BİZ, MASANIN ALTINDA HDP’Yİ, MASANIN ÜSTÜNDE OKYANUS ÖTESİ “ÜST AKIL”I, GÖVDESİNDE İSE FETÖ’YÜ GÖRÜYORUZ

22 Ağustos 2022 15:38 Nihat YAZAR
Okunma
710
BİZ, MASANIN ALTINDA HDPYİ, MASANIN ÜSTÜNDE OKYANUS ÖTESİ “ÜST AKIL”I, GÖVDESİNDE İSE FETÖYÜ GÖRÜYORUZ

BİZ, MASANIN ALTINDA HDP’Yİ, MASANIN ÜSTÜNDE OKYANUS ÖTESİ “ÜST AKIL”I, GÖVDESİNDE İSE FETÖ’YÜ GÖRÜYORUZ
12 Şubat’ta, zillette birleşen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, İP Genel Başkanı Meral Akşener, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ve Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal yuvarlak masa etrafında bir araya gelerek beş saat süren bir toplantı yaptı.
18 Ocak’ta da HDP, EMEP, TİP, TKP, SMF, Halkevleri, EHP ve TÖP bir araya gelerek toplantı yapmıştı. Anlaşılan o ki, kamuoyunun tepkisinden korkan zillet paydaşları çift başlı bir strateji uyguluyor. Terörle ilişkili marjinal unsurlar HDP’nin etrafında bir araya getirilirken, diğer partiler de CHP’nin etrafında bir araya geliyor. Güya bu taktikle terör örgütü uzantılarıyla iş birliği içerisinde olduklarını kamufle etmeye çalışacaklar. Halkın tepkisinden korktukları için terör örgütüyle iltisaklı HDP ve paydaşlarını masanın altında gizlemeye çabalasalar da bunu başaramayacakları ortada.
Burada asıl üzerinde durulması gereken masanın altından ziyade, masanın üstündeki ‘’üst akıl’’ ve zillet ittifakının altın hissesinin sahibi FETÖ!
Yıllardır, Y-CHP etrafında konuşlanan ittifak, senaryosu Washington’da yazılan bir proje olduğunu söylüyoruz.  Ne Akşener’in MHP’den ayrılarak parti kurması, ne Babacan ve Davutoğlu’nun AK Partiden ayrılarak ayrı parti kurmaları ne HDP başta olmak üzere bu partilerin Y-CHP etrafında yan yana gelmeleri ne de bu kurulan yuvarlak masa asla bir rastlantı değildir. Bu kirli ve karanlık ilişkileri belgeleriyle birlikte “KISKAÇ” ismindeki kitabımda kapsamlı olarak ele almıştım.
Zillet ittifakının senaryosu okyanus ötesinde yazılan bir proje olduğu iddiamızın hafızalarımızı tazeleyerek ana hatlarıyla altını dolduralım:
2007 yılına gelindiğinde Washington başta olmak üzere Batı başkentleri, küresel lobi kuruluşları ve fikir kulüpleri CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve ekibinden ciddi anlamda rahatsızdır. Bu konuda Washington merkezli yabancı başkentlerde yazılmış onlarca rapor, sözlü ifade ve beyanat vardır. Hepsinin ortak görüşü; ‘’Deniz Baykal, CHP’yi özgürlükçü bir çizgiden milliyetçi-ulusalcı bir çizgiye taşıyarak MHP’ye yaklaştırmış, TSK’nin avukatlığına soyunacak kadar Türk ordusuyla yakınlaşmış, Kıbrıs’ta Annan Planı’na karşı durmuş, ABD’nin Irak işgalini tezkere reddetmiş, HDP’ye mesafe koymuş, partisini AB, ABD ve demokrasiden gittikçe uzaklaştırmıştır.’’ şeklindedir.
Pentagon tarafından kurulan ve ABD politikalarıyla ilgili hazırladığı raporlarla bilinen içinde emekli CIA ajanlarının da görev aldığı Rand Corporation, 2008 yılında ‘’Sıkıntılı Ortaklık: Küresel Jeopolitik Değişim Çağında Türk Amerikan İlişkileri’’ başlığı altında bir rapor yayımlar. Bu raporda Deniz Baykal’la ilgili tıpatıp yukarıdaki ifadeler yer alır. Raporun en can alıcı kısmı ise ‘’Deniz Baykal’ı kongre seçimleriyle demokratik yollardan değiştirmenin mümkün olamayacağı çünkü kendini seçecek delegeleri kendi oluşturduğu ve Baykal’ı değiştirmek için başka bir yolun bulunması gerektiği’’ tespitidir.
Dönemin ABD Türkiye Büyükelçisi Ross Wilson 22 Nisan 2008’de CIA ve ABD Savunma Bakanlığına ‘’Gizli’’ ibareli bir yazışma yapar. Bu yazışmada ‘’Baykal’dan kurtulup yerine daha etkili bir silah getirilmesi gerektiği, bu etkili silahın Kemal Kılıçdaroğlu olduğu, ABD ve CIA elemanlarının Kılıçdaroğlu’yla sıkı ilişkiler kurduğunu’’ ifade edilir. ( Bu yazışmalar yıllar sonra sızdırılan Wikileaks Belgelerinde yer almaktadır)
2008 Ekim ayında Rand Raporu’ndan çok daha ilginç bir rapor yayımlanır. Bu sefer raporu yayımlayan Sillk Road Enstitüsüdür. ‘’2023 Yılında Türkiye: Cumhuriyeti’nin 100. Yılı’’ ismiyle yayımlanan raporda ‘’Deniz Baykal’ın istifa etmeye ikna edileceği ve yerine de Kemal Kılıçdaroğlu’nun geleceği’’ kehanetinde bulunur.  Yani Enstitü 19 ay önce Baykal’ın istifa edeceğini ve yerine Kılıçdaroğlu’nun geleceğini bilmiştir. Aslında işin esası 2008 yılı itibarıyla FETÖ militanları kumpas kurarak Baykal’ın malum görüntülerini elde etmişler ancak düğmeye basmak için 2010 yılında yapılacak CHP kurultayını beklemektedirler. Yani, bu rapora imza atan Stante E. Cornell ve Halil Magnus raporu yazarken bu görüntülerden haberdardır. Çünkü her iki isim FETÖ ABD Başimamı Faruk Taban başta olmak üzere FETÖ-CIA-MOSSAD unsurlarıyla sıkı ilişkiler içerisindedir. Bu iki isimin makaleleri Şimon Peres yanlısı Jerusalem Post gazetesinde de yayımlanmaktadır. Halil Magnus’un makaleleri Cumhuriyet gazetesinde de sıkça yayımlanmıştır.  Tam da bu süreçte başkaca ilginç bir gelişme daha yaşanmaktadır.  29 Ocak 2009’da Başbakan Recep Tayip Erdoğan, küresel boyuttaki en büyük örgütlenme olan Davos Zirvesi’nde bütün dünyada yankılanacak  “Van Minüt” çıkışını yapar. Küresel boyuttaki böyle bir zirvede Erdoğan, Şimon Peress’in gözünün içine baka baka İsrail’i katil devlet ilan etmiştir. Bu çıkışla birlikte ilk defa Batı’da Erdoğan aleyhtarı yazılar yazılmaya başlar. Yahudi kuruluşları geçmişte Erdoğan’a verdikleri ödülleri geri isterler. Bu çıkışla birlikte FETÖ açıktan olmasa da gizliden gizliye savaş ilan etmiştir. Recep Tayyip Erdoğan’da zirveden 16 gün sonra ‘’Büyük Orta Doğu Projesi ölmüştür.’’ diyerek savaşa savaşla karşılık vermiştir. Washington merkezli odaklar bu süreçle birlikte birbirinden bağımsız iki alternatifli bir planı devreye sokmuştur. Planın bir ayağında 2008 yılında düğmeye bastıkları Deniz Baykal’ı devirip yerine Kılıçdaroğlu’nu getirerek CHP’yi kontrol altına almak, diğer ayağı ise Erdoğansız bir AKP’yi oluşturmaktır. Daha sonra gerçekleşecek olan Oslo görüşmelerinin sızdırılması, MİT Tırları Operasyonu, Gezi Olayları, 17-25 Aralık hep Erdoğan’sız AKP planının sonucudur. Erdoğan’ı tasfiye ettiklerinde oluşacak yeni kabine bile bellidir. FETÖ İmamı Harun Tokak, Erdoğan’ı tasfiye ettikten sonra yeni kabinenin başbakanının Bülent Arınç olacağını itiraf etmiştir.
22 Mayıs 2010’da CHP Kurultayı yapılacaktır. Kurultaydan 16 gün önce malum görüntüler ‘’Varan 1’’ ismiyle yayımlanır. Görüntüler, yurt dışı merkezli Metecafe ve Türkiye’de ise Habervaktim sitesinden yayınlanır. Görüntüyü servis eden şimdilerde FETÖ firarisi Cevheri Güven’dir. Deniz Baykal bu kumpasa karşı meydan okuyamaz. Çünkü Varan 1’in devamının geleceğinden korkmaktadır. 10 Mayıs’ta Deniz Baykal istifa eder ve kurultayda yerine daha önce aday olmayacağını açıklayan Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkan olur.  CHP’ye yapılan bu FETÖ-CIA operasyonuyla Washington amacına ulaşmıştır. Bu olayla birlikte Washington’da CHP’ye yönelik hummalı bir imaj çalışması başlatılır. ‘’Yeni CHP’’ ismi bu imaj çalışmasının bir aşamasıdır. Yeni ismin en hararetli savunucuları Washington Enstitüsü elemanı Soner Çağaptay ve Henri Barkey gibi isimlerdir. Kılıçdaroğlu, 21 Kasım 2010’da ABD’deki lobilerle ilişkileri koordine etmesi için Başdanışmanı Faruk Logoğlu’nu Washington’a gönderir. Logoğlu’nun ABD temaslarını İsrail Komu İlişkileri Komitesi ve Washinton Enstitüsü koordine eder. Arkasından 28 Mart 2011’de Faik Öztrak, Umut Oran, Logoğlu, Osman Korutürk  gibi isimlerin yer aldığı heyet Washington’da âdeta karargâh kurar. ABD’deki Yahudi kuruluşları başta olmak üzere birçok örgütle görüşme ve tanıtım trafiği yürütülür.  11 Eylül 2011’de daha önce Belçika istihbaratının Emniyetteki FETÖ’cü istihbarat elamanlarına verdiği ‘devlet sırrı’ niteliğindeki Oslo görüşmeleri Altan kardeşlerin yönetiminde olan FETÖ’cü Taraf gazetesi tarafından yayımlanır. Buna karşılık Erdoğan da FETÖ dershanelerini kapatacağını açıklar. Artık FETÖ ile Erdoğan arasındaki savaş açıktan açığa devam ederken FETÖ artık Kılıçdaroğlu’ya olan ilişkilerini gizleme gereği duymaz. Bu süreçte artık Kılıçdaroğlu okyanus ötesi için çok daha önemli hâle gelmiştir.  25 Ocak 2012’de, hem de Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un FETÖ’cü yargıçlar tarafından ‘’silahlı terör örgütü kurma’’ suçlamasıyla tutuklanmasından birkaç gün sonra ve yargıdaki FETÖ yapılanmasının açıktan tartışıldığı bir süreçte Kılıçdaroğlu, Gazeteci Hande Fırat’a herkesi şaşırtan ‘’Yargı içerisinde bir cemaat yapılanması olduğu iddialarını kabul etmem mümkün değil.’’ açıklamasını yapar. Çünkü bir gün sonra Kılıçdaroğlu, FETÖ’nün ABD Başimamı Faruk Taban’ın başkanlığında içlerinde Cemil Teber, Özkur Yıldız, Furkan Koşar gibi FETÖ’nün beyin kadrosunun yer aldığı heyetle iki saatlik bir görüşme yapar. Bu görüşmeden birkaç gün sonra Hakan Fidan Operasyonu gerçekleşir. FETÖ- Kılıçdaroğlu buluşması tam bir iş birliği sürecini başlatır.
16 Mart 20132de kalabalık bir Y-CHP heyeti yine ABD’dedir. Bu sefer CHP heyetinin ilk durağı FETÖ kuruluşu ‘’Türk Amerikan Birliği’dir. Bütün temasları FETÖ İmamı Faruk Taban organize eder. Bu temaslarda Kılıçdaroğlu, Washington buluşmasının altyapısı da oluşturulur.  Nitekim 37 yıl aradan sonra 30 Kasım 2013’de bir CHP Genel Başkanı yani Kılıçdaroğlu Washington’dadır. Kılıçdaroğlu’nun Washington temasları FETÖ kuruluşu ‘’Türk Amerikan Birliği’nin organize ettiği kahvaltı programıyla başlar. FETÖ’cülerin koordine ettiği bu temaslarda Kılıçdaroğlu yabancı lobi kuruluşlarıyla, Pentegon ve Beyaz Saray’ın etkin isimleriyle görüştürülür.  Bu süreçle birlikte FETÖ, Kılıçdaroğlu’nu daha yoğun bir şekilde yönlendirmeye başlar. Kılıçdaroğlu’nun satır satır okuduğu tapeler, kimi gizemli rapor ve iddialar bu ilişkinin ürünüdür. Okyanus ötesi Recep Tayyip Erdoğan’ı tasfiye etmek için kurduğu, Oslo görüşmelerinin sızdırılması, MIT Tırları, Hakan Fidan Operasyonu, Gezi Olayları, 17-25 Aralık gibi bütün tezgâhlar boşa çıkar.  7 Haziran 2015 Seçimlerinde yine HDP ve Demirtaş merkezli kirli bir tezgâh devreye sokulur. Demirtaş’ın eline saz tutuşturularak, Türk bayrağına sözde saygı gösterisi denemeleriyle HDP’nin yüksek oy almasını sağlayarak Erdoğan ve AKP tasfiye edilecektir. FETÖ yine işbaşındadır. Nazlı Ilıcak, Ekrem Dumanlı, Emre Uslu başta olmak üzere HDP’ye oy verilmesi için makaleler yazarlar, yayın organlarında çağrıda bulunurlar. Batı misyon şefleri de bu çalışmanın içerisindedir. CHP ve Kılıçdaroğlu HDP’ye tam destek vermektedir. Nitekim seçimlerde HDP yüksek oy alarak AKP’nin tek başına iktidar olması önlenir. Kemal Kılıçdaroğlu, 81 milletvekiline sahip MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye Başbakanlık teklif eder. HDP’nin de dışarıdan destekleyeceği bir hükûmet modeli ortaya koyar. Ancak Devlet Bahçeli, Kılıçdaroğlu’nun bu teklifini en sert bir şekilde reddeder ve Kılıçdaroğlunu, kirli oyunlar peşinde olmakla suçlar. Bahçeli’nin bu tavrıyla okyanus ötesinin kirli planı bir kez daha bozulur.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 7 Haziran sonrası yoğunlaşan terör saldırılarını, HDP’nin PKK desteğini ve şehitleri gerekçe göstererek ‘’Kürt açılımı”nı rafa kaldırır ve PKK’ya karşı amansız bir mücadele başlatır. Demirtaş ve HDP Kürtleri devlete ve hükûmete karşı isyana davet eder. PKK, Kandil ve HDP vasıtasıyla ‘Öz yönetim’’ talep eder. Bu süreçte MHP’nin tam desteğini alan Erdoğan, Başbakan Davutoğlu’na rağmen bu kalkışmayı da bastırır.  Çünkü Erdoğan’a rağmen Dolmabahçe Mutabakatı’na imza atan ve FETÖ ile barışılmasını savunan Davutoğlu, “Kürt açılımı”nın devam etmesinden yanadır. CHP, FETÖ, PKK, ABD ve Batı çevreleri Erdoğan’ın başlattığı terörle mücadele operasyonlarının durdurulmasını talep ederler. Erdoğan’ı Kürtleri katletmekle suçlarlar.  1 Kasım’da seçim yenilenir ve AKP oyunu yükselterek yeniden tek başına iktidar olur. Erdoğan Davutoğlu’nun bu tavırlarından dolayı Başbakanlık koltuğundan indirir. Bu sürecin diğer önemli gelişmesi 1 Kasım’da MHP oylarının düşmesini bahane eden Meral Akşener, Bahçeli’ye karşı muhalefet başlatır. Aslında Meral Akşener, MHP’ye Genel Başkan olamayacağını baştan bilmektedir. Ancak, yeni parti kurarak MHP’yi bölmek için bir hikâyeye ihtiyaç vardır, bu süreçte bu hikâye sahnelenir.
Sözde demokratik yollardan sonuç alamayan “üst akıl” 15 Temmuz 2016’da TSK içine yuvalanmış FETÖ unsurlarını harekete geçirir kanlı işgal ve darbe sahnelenir. Ancak bu işgal girişimi de MHP liderinin erken uyarısı ve çağrısı ve Erdoğan’ın ortaya koyduğu siyasi iradeyle birlikte vatanperver Türk subayları başta olmak üzere Türk milletinin topyekûn direnişiyle püskürtülür. Eş zamanlı olarak Türkiye sathında “canlı bomba” katliamları da devrededir. Erdoğan ve Bahçeli 15 Temmuz’u emperyalist bir işgal ve darbe girişimi olarak görürken, FETÖ ile beraber Kılıçdaroğlu ‘’kontrollü darbe’’ iddiasına sarılır. Başka bir deyişle Kılıçdaroğlu, zımmen FETÖ ile aynı saftadır. Darbe başarılı olmuş olsaydı, yönetime gelecek isimler hâlâ muammadır.  15 Temmuz’la birlikte yepyeni bir sayfa açılır. Millî bekanın tesisi ve emperyalist kuşatmanın yarılması için Erdoğan ve Bahçeli omuz omuza vererek Cumhur İttifakını kurarlar.
16 Nisan 2017’de Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi için yapılan halk oylamasında Meral Akşener ve taraftarları, Kılıçdaroğlu, HDP, Temel Karamollaoğlu, Abdullah Gül, Babacan ve Davutoğlu aynı safta yer alır. MHP ve AK Parti de birlikte hareket eder.  1 Kasım 2015 Seçimleriyle birlikte çanak kaldıran Meral Akşener,  25 Ekim 2017’de içlerinde FETÖ iltisaklı ve açılımcı isimlerin de yer aldığı yeni bir parti kurar. Bu arada MHP’den de önemli bir parça koparır.  24 Haziran 2018’de Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Genel Seçimleri yapılır. İP’in seçime katılabilmesi için CHP, Akşener’e ödünç olarak 15 milletvekili verir. Ali Babacan hâlâ bakanlık koltuğunda olmasına rağmen el altından Erdoğan’ın karşısına Abdullah Gül’ü aday olarak çıkarma çalışması yapar. Bunu daha sonra kendisi itiraf eder. Ancak ne yaptılarsa Cumhur İttifakı adayı Erdoğan yeniden Cumhurbaşkanı seçilir. Bu seçimin önemli hususlarından biri de tutuklu bulunan HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın Akşener, Kılıçdaroğlu ısrarla serbest bırakılmasını talep ederler. Meral Akşener seçim akşamı HDP’yi Kürtlerin temsilcisi ilan eder.  29 Mart 2019 Yerel Seçimlerinde birçok şehirde HDP, CHP ve İP açık ittifak içindedirler. İstanbul, Ankara, Adana ve Mersin gibi illerde bu ittifak somut olarak izlenmiştir.  12 Aralık 2019’da Serok Ahmet olarak ün yapmış Davutoğlu Gelecek Partisini kurar.  9 Mart 2020’de ise Bilderberg’in mudaimi Ali Babacan Deva Partisini kurar.  15 Temmuz sonrası başlayan süreçte neredeyse her meselede bu partiler ağız ve eylem birliği içindedirler. Libya Tezkeresi, Sınır Ötesi Tezkeresi, Ayasofya’nın açılışı, Maraş’ın açılışı, Afrin başta olmak üzere sınır ötesi operasyonları, parlamenter sisteme dönme çabası, Doğu Akdeniz, Karabağ Savaşı, Diyarbakır Anneleri meselesi, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest bırakılması gibi konular kurdukları ittifakın en somut göstergesidir.
Yine ittifak ettikleri diğer bir konu da “Kürt açılımı’’ ve “FETÖ açılımı”dır.
İşte biz bu altılı ganyanın yuvarlak masa toplantısına bakınca, masanın altında HDP, PKK ve türevlerini, masanın gövdesinde FETÖ’yü, masanın üstünde ise emperyalist ‘’üst aklı’’ görüyoruz. Sandalyede oturan altılı ise ipi okyanus ötesine bağlı sadece figüran…