Sinan ATEŞ
“Nerede bir Türk varsa oralıyız.” hayat düsturuyla bu Kurban Bayramında Balkanlar’daki soydaşlarımızla bir arada olmak için yol arkadaşım Mehmet Fatih Bakırtaş ile birlikte Makedonya ve Kosova’ya gittik.
Üniversite yıllarımızda bu memleketlerden gelen çok sayıda arkadaşımız vardı. Bu arkadaşlarımızdan dinlediklerimizden, Yavuz Bülent Bakiler’in Üsküp’ten Kosova’ya adlı eserinden ve sair kitap sayfalarından bildiğimiz, ilk defa gittiğimiz ancak hiç de yabancısı olmadığımız bu topraklara gidiyor olmak elbette ki bizleri heyecanlandırdı.
Bu gezimizle ilgili çok uzatmadan birkaç notu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Makedonya’da Üsküp, Struga, Ohri, Kalkendelen, Manastır, İştip, Radoviç vilayetlerini ve son iki vilayetin dağlık bölgesinde yer alan Yörük köylerini gezme imkânı bulduk. Bütün gezimizi burada anlatmaya; zannediyorum, dergide bize ayrılan yer yetmeyecektir. O sebeple kendimce önemli bulduğum yerleri kısa kısa anlatmaya gayret edeceğim.
İlk olarak ulaştığımız Üsküp şehri tıpkı Yahya Kemal’in ifade ettiği gibi tıpkı “Şar Dağı’nda devamıydı Bursa’nın.” Üsküp, mimarisiyle, insanıyla, dağıyla, taşıyla, memleketim olan Bursa’ya ne kadar da benziyordu.
Yavuz Bülent Bakiler’in Üsküp’ten Kosova’ya adlı eserinde ifade ettiği gibi, “Gurbette vatanı yaşamak” gibiydi Üsküp’te bulunmak. Sanki Bursa sokaklarında geziyormuşçasına, sanki yabancı bir memlekette değil de Türkiye’deymişçesine gezmek. 5 gün boyunca birçok il, ilçe ve köy gezdik, hemen Türkçe dışında başka bir dile hiç ihtiyaç duymadık. Yine duygularımıza tam anlamıyla Yahya Kemal’in şu dizeleri tercüman oldu:
“Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin
Üsküp bizim değil? Bunu duydum, için için.”
Öğle namazı için gittiğimiz cami avlusunda yaşlı bir dede, “Türkiye’den mi geldiniz?” diye sordu. ”Evet.” cevabımızla “Yaşasın Türkiye!” diye bir haykırdı, hem şaşırdık hem duygulandık. Yıllarca birbirini görmemiş akrabalar birbirine kavuşunca nasıl bir hâletiruhiye yaşarsa o ruhla hasbihâl ettik.
Yine Üsküp’te sohbet ettiğimiz orta yaşlı Üsküplü bir Türk soydaşımız, “Biz buralara ceddimiz Osmanlının Anadolu’dan gönderdiği insanların torunlarıyız. Bugün bizim yerimizde siz de olabilirdiniz, sizin aileleriniz de gönderilmiş olabilirdi. O yüzden buradaki soydaşlarınıza ve bu topraklara sahip çıkmak boynunuzun borcudur.” dedi. Aldık, kabul ettik.
Osmanlı ecdadımız, Balkanlar’a yerleşmeden önce gönülleri fetheden alperenlerle de bu topraklara gelerek, yol kavşaklarında kurdukları tekke ve zaviyelerde yaptıkları faaliyetlerle insanların sevgisini kazanmıştır. Bu tekkelerden biri Pir Mehmet Hayati Halveti Tekkesi’dir ki ziyaret imkânı bulduk. Çok şükür ki Bursa Kelesli idealist, ülkü dolu, millî şuur sahibi bir imamı var. Bizi tekkede misafir edip tekkenin tarihini ve haziresinde bulunan türbeleri anlattı. Tekke hâlen aktif bir şekilde ve ibadete açık, yolu düşenlerin ziyaret etmelerini tavsiye ederim.
Manastır şehrinde bulunan, Mustafa Kemal Atatürk'ün mezun olduğu Manastır Askerî İdadisini ziyaret ettik. Bu milletin hayal kuran bir evladının neler yapabileceğini konuştuk. Tarihî binada Mustafa Kemal anısına bir oda düzenlemişler, bir kısmını da kendi millî kültürleriyle ilgili bir müzeye dönüştürmüşler.
Makedonya’nın doğu bölgesinden İştip ilinin Kılavuzlu köyünde evinde bir gece misafir kaldığımız Süleyman İdris isimli soydaşımız, 90’lı yıllarda bir milletvekilimizin kendilerini ziyaret ettiğini ve “Nerede bir Türk varsa biz oradayız, orası bizim memleketimiz.” dediğini, bunun kendilerini çok duygulandırdığını gözyaşları içerisinde anlattı.
Makedonya ve Kosova’da yaşayan soydaşlarımızın tek beklediği, ana vatanın kendilerini unutmaması, biraz ilgi ve sevgi…
MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin 3 yıl önce bölgeye yaptığı ziyaret hâlâ oralarda dillerde ve tekrar gelmesi isteği gönüllerde.
Üsküp’te hem ziyaretlerin yoğunluğu hem de kurbanımızı orada kesecek olmamız hasebiyle vaktimiz dardı. Ancak bir daha Allah nasip eder mi bilmediğimiz için harp meydanında şehit olan tek Osmanlı Padişahı Sultan Murat Hüdavendigâr’ın Kosova'da iç organlarının medfun olduğu türbeyi ziyaret etmek istediğimi yol arkadaşlarıma söyledim. Sağ olsunlar, kırmadılar birlikte Kosova’ya geçip Sultan Murat Türbesi’ni ziyaret ettik.
Sultan I. Murat Türbesi’nin türbedarlığını yaklaşık 400 yıldır Kosova'ya Özbekistan’ın Buhara kentinden gelen Özbek bir aile yapıyor.
Şu anki türbedar 65 yaşlarında Saniye Hanım isimli bir teyze. Kendisiyle ayaküstü sohbet etme imkânı bulduk. “Nasıl dedenizin türbesine iyi bakmış mıyız?” diye sordu. İçi ve dışı tertemiz olan türbe âdeta bir çiçek bahçesini andırıyordu. Kendisine hem teşekkür ettik hem de gururlandık. Anladım ki Saniye Hanım teyze bu işi bir ibadet şuuruyla yapıyor. Allah ondan ve ailesinden tekrar razı olsun.
Bursalı olduğumu söylediğimde Sultan’ın Bursa’daki türbesine oradan selam gönderenler oldu. Bursa’ya varır varmaz Sultan'ın Bursa’daki türbesine gelip emanetleri sahibine ilettim.
Kosova Prizren’de Sinan Paşa Camii’nde akşam namazını kılıp çıktıktan sonra caminin önünde buluşmak için haberleştiğimiz arkadaşımı beklerken iki genç yanıma yaklaştı. Burada sıkça karşılaştığım “Türkiye’den mi geliyorsunuz?” sorusunu sordular. Olumlu cevabım üzerine akıcı Türkçeleriyle kendilerinin Türkiye’de üniversite okuduklarını ve Türkiye’yi çok sevdiklerini söylediler. Türk müsünüz dedim, Arnavut olduklarını söylediler. Eskiden Türk ile İslam bu topraklarda eş anlamlı kullanılırmış, bir gayrimüslim Müslüman olduktan sonra Türk oldum dermiş. Ancak fitne buralarda da boş durmuyor. Kosova’da çok az sayıda Katolik vatandaş olmasına rağmen başkent Priştine’nin merkezinde büyük bir katedral yapılmış. Misyonerlik faaliyetleri özellikle büyük çoğunluğu Müslüman olan Arnavutları hedef alıyormuş. Maalesef etnik fitne ana vatanda olduğu gibi Balkanlarda da bir bölücülük vasıtası olarak kullanılıyor.
Balkanlar’dan gelip üniversiteyi Türkiye'de okuyan Balkan Türk'ü genç kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın memleketlerine dönüp ülke yönetiminde söz sahibi ve Türklerin temsilcisi konumunda olmalarına sevinerek şahit olduk. Türkiye’nin tanıtımını da en iyi bu arkadaşlar yapıyor.
Gezimizin neticelenmesiyle elveda Rumeli dedik ama asla elveda Anadolu demeyeceğiz. Ebet müddet vatanımıza döndük. Balkanlar ve üç hilal jeopolitiği dediğimiz kadim yurtlarımızla elbet bir gün yine ay yıldız altında toplanacağız. Son olarak yine bu toprakların çocuğu Yahya Kemal’in ifadesi duygularımıza tercüman oluyor:
“Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.”