TÜRKİYE-RUSYA KRİZİ EKSENİNDE TÜRKİYE’NİN ENERJİ POLİTİKALARI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

25 Şubat 2017 14:24
Okunma
1336
TÜRKİYE-RUSYA KRİZİ EKSENİNDE TÜRKİYENİN ENERJİ POLİTİKALARI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Türkiye jeopolitik ve jeostratejik anlamda sahip olduğu değerler açısından tarih boyunca dikkatleri hep üzerine çekmiş ve bir cazibe merkezi olmak iddiasını sürdürmüştür.

Şöyle ki;  Türkiye bir Avrupa, Balkan, Akdeniz, Kafkasya ve Orta Doğu ülkesidir. Bu nedenle  Eski Dünya kıtaları olan Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının odak noktasında olduğu gibi Süveyş Kanalı, Cebeli Tarık Boğazı ve Basra Körfezi yolu ile diğer bölgelere de kolayca ulaşabilme imkânına sahiptir. Diğer yandan Çanakkale ve İstanbul Boğazları dolayısıyla Karadeniz’e hâkim olmak imkânına sahip, Akdeniz yoluyla Kafkasya ve Doğu Avrupa’ya yapılacak ticaretin denetiminde de söz sahibi ve Çanakkale Boğazı, Kafkaslar ve Hazar havzasındaki enerji kaynaklarının taşınması için önemli bir enerji koridoru olmak iddiasını devam ettirmektedir.  20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ise; Kafkasya,Orta Doğu ve Orta Asya bölgesinden Avrupa’ya yapılacak doğal gaz ve petrol ulaşım noktasında da geçiş merkezi konumuna yükselerek önemini bir kat daha artırmıştır.

Rusya’ya gelince; merkezî devletini kurduğu andan itibaren Türkiye’ye karşı yapılan bütün siyasi ve askerî organizasyonlar içerisinde yer aldığı gibi Şark politikası ekseninde Türklerin önce Avrupa’dan takiben Balkanlar’dan ve nihayet Anadolu’dan uzaklaştırılması konusunda aktif bir rol oynamıştır. 1699 Karlofça Antlaşması ile Karadeniz’e inmeyi başaran Rusya, 1711 Prut Antlaşması ile geri çekilmek zorunda kalsa da 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Karadeniz’e kalıcı bir şekilde yerleştiği gibi 1783 yılında Kırım’ı işgal ederek Karadeniz’de önemli bir avantaja sahip olmuş ve Balkanlar ile de uğraşmaya başlamıştır. 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Sırp isyanlarında etkili rol oynayan Rusya, 1829 yılında Yunanistan’ın bağımsızlığını sağlamış ve İngiltere’de İşçi Partisini iktidarı ile başlayan politika değişikliğinden de cesaret alarak 1877-1878 yıllarında Osmanlı Devleti ile yaptığı savaşı kazanarak; Sırbistan,Karadağ, Romanya ve Bosna-Hersek’in Osmanlı Devleti’nden ayrılmasına ve sileolmuş ve Bulgaristan’ın da önemli oranda özerkleşmesini sağlamıştır.   Rusya,böylece Türklerin Avrupa ve Balkanlar’dan uzaklaştırılması projesini gerçekleştirmiştir.

I. Dünya Savaşı’n da Osmanlı Devleti’nin karşısında yer alan Rusya,savaş sürecinde İngiltere ve Fransa ile yapmış olduğu gizli antlaşmalar ile İstanbul şehri, Marmara ve Çanakkale’nin batı kıyıları, İzmit Körfezi ile Sakarya Nehri arasındaki topraklar, Gökçeada, Bozcaada, tüm Doğu Anadolu ve Trabzon’a kadar Doğu Karadeniz bölgesinin kendisine verilmesini istemiş ve bunu kabul ettirmiştir.  Bu çerçevede  Doğu Anadolu’yu işgal etmiş, Ancak Bolşevik Devrimi nedeniyle Osmanlı Devleti ile yaptığı mütareke ile işgal ettiği topraklardan çekilmiştir.  II. Dünya Savaşı sürecinde yapılan görüşmelerde Stalin, sürekli Türkiye’den toprak ve üst taleplerinde bulunmuş ancak muvaffak olamamıştır. Stalin sonrası toprak talepleri ortadan kalksa da Putin’in devlet başkanı olması ile birlikte yeniden Rusya, Türkiye’yi kendi hinterlanttı içerisine almak için büyük gayret göstermiş ve Kırım’ı işgal ettiği gibi bugün Suriye’de kalıcı olma çabasının ana nedeni Türkiye’nin Rus hinterlantlına dâhil edilmesi sağlanarak Avrupa ve Amerika gibi Batılı devletlerin de bölgeden uzaklaştırılmasını temin etmektir.

Hâl böyle iken ülkeler için son derece önemli olan enerji politikalarının belirlenmesinde üzerinde durulması gereken en önemli konunun güvenlik ve sürdürülebilirlik olması gerekmektedir.

Türkiye enerji politikalarında bugün geldiğimiz noktada yaklaşık%35 oranında doğal gaz, %28 oranında kömür, %27 oranında petrol, %7 oranında hidro ve %2.5 oranında yenilenebilir enerji kullanmaktadır.

Doğal gazın %55’ini Rusya’dan, %18’ini İran’dan, %12’siniAzerbaycan’dan, %9’unu Cezayir’den ve %3’ünü Nijerya’dan temin etmektedir.Petrolün; %31’ini Irak’tan, %30’unu İran’dan, %12’sini Suudi Arabistan’dan,%10’unu Nijerya’dan ve %9’unu Kazakistan’dan sağlamaktadır.  Doğal gazda tamamen Rusya’ya mahkûm edilenTürkiye petrolde nispeten daha rahattır.

Türkiye Rusya ile ilk doğal gaz antlaşmasını 1984 yılında yapmış,1996 yılında ikinci doğal gaz antlaşmasını yaparak ilişkilerine yeni bir ivme kazandırmış, 2005 yılında Mavi Akım Projesi’nin hayata geçirilmesi ile de enerji alanında Rusya’ya bağımlılık hızlı bir şekilde artış göstermiş, Güney Akım Projesi ve Mavi akım 2 Projesi gibi projelerde zaman zaman gündeme gelen projeler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yine Mersin Akkuyu Nükleer Santrali’nin yapımı konusunda Rusya ile bir anlaşma yapılmış ancak gelinen noktada Rusya’nın tavrı nedeniyle bu projede de belirsiz bir duruma gelinmiştir.

Türkiye gelinen noktada tarihî tecrübelerin dikkate alınması gerektiği ve Rusya’nın güvenilir ve sürdürülebilir bir enerji sağlayıcı olamadığını yeniden keşfetmiştir.

Çünkü Türkiye gibi nüfus artışı devam eden ve kalkınmasını sürdüren bir ülkenin her yıl artarak devam edecek olan enerjiye ihtiyacı olacağı için bu konuda daha stratejik bir politika izlemesi gerekmektedir. Bu politikanın temel anlayışı ise çeşitlilik ve yerli kaynakların kullanılması olması gerekir.

Bu anlamda Türkiye; Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı (BTC) ve Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal gaz Boru Hattı (BTE) ile Azerbaycan’dan petrol ve doğal gaz sağlamaya başlamış ve 2011 yılında mutabakat zaptı imzalanan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı/TANAP) ile 16 milyar metreküp doğal gaz taşınması planlanmakta olup, bunun 6 milyar metreküpü Türkiye tarafından satınalınacaktır.  Bu projenin 2018 yılında devreye girmesi planlanmaktadır.

Türkiye aslında bu bağımlılığını ortadan kaldırmak için Azerbaycan dışında başka alternatif projeler de geliştirmiştir.  1996 yılında İran ile Türkiye arasında yapılan doğal gaz alım satım anlaşması başlatılan çalışmalar neticesinde İran-Türkiye Boru Hattı oluşturulmuş ve 10 Aralık 2001 tarihinden itibarenİran’dan doğal gaz alımına başlanmıştır. Gelinen noktada Türkiye İran’dan yaklaşık %20 oranında doğal gaz almaktadır.

13 Temmuz 2009 tarihinde Ankara’da imzalanan NABUCCO Antlaşması ile Türkmenistan, Azerbaycan ve Kuzey Irak rezervleri kaynak olarak görülmüş ancak Türkmenistan imza töreninde yer almamış ve Aşkabat gazının AB’ye sevk edilmesi için Moskova ile bir anlaşma yapmıştır. Bu nedenle   bu proje başlamadan sona ermiştir.

Türkiye’nin bir diğer alternatif girişimi ise dünyanın en çok sıvılaştırılmış doğal gaz(LNG) üreticisi Katar’a olmuş ancak Türkiye’nin Katar’dan ihraç edeceği LNG için yeterli depolama tesisine sahip değildir.  Sadece Marmara Ereğli ve Aliağa tesisleri ile yaklaşık 14 milyon metreküp bir depolama tesisine sahip iken bugün Rusya’dan ithal edilen doğal gaz miktarı 27 milyar metreküptür. Elbette alternatif enerji yaratma açısından Katar girişimi yerinde olsa da altyapı çalışmalarının mümkün olan en kısa sürede tamamlanması gerekmektedir ki bu da kısa vadede pek mümkün görünmemektedir.

Türkiye’nin Kuzey Irak ve Doğu Avrupa ile ilgili de girişimlerinin olduğu bilinmekte olup bu konuda henüz somutlaşan bir durum olmasa da yakın gelecekte bu ihtimallerin güçleneceği muhakkaktır. Bu çerçevede Kıbrıs’ın mutlaka göz önünde bulundurulması gerekmekte olup orada kalıcı ve bağlayıcı antlaşmalar ile bölgenin doğal gaz kaynaklarının çıkarılması ve işletilmesinde Türkiye aktif rol almalıdır. Yine Türk-İsrail görüşmelerinde bir başlık olarak sürdürülen İsrail doğal gazının Türkiye üzerinden pazarlanması konusunun da mutlaka değerlendirilmesi şarttır. Mısır ile olan ilişkilerin normalleştirilmesi ve bugün %1 oranında olan enerjideki ticari ilişkinin artırılması önemli avantaj sağlayacaktır.

Diğer yandan Türkiye’nin yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarımıza yönelmesi gerekmektedir. Bir Danimarka’nın rüzgâr enerjisinden ihtiyacını karşıladığı ve enerji ihraç eder bir ülke konumuna geldiği düşünülürse, Türkiye bunu neden yapmasın.Yine Almanya’nın güneş enerjisini etkin bir şekilde kullandığı görülmektedir.Türkiye’de pekâlâ kullanabilir. Jeotermal potansiyeli ile dünyada önemli biryere sahip olan Türkiye’nin bu yolla da enerji üretme imkânına sahiptir. Yine biyo kütle enerji üretme imkânını da kullanmak Türkiye’nin yerel, sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji üretiminde önemli adımlar olacaktır.

Türkiye’nin planladığı gibi nükleer enerji alternatifini de kullanması gerekmektedir. Akkuyu ve Sinop’ta kurulması planlanan nükleer santraller ile Türkiye’nin %10 enerji ihtiyacının karşılanması amaçlanmıştır.Bu daha da artırılabilir. Nükleer enerji ile ilgili kaygıları yerinde bulmakla birlikte gerekli tedbirlerin alınması şartı ile pekâlâ daha da güvenli hâle getirilebildiği bilinen bir gerçektir.

Sonuç olarak Türkiye kendisi için hayati öneme sahip olan enerji politikalarını siyasi geçmişi, dış politika ekseni ve politik tercihleri kapsamında bir bütün olarak görmeli ve bölgesel anlamda daha etkili politikalar gerçekleştirerek bölge ülkeleri kurulacak dostluk ve menfaat ilişkisi ekseninde sorunlarını çözebilir ve sürdürülebilir bir enerji politikasına sahip olabilir.