gelene kadar Allah’a olan inancımız hem gücümüz hem de en sağlam siperimiz olmadı mı? Bu ve buna benzer alçaltıcı tedbirler yiğit milletimize güvensizlik demektir. Ben bunu kabul edemem.”
Kitabın arka kapağında yer alan ve roman içerisinden bir kesitin olduğu anlaşılan bu kısa yazı okunduğunda; zihinde merak dalgası, yürekte ise tarihimiz ışığında Türklük damarımızı kabartacak bir eser kaleme alınmış olmasının gururu ve mutluluğu baş gösteriyor.
Romanın konusu ise okuyucuların tercih sebeplerinden belki de en kuvvetlisi. Bu bağlamda Şar Dağı’nın Kurtları’nı konu açısından incelemekte de yarar görüyorum.
I. Kosova Savaşı’nı ve sonrası gelişmeleri konu alan kitapta, Balkan coğrafyası, sosyal yapısı ve Türklerin Balkanlar’a yerleşmesi adına Kosova Savaşı’nın önemi üzerinde durulmaktadır.
Müellif, Türkler gelmeden evvel Balkan coğrafyasındaki karışıklığa ve olmayan huzur ortamına Bir Arnavut genci olan Marin isimli karakteri üzerinden değinmektedir;
“ Bu topraklar benim ailemin yüzyıllardır üzerinde yaşadığı topraklardır. Hiç huzur bulamadılar. Ben, çocuklarımın, atalarımın yurdunda bundan sonra huzur içinde yaşamasını istiyorum.”[2]
Romanda bölge coğrafyasında yaşayan birçok kesimi temsil eden Marin, Türklerin Balkanlar’a gelmesinden sonraki değişim ve gelişimleri ise şu sözlerle ifade etmektedir:
“ Ben, babamın ve dedemin anlattıkları ile büyüdüm. Türkler gelene kadar bu topraklar hiç huzur görmemiş. Yüzyıllarca bu topraklarda yaşayanlar işgallere, çatışmalara ve savaşlara maruz kalmış. Bir yıla yakın bir süredir huzurlu bir hayat yaşıyoruz. Türkler ne dinimize karıştılar ne de özgürlüğümüzü elimizden aldılar. Tam tersine harap hâldeki kiliselerimizi onardılar, nehirler üzerine köprüler kurmaya başladılar. Ana yolları genişletiyorlar. Çeşmeler yapıyorlar.”[3]
***
Tarihî romanlarda çok merak edilen bir nokta, “gerçeklik” mevzuudur. Şar Dağı’nın Kurtları’nın genel olarak gerçekliğe dayandığını fakat roman türü olması hasebiyle teknik açıdan ve okuyucu ilgisini üzerinde muhafaza etmesi adına kurgusal yönden bazı ufak dokunmaların mevcut olması doğaldır. Tarih akışını olduğu gibi/müdahalesiz anlattığı takdirde eserin “tarihî roman” yerine “tarih incelemesi/araştırması” olacağı da muhakkaktır. Bu yüzden türe uygun hareket etmekte ve tarihsel gerçeklikleri saptırmadan, okuyucunun yanlış bilgi edinmesinin önüne geçerek müellif tarafından bazı makul dokunuşlar yapmanın eserin okunurluğu adına müspet sonuçlar doğuracağını da düşünebiliriz.
Nitekim romanda bölümler arasındaki geçişler, müellifin doğru kurgulama yapmasının sonucu olarak heyecanlı ve hareketli bir hâl almıştır. Bu durum da okuyucunun romana olan bağını bir kat daha kuvvetlendiriyordur.
Tarih, sonsuz bir kaynaktır. Müelliflerin de eserlerinde kopamadığı ve sık sık başvurduğu bir ummandır. Böylesi bir kaynaktan bir kesit aktarabilmek de aynı oranda zordur ve başarılması ise takdirle karşılanmalıdır. Tarihî romanların edebî ve estetik değerlerine geldiğimizde her birinin farklı nitelikte olduğunu görebiliriz.
“Tarihî romanların hepsinde derinlik aramak, edebî üstünlük aramak doğru değildir. Bu romanların asıl fonksiyonu tarihe merak uyandırmak, tarihi öğretmek ve sevdirmek, millî şuuru güçlendirmektir.”[4]
Müellif Hasan Erdem’in Şar Dağı’nın Kurtları ve yine aynı türde tarihin başka kesitlerini işlediği eserleri gibi okuyucuya sunulan kaliteli ve güzel eserler sayesinde millî edebiyatımızın güçlendiğini, geleceğe daha inançla baktığımızı ve yeni eserler üretmek adına müelliflerin ve müellif adaylarının güç bulduğunu da ayrıca belirtmeliyiz.
[1] Prof. Dr. Bilge Ercilasun, Türk Roman ve Hikâyesi Üzerine, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2013, s. 170.
[2] Hasan Erdem, Şar Dağı’nın Kurtları, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 217.
[3] Erdem, age., s. 201.
[4] Ercilasun, age., s. 177-178.