Ahmet DEMİRTAŞ[1]
Ankara 1923 yılında başkent olarak ilan edilmiş, kısa sayılabilecek bir süre sonra ise Atatürk Orman Çiftliği kurulmuştur(AOÇ). Yeni kurulan Cumhuriyet’in başkenti Ankara’da önceki dönemden farklı pek çok projenin tasarlandığını ve uygulamaya başlandığını biliyoruz. Tasarlanan ve başlatılan atılımları gerçekleştirecek irade, öz güven, coşku ve inancın olduğu yadsınamaz. AOÇ: Ankara’nın yakın çevresinde kurulu bulunan Orman, Balgat, Yağmur Baba, Macun, Güvercinlik, Ahimesut (Öztoprak, 2006)Çiftlikleri Mustafa Kemal Atatürk tarafından satın alınarak 1925 yılında kurulmuştur. Kuruluş tarihi aynı olmakla birlikte Orman, Yağmurbaba, Balgat, Macun, Güvercinlik, Tahar, Etimesgut ve Çakırlar Çiftliklerini( Sev, 2002) kapsadığı da belirtilmektedir. Kurulduğu yıllarda adı “Gazi Çiftliği”dir. Daha sonra “Orman Çiftliği” adını alır. “Atatürk bu çorak, ağaçsız yerleri eski kayıtlardaki ‘orman’ ismini değiştirmeden bırakmıştır. Dere kenarındaki söğütlerden ve birkaç iğde ağacından başka yeşilliği olmayan bu yeri ismine uygun bir orman hâline getirmek lazımdı. Bu husustaki gayretleri, bütün Ankaralılar ve Ankara’yı ziyaret edenler, safha safha bilirler. Atatürk çiftlik dediği bu yerden sadece tarlalarından istifade etmeyi hedef edinmemiş, aynı zamanda Ankara’yı ağaçlandırma işine buradan başlamıştır.” (Afet İnan, 1953) Son olarak “Atatürk Orman Çiftliği” adını almıştır.
AOÇ’NİN KURULUŞ AMACI
Yokluk, yoksulluk koşullarında yapılmış Kurtuluş Savaşı’nın sonrasında, eskisinden farklı yeni ve modern toplumu yaratmak çok yönlü çaba gerektirmektedir. Alt yapı ve üst yapı temelinde yürütülecek bu çabaların eş güdüm içinde, kimi zaman ise tipik örneklerini yaşama geçirmek ve örnek nüveler yaratmak gerekmektedir. Denilebilir ki AOÇ bu yeni toplumsal yapının oluşturulması, farklı bir yaşamın ve modern bir başkentin yaratılması için atılmış adımların gerçekçi ve somut bir örneğidir. Yeni bir yaşam biçimi yeni bir kent oluşturmayı amaçlayan, toplumun gereksinmelerini ön planda tutan yaklaşımın başlangıcıdır. Bu yapılanmada; insanın üretmesi, çalışması ile sağlıklı koşullarda yaşaması, beslenmesi, barınması, spor yapması, dinlenmesi vb. gereksinmelerinin karşılanmasına önem verilmektedir.
Cumhuriyet’in kurulmasından 2 yıl sonra 1925 yılında AOÇ’nin kurulmuş olması, bir rastlantı değildir. Karasal iklim koşullarının yaşandığı, heterojen bir toprak yapısındaki geniş bir arazide örnek çalışmalar yapılacak ve başarılı olacaktır. Başarı için bilgi, özveri, öz güven ve irade gerekmektedir. Öte yandan “Burada tarım yapılmaz.” diyenlerin ve olumsuz söylentilerin boşa çıkarılması zorunludur. Çiftlik kurulduktan sonra tarımın ve hayvancılığın yapılmaya başlanması, araç gerecin sağlanması, ürünlerin işlenmesi için birimlerin kurulması, yıkanmak için hamam, eğitim için okul, dinlenmek için bahçe mesire yerleri yapılması, daha da ileri gidilerek havuz yapılması gündeme getirilmiştir. Ayrıca Ankara halkının hafta sonlarında Çiftliğe gelerek dinlenip eğlenmesi, ucuz ve sağlıklı ürünleri alabilmesi olanağı sağlanmıştır. Sergilenen bu yaklaşım ve atılan adımlar; eskisinden farklı, yeni ve modern bir toplum yaratma doğrultusunda bütünleşik bir proje yürütmek bağlamında AOÇ nüve olma işlevi yüklenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün sık sık çalışmaları izlemek için gelmesi ve çalışmalara doğrudan katılması rastlantı olmadığı gibi, çalışmaları daha da yüreklendirmiştir. Çiftlikte üretilen ürünlerin işlenerek süt, yoğurt, reçel, bal, dondurma, şarap, bira gibi sağlıklı besinlere dönüştürülmesi ve halka ulaştırılması o dönemin koşullarında örnek ve önemli bir çabadır. Öte yandan hafta boyunca çalışanların barınma, temizlenme, eğitim, dinlenme olanaklarına kavuşması yeni bir yaşamı ifade etmektedir. M. Kemal Atatürk 1925 yılında kurmuş olduğu bu çiftliği 1937 yılında hazineye hediye ederken düzenlediği bağış mektubu dikkatle okunduğunda vasiyet niteliğinde olduğu görülecektir. Bağış mektubundaki “Çiftliklerin, yerine göre, araziyi ıslah ve tanzim etmek, muhitlerini güzelleştirmek, halka gezecek, eğlenecek ve dinlenecek sıhhi yerler, hilesiz ve nefis gıda maddeleri temin eylemek, bazı yerlerde ihtikârla filiî ve muvaffakiyetli mücadelede bulunmak gibi hizmetleri de zikre şayandır. Ziraat usullerini düzeltme, istihsalatı artırma ve köyleri kalkındırma yolunda devletçe alınan ve alınacak olan tedbirlerin hüsn-i intihap ve inkişafına çok müsait birer amil ve mesnet olacaklarına kani bulunuyorum. Bu kanaatle tasarrufum altındaki bu çiftlikleri, bütün tesisat, hayvanat ve demirbaşları ile beraber hazineye hediye ediyorum.” açıklaması, AOÇ projesini çok açık bir biçimde özetlemektedir.
AOÇ; sağlıklı besin maddelerini üretmede, köy kalkınmasına katkı sağlamada, dinlenme, eğlenme, spor yapma olanakları oluşturmada, modern toplum ve yaşam geliştirmede örnek ve simgesel bir görevi yerine getirmiştir.1937 yılında hazineye bağışlandıktan sonra AOÇ’nin yönetimi de değişikliklere uğramıştır. Önce Tarım Bakanlığına bağlanmıştır. Daha sonra ise Devlet Üretme Çiftlikleri (günümüzde TİGEM) bünyesine katılmış ve son olarak ise yarı özerk denilebilecek bir yapıda Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü olarak yönetilmektedir. 1950 yılında çıkarılan 5659 sayılı Kanun ile AOÇ arazi satışı yapılması için yasa çıkarma zorunluluğu getirilmiştir. 7.5.1998 tarih ve 5742 sayılı Kurul Kararı ile l. derece doğal ve tarihî sit alanı olarak belirlenmiştir. 2006 yılında AOÇ içinden geçirilecek yol, köprü gibi yapılar için plan yapmak, onaylamak konusunda Ankara Büyükşehir Belediyesine (ABB) yetki veren yasa çıkarılmıştır.
AOÇ NEDEN YAĞLANIYOR?
1938 yılında M. Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra AOÇ’nin yağması da başlamıştır. AOÇ’nin işlevi benimsenmemiş veya iyi anlaşılmamış olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Ankara çevresinde yapılması gündeme gelen fabrika, kamu binası, konut vb. yapılar için arsa gereksinmesini karşılamak üzere ilk olarak AOÇ akıllarına gelmiştir. Kısaca burası arsa deposu olarak görülmüştür. Kapitalizmin her şeye para ve kâr gözüyle yaklaşması anlayışını içselleştirmiş iktidarların AOÇ’ye bakışları da bu şekilde oluyor. Kapitalizm yalnızca emeği değil, doğayı da sömürmeyi amaçlar. Bu yüzden de otel, konut kooperatifi, fabrika, kamu yapıları, ticari yapılar vb. birçok amaç için AOÇ arazisi verilmiştir. Hemen hemen bütün iktidarlar bu görevi yapmışsa da 12 Eylül Darbesi döneminde işin boyutları artmıştır. Ancak şimdiki siyasi iktidar döneminde bambaşka bir çehreye bürünmüştür. AOÇ talan edilmekle kalmıyor yok edilmesi amaçlanıyor. AOÇ’nin yok edilmesi amacı yalnızca ucuza arsa sağlanması ile sınırlı değil, ideolojik olarak AOÇ yaklaşımını yok etmek ve bir anlamda da kuruluştaki Cumhuriyet anlayışını yok etmek istenmektedir. Özelleştirme ile bira fabrikası ve çimento fabrikası çok uluslu şirketlere geçti. AOÇ arazisi içinden doğu-batı ve kuzey-güney yönlerinde 8 şeritli yollar açılarak bütünlüğü parçalandı. En verimli topraklar üzerine Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından arıtma tesisleri yapılıyor ve adım adım yok ediliyor. Bunca yılın emeği ile yetiştirilmiş ağaçlar kesiliyor, binalar yıkılıyor. Bütün bu sayılanların üstüne ABD Elçiliğine arsa satma girişimi; utanmazlığın ulaştığı düzeyi göstermesi açısından anlamlıdır. Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Lozan’ı yıllarca tanımamış olan bir devlete AOÇ’den yer verilmesi ne demek? Olanakların kıt, yoksulluğun çok olduğu dönemde, fidanlık kurarak ağaçlandırmasını yapıp tozdan kurtulan başkent Ankara; bugün yurt dışından satın alınan fidanları dikmekle öğünülür duruma getirilmiştir.
AOÇ’Yİ KİM NASIL YÖNETİYOR?
Çiftlik öylesine kötü yönetilmiştir ki 1990 yıllarda Çiftliğe ait bazı tapular İstanbul’da sahaflarda bulunmuştur. 2011 yılında AOÇ yönetiminde bulunan 10 şube müdürlüğünden 8 tanesinin vekâlet yoluyla yürütüldüğü Sayıştay Raporu’na geçmiştir. Şube müdürlüğüne atama yapmadan vekâlet yoluyla yönetilmesinin bir amacı olmalıdır. AOÇ arazisi taleplerine itiraz edemeyen, sit derecesinin düşürülmesi uygulamalarını izlemekle yetinen; korumakla yükümlü olduğu kuruluşa sahip çıkamayan bir yönetim durumuna gelmiş/getirilmiştir. Bu yönetim tarımsal etkinlikleri en alt düzeye indirerek ve sembolik sayıda ürünün üretimi ile yetinir duruma gelmiştir. Hayvanat Bahçesi işlevini de ABB’ye devretmiştir. AOÇ halkın kolay ulaşabildiği, sıkça uğradığı, dinlenip eğlenebildiği bir yer olmaktan çıkarılmıştır. Ankara halkı için AOÇ; yoğurt, süt, dondurma, su pazarlayan bir kuruluşun markası; köfte, kokoreç, dönercilerin bulunduğu bir yöre olarak sınırlandırılmış durumdadır. Sanki AOÇ’yi halka tanıtmamak için özel bir çaba harcanmaktadır. AOÇ içinde kurulmuş olan müze buna bir örnek. Müze ziyaretine gidenler şarap ve tavukçuluk ünitelerinde eskiden kullanılmış gereçleri görebilirler. AOÇ konusunda (kim kurmuş, ne amaçla kurulmuş, ne zaman nasıl vb.) açıklayıcı yazılı bir bilgi edinemezler. Kuru bir bina ve araç görmekle yetinirler. Üstelik özel aracı olmayanların oralara gidip gelmesi çok zordur.
AOÇ’Yİ KURTARABİLİRİZ KURTARMALIYIZ.
AOÇ yalnızca Ankara’nın değil, Türkiye’nin ortak varlığıdır. Kamu varlığı niteliğinde olan öteki parkları, meraları, gölleri ve ormanları gibi önemlidir. Kuruluştaki amaçları günümüzde de geçerli olan amaçlardır. Bu amaçları gerçekleştirmek için halkın yararını, önceliklerini gözeten, düşüncesine önem veren bir yönetim oluşturulmalıdır. Toplumun gelecekteki gereksinmelerini de karşılayabilecek olan bu ortak varlığımızı para kazanma hırsıyla gözü dönmüş sermaye çevrelerinin insafına bırakmamalıyız.
Yararlanılan Kaynaklar
1- ÖZTOPRAK, İzzet Atatürk Orman Çiftliği’nin Tarihi, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 2006- Ankara
2- AFETİNAN, Kemal Atatürk’ü Anarken, ikinci baskı, 1956-Ankara
3- MİTHAT, A. , Ankara’da teşcir faaliyeti ve ormanlaştırma siyaseti başlıklı yazı, Orman ve Av Dergisi, yıl: sayı: 19, 1929-Ankara
4- SEV, Abdulkadir, Atatürk Orman Çiftliği, Devlet Denetleme Kurulu Başkanlığına sunulan Rapor, 2002- Ankara
[1] Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi