Onu 1990'lı yılların başlarında elinde sazı ve yavaş yürüyüşü, bir de manalı bakışları ile tanımıştım. Çukurovalı ünlü pehlivan İsmet Atlı'nın yanında dolaşırdı. İstanbul'dan yeni gelmiştim Adana'ya ve Fen Lisesinde tarih öğretmenliği yapıyordum. Çukurova tarihi ve halk kültürüne olan merakım dolayısıyla ve araştırmalarım sırasında sık sık bir arada oldum onunla. Söz konusu kişi Çukurovalı ünlü halk ozanı İmami idi. Aradan yıllar geçti. Ben Tarih öğretmenliği görevinden emekli oldum. Adana Akdeniz TV'den tarih programları sunmaya başladım. 2010 yılı içinde İmami'ye birlikte tarih programı yapma teklifinde bulundum. Kabul etti ve ilk gün sazı ile stüdyoya geldi.
Yılardır Çukurova tarih ve kültürü hakkında araştırmalar yapıyordum. 1970 ve 80'li yıllarda İstanbul'da öğretmenlik yaparken sık sık Osmanlı Arşivine uğruyor, Çukurova tarihi özellikle de Türkmenler, göç ve iskân, Ermeniler konularında yazılı olan belgeleri buluyor, okuyor, notlar alıyor veya bir kopyasını alarak arşivliyordum. 1988 yılında Adana Fen Lisesine tarih öğretmeni olarak tayinim çıkmasının sonrasında da bölge tarihinin sözlü kaynaklarını araştırıp kitaplar yayımlamaya başlamıştım.
Akdeniz TV stüdyosunda Âşık İmami ile bir araya geldiğimde kendisine çevre tarihi ile ilgili sorular yönelttim. “Dadaloğlu neden Gâvur Dağları ile ilgili yanık yanık türkü söyler?” diye sorduğumda "Dedem Dadaloğlu bir süre Payas hapishanesinde bulunmuş. Sonra çıktığında Payas beylerinden biri olarak bilinen Mıstık Paşa'nın ören yerine uğramış, bakmış ki ne saray var ne de o koskoca ayağı sarı çizmeli, başı sırmalı beyler. Bir Gâvur Dağları’na bakmış bir de çınar dibinde oturanlara. Başlamış türkü söylemeye:
Yine Tuttu Gâvur Dağı Boranı
Yine tuttu Gâvur Dağı boranı
Hançer vurup acarladın yaramı
Sana derim Mıstık Paşa öreni
İçindeki bunca beyler nic'oldu
Çınar sana arka verip oturan
Pöhrenk ile sularını getiren
Yoksulların işlerini bitiren
Samur kürklü koca beyler nic'oldu
Tavlasında Arap atlar beslenir
Konağında baz şahinler seslenir
Duldasında nice yiğit yaslanır
Boz-kır atlı yüce beyler nic'oldu
Gidip Kar Beyaz’dan sular getiren
Dört yanında meyvaların bitiren
Çınar sana arka verip oturan
Havranalı büyük beyler nic'oldu
Feneri de deli gönül feneri
Atları da dolanıyor kenarı
Sana derim Küçük Ali öreni
Sana inip konan beyler nic'oldu
Sabahaca kandilleri yanardı
Soytarılar fırıl fırıl dönerdi
Ha deyince beş yüz atlı binerdi
Sana inip konan beyler nic'oldu.”
İmami'nin Dadaloğlu'nun destanlaşan, efsaneleşen Gâvur Dağı türküsünü söylediği sırada alnına terler düşüyordu. Aynı zamanda başını yukarı kaldırarak gözyaşı döküyordu.
AVŞAR AŞİRETİNİN KOZAN DAĞI’NDAN GÖÇ OLAYI
İmami bir yandan türkü söyleyip yüreğinin sesini sazının tellerine yansıtırken diğer yandan türkülerin hikâyelerini anlatıyordu. Sıra Kozanoğulları ile ilgili isyan türkülerine geldiğinde kendi ailesinin de baba tarafından Avşar olduğunu belirtti. Neşet Ertaş’ın babası Muharrem Ertaş’tan derlenen meşhur Avşar bozlağını âdeta kendinden geçerek çalıp söyledi:
Kalktı göç eyledi Avşar elleri,
Ağır ağır giden eller bizimdir.
Arap atlar yakın eder ırağı,
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.
Belimizde kılıcımız kirmani,
Taşı deler mızrağımın temreni.
Hakkımızda devlet etmiş fermanı,
Ferman padişahın, dağlar bizimdir.
Dadaloğlu'm bir gün kavga kurulur,
Öter tüfek davlumbazlar vurulur.
Nice koç yiğitler yere serilir,
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.
Avşar bozlağını dinlerken “Âşık İmami'yi bu kadar içli ağıt, destan ve türkü söylemeye sevk eden sebepler neler olabilir?” diye düşündüm.
28 Şubat 2012 tarihinde üzücü bir haber duyuldu. İmami'nin intihar ederek hayatına son verdiği açıklandı. Onu sevenler âdeta bir duygu seline kapılarak gözyaşı döküyordu. Can dostu İsmet Atlı'nın, İmami'nin cenazesinin gasil çalışmaları sürerken sürekli gözyaşı dökmekten konuşmasını unutan bir insan olduğunu görmenin derin acılarını hissettim. İmami'nin cenazesi Kozan'ın Bağtepe köyünde bir tarlanın içinde ve bir ağacın yanı başındaki mezara defnedildi. Bu fâni dünyadan bir Âşık İmami göçmüştü. Mezar taşının üzerine doğum tarihi olarak 1957 yılı yazılmıştı. Oysa onun nüfus cüzdanında doğum tarihi 1954 yazıyordu. Babası erken askere gitsin diye onun doğum tarihini 3 yıl erkene alarak 1954 diye yazdırmıştı.
Köyünden kalkarak Kozan şehir merkezine gelen ve burada Süleyman Efendi yurdunda dini eğitim hizmetleri alan İmami, küçük yaşlarda kısa sürede Kur'an’ı hıfz ederek "hafız" olmuştu. İmam Hatip Ortaokulunu ve liseyi dışardan bitirmiş, Diyanet’in memur alımı sınavına girerek "müezzin ve imam" kadrosunda Mersin tarafında göreve başlamıştı. Din adamlığı görevi 11 yıl sürmüş, bu arada görevli olduğu ilçede saz kurslarına giderek elini sazının tellerine dokundurup duygu ve düşüncelerini bu şekilde yansıtmaya başlamıştı. Asıl ismi Ahmet Bozdemir idi. 1989 yılında Konya Âşıklar Bayramında derece aldığında Fevzi Halıcı onun için "İmami" mahlasını almasını söylemişti. O soy ismini "İmami" olarak değiştirerek bu isteği resmîleştirmişti. Artık çağrıldığı her yerde, şenliklerde, toplantılarda, basın yayın kuruluşlarında, yaylada, sahilde, dost sohbetlerinde sazının tellerine dokunarak duygularını bıkmadan usanmadan anlatıyordu.
Âşık İmamı, sohbetimiz sırasında "Büyük ebem Zalha Garı'nın dizinin dibinden dinledim Sarıkamış ağıtını. Ebemin 5 oğlu varmış, 4'ü Sarıkamış'a gitmiş, beşincisi de topal imiş. Sarıkamış'a gidenler gelmemiş. Ebem Zalha Garı'nın söylediği Sarıkamış Ağıtını 20 dörtlük olarak derledim ve TRT repertuvarına kazandırdım." açıklamasını yapmıştı. Daha sonra sazının tellerine vurarak Sarıkamış Ağıtını okumuş, sonunda da "Of anam of!" diye içini boşaltmıştı. Bu duygusal tavrının arka planında hangi sebep ve saiklerin yattığını anlamak için İmami'yi yakından tanımak gerekiyordu.
“Onun bu kadar duygusal ve yürekten türkü söylemesinin sebebi ne olabilir?” sorusunun cevabını da yaptığım araştırmalar sonucu buldum. Âşık İmami’nin yoğun hislerinin ve içtenliğinin sırrı, 16 yaşının içinde iken Kozan Köprüsü’nde uzaktan gördüğü bir güzele olan karşılıksız sevgisini açıkladığı "Kozan köprüsünde bir güzel gördüm." şiirinde saklıydı.
Âşık İmami, 1990 yılından son anını yaşadığı 2012 yılı 28 Şubat tarihine gelinceye kadar binlerce şiir, hikâye, destan derlemiş, yazmış, söylemişti. Özet olarak o Çukurova tarih ve kültürünün bir derya denizi idi. İmami, yaşarken kendi insanları için bir ömür boyu gözyaşı döktü. Öldükten sonra da insanlar onun özlemi ile gözyaşı döküyor ve ağlıyor.