TERÖRÜN BÖLGESEL–KÜRESEL BOYUTLARI VE TÜRKİYE’NİN KARARLI DURUŞU
Dr. Turan ŞENER
Terör oldukça eski dönemlere dayanan ve küresel ölçekte görülen en temel problemlerden birisidir. Teknolojik gelişmeler başta olmak üzere değişen koşulların, terörü de oldukça farklı boyutlara ve karmaşık bir yapıya taşıdığı görülmektedir. Kanunda terör: “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasa’da belirtilen Cumhuriyet’in niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk devletinin ve Cumhuriyet’in varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir” şeklinde tarif edilmektedir.
Terörizm kavramına bakıldığında ise terör odaklı plan ve eylemlerin siyasi amaçlar ekseninde inşa edilmesi ile karşılaşılmaktadır. Hasan Sabbah’tan 11 Eylül 2001 Saldırıları’na değin bu eksendeki amaçların çeşitli tezahürlerini dünya tarihinde görmek olasıdır. İlgili tezahürlerin ortak özellikleri olarak; gayrinizami yapı, bir aktör olarak devletler içerisinde kaos yaratma amacı, vatandaşlarda korku odaklı algı inşası gibi unsurlardan bahsetmek gerekmektedir. Çünkü genel itibarıyla amaç bir saldırının tahrip etkisinden çok bu etkinin politik ve toplumsal sonuçları ile ilgilidir. Özellikle Soğuk Savaş Dönemi ile birlikte bu sonuçlara odaklanan faaliyetlerin oranında bir artış görülmüştür. Küresel aktörlerin enerji koridoru, jeopolitik önem gibi faktörler bağlamında dünyanın birçok bölgesinde bu ve benzeri faaliyetler ile ilişkisi ile bilinen bir diğer gerçeği temsil etmiştir. Terör eylemlerini yekpare bir güvenlik problemi olarak görmek mümkün değildir. Çünkü terör; ekonomik, psiko sosyal, politik ve özellikle kültürel boyutları olan bir niteliğe sahiptir. Özellikle istikrarsızlık, sosyal disiplinsizlik, ekonomik kriz, siyasi kaos gibi durumlar terörün ana kaynakları olarak değerlendirilebilir. Kaldı ki bu alanlarda mücadele edilmemesi durumu terör eylemlerinin daha fazla alanda zemin tutarak büyümesine sebep olacaktır. Ancak ne acıdır ki; psikolojik savaşın temel bir unsuru olarak kullanılan terörün, bütün dünya coğrafyasına bakıldığında özellikle geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıktığı görülmektedir. Bu ülkelerde öncelikle sosyal, ekonomik, kültürel birtakım eksiklikler istismar edilerek terör eylemleri veya toplumsal olaylar yaratılmaya çalışılır. Bunun dışında herhangi bir alan bulunamadığında ise suni problemler yaratılarak yapay toplumsal karışıklıklar oluşturulur ve bu ortamdan yararlanarak olaya vatandaşın da katılması sağlanmaya çalışılır. Özellikle Gezi Parkı olaylarıyla başlayan süreçle birlikte ülkemizde yaşanan gelişmeler bu açıdan bir kez daha değerlendirilmelidir. Ayrıca yine son dönemde görülen Boğaziçi Üniversitesi eylemleri ve son dönemde yaşanan yurt eylemleri de bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
Dolayısıyla bu tablo göstermektedir ki terör ve terörizm kavramları ile analiz edilen/değerlendirilen gelişmeler artık sadece silahlar ya da mühimmatlar ile ilgili değildir. Artık toplumsal tahrik gücü, fiziki tahrip gücünden çok daha fazla olan eylem ve çalışmalar gündemde yer almaktadır. Aynı zamanda ulusal ve küresel medya aktörlerinin bir bölümünün de bu yöndeki eylem ve çalışmaları, neredeyse büyük bir bölümünü şiddetten uzak masum hareketler olarak lanse etmesi aslında meselenin küresel irtibat yönünü teşkil etmektedir. Zira sosyal medyanın da bu yöndeki etkisi hiçbir surette göz ardı edilmemesi gereken bir boyuttur. Yakın tarihimizde birçok hadisede müşahede edildiği üzere sahte hesaplarla toplumun bir kesiminin eylemlerine meşru zemin inşa edilmesi için bu mecranın hangi yöntemlerle kullanıldığı bilinmektedir. Bu meşru zemin şüphesiz terörün yerine demokrasi ve insan hakları kavramlarının kullanılması amacını taşımaktadır. Lâkin bu çelişki hiçbir surette göz ardı edilmemelidir. Başta ABD olmak üzere pek çok ülkenin terörle olan ilişkisi net bir şekilde ortadayken bu ülkelerin ağızlarına bir de insan haklarını almaları trajikomik bir durum olarak alenen ortadadır. ABD’nin açık bir şekilde terör örgütleriyle birlikte hareket etmesi gerek terör gerekse insan hakları konusundaki sicili ortadadır. Ayrıca Cezayir’in kurtuluşunda Fransa’nın sebep olduğu ölüm bir milyon kişi olarak bilinmektedir. Yine Ruanda’da Fransa’nın sebep olduğu olaylarda ölüm yaklaşık sekiz yüz bindir. Ayrıca uygulanan kültürel soykırım da bunlara eklenebilir. İngiltere’nin, Almanya’nın, Belçika’nın ve pek çok Avrupa devletinin insanlığa yaşattıkları ortadayken terörle mücadeleden ve insan haklarından söz etmeleri imkansızdır. Başta ABD olmak üzere hiçbir ülke Türkiye’ye bu konuda ders verebilecek konumda değildir. Lider Devlet BAHÇELİ’nin ifade ettiği gibi yarattıkları ve destekledikleri terör bumerang gibi kendilerine dönecektir: “Türkiye, teröre karşı savunmada değil taarruzdadır, üredikleri, beslendikleri, palazlandıkları bataklıkları A’dan Z’ye temizlemek hayat memat meselesidir. Bu kanlı sayfa mutlak surette kapatılmalı, eşkıyanın fermanı yırtılıp atılmalıdır.”
Bütün bu genel çerçeve dahilinde Türkiye’deki tezkere tartışmalarını, tartışmada yer alan aktörleri ve aktörlerin hangi safta yer aldıklarını ya da stratejik birtakım sebeplerle almak zorunda kaldıklarını çok net bir biçimde görmek elzemdir. 2021 yılı Ekim ayının son haftasında TBMM’de kabul edilen Irak-Suriye Tezkeresi’nde stratejik sebeplerle bir yerde konumlanma sorunsalı çok nettir. Bu konumlanma sorunsalı, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası alandaki hukuki haklarının muhafazasından ziyade iç politikadaki planlar ve hevesler olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda buradaki en büyük tezat, Türkiye’nin başta sınır güvenliği olmak üzere uluslararası hukuka dayanan bütün hamlelerinin birtakım gizli ittifaklarca politik amaçlara feda edilmesi girişimidir.
Türkiye’de etnik kimlik merkezli yürütülen siyasetin temel amacının teröre zemin hazırlamak olduğu net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Üstelik uzun yıllardır yürütülmeye çalışılan bu ayrıştırma toplum nezdinde de kabul görmemiştir. Türk devleti özellikle Cumhur İttifakı ile birlikte terörle mücadele yöntem ve tekniklerini doğru bir çizgiye getirerek millî birlik ve bütünlük politikasını geliştirip gerek bölgesel gerekse küresel ölçekte güç olduğunu ilan etmiştir. Ancak bu süreçte öncelikle muhalefet ve kendini “aydın” sıfatı ile niteleyen bir kısım zevatın her zamanki gibi toplumdan ve toplumun gerçeklerinden uzak, Türk devlet geleneğinden bihaber ve Türk milletinin kültürel kodlarını ve kimlik bilincini umursamaz tavırlarının, yürütülen mücadeleyi sekteye uğrattığı görülmektedir. Şu unutulmamalıdır ki; “Misakımillînin ruhu, bu coğrafyada sahip olunan maddi ve manevi bütün zenginlikle birlikte tek bir kimliğin” yegâne teminatıdır. Bu teminatın tek koruyucusu Türk milletidir. Türk milleti ise bu görevi Lider Devlet BAHÇELİ’ye, MHP’ye ve onun özverisiyle şekillenen Cumhur İttifakına yüklemiştir.
Yararlanılan Kaynaklar
Duman, Selçuk (2011). Terörizmin Siyasallaşma Süreci Ve Türkiye, Düşünce Dünyasında Türkiz Dergisi, S. 12 ss. 123-142.
Sönmez, Göktuğ (2021). Türkiye’nin Terörle Mücadelesi Kavramlar Örgütler ve Aktörler, TASAV, Ankara.
Yalçın, E. Semih (2011). Küresel ve Bölgesel Sorunlar Bağlamında Türkiye’de Terör ve Terörizm, Düşünce Dünyasında Türkiz Dergisi, S. 12 ss. 109-122.