İKİ CEPHEDE SAVAŞ

29 Ağustos 2015 14:43
Okunma
1164
İKİ CEPHEDE SAVAŞ


Mehmet DEMİRKAN
 
Türkiye, bölgesinde iki terör grubuna karşı savaş açtı. Bu savaşlara ülkeyi, hayal dünyasında kurguladıklarını gerçeğe dönüştürebileceklerini düşünenlerle hegemonyalarını sürdürmek için herşeyi göze alabilecekler sürüklendi. 
Oysa sadece birkaç ay öncesine kadar bugün savaş açılan IŞİD'in de PKK'nın da faaliyetlerine, güvenlik güçleri durdurularak göz yumuluyordu. Hayal kuruluyordu; başta IŞİD olmak üzere muhalif gruplar Suriye'de Esad'ı devirecek, PKK terörü ise "çözüm süreci" denilen, ne olduğunu kimsenin bilmediği görüşmeler ve sonunda da açıklanacak mutabakatla sona erecekti. Sonuç felaket oldu.
Suriye'deki iç savaşa burnunu sokan Türkiye'yi yönetenler, bir zamanlar Şam'daki "Emevi Camii"nde cuma namazı kılma hayali kurarken şimdi ülkenin birçok camiinde terör kurbanlarının, şehitlerimizin cenaze namazları kılınır hâle geldi. 
 
"ÖFKELİ TÜRK, ARAP ve KÜRTLER"E KARŞI SAVAŞ
Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanıyken IŞİD için, "Radikal, terörize gibi bir yapı olarak görülebilir ama katılanlar arasında Türkler, Araplar, Kürtler vardır. Oradaki yapı, daha önceki hoşnutsuzluklar, öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu.” diyordu.
Bu yapı, 11 Mayıs 2013’te Reyhanlı'da, 19 Mart 2014’te Niğde'de bombalar patlattı. O zaman iş kolaydı. Bir algı operasyonu ile “Esad yaptı.” denildi. Ama devamı geldi. 
5 Haziran 2015’te Diyarbakır ve 20 Temmuz 2015’te Suruç…
Başbakan olan Davutoğlu bu kez “Esad yaptı.” diyemedi. Her şey ‘IŞİD’i işaret ediyordu. Yine de IŞİD denilmedi, Arapçadan devşirilen DAEŞ kısaltması kullanıldı. Ardından da IŞİD'e karşı ABD'nin yanında savaşa girildi.  
Peki ne olmuştu da Türkiye 180 derece dönmüştü?
7 Haziran AKP için büyük bir felaketti. Ne dış politikadaki fiyasko için uydurulan "değerli yalnızlık" acındırması ne de devletin bütün imkânlarını kullanması, girdiği seçimlerden tek başına iktidar olarak çıkmasına yetti AKP’nin. Kısa süren şaşkınlığın ardından hemen yeni bir oyun kurgulandı. “Her ne olursa olsun iktidar kaybedilmemeliydi.”
Uzun zamandır ABD ve Batı dünyası ile restleşen Ankara, yeniden mükemmel müttefik rolü üstlenmeye karar verdi. ABD Başkanı Obama’nın IŞİD’e karşı “küresel koalisyon” nezdindeki özel temsilcisi, Emekli General John Allen ve yardımcısı Brett McGurk, davetle derhâl Ankara’ya geldi.
Bir anlaşma yapıldı. Ayrıntılar gizli tutuldu, tabii Amerikalıların sızdırdıkları hariç. Buna göre, her şey tamamdı da Türk tarafı Erdoğan ve Obama arasında bir telefon konuşması yapılması konusunda çok ısrarcıydı. Bunu Hürriyet'in Washington temsilcisi Tolga Tanış yazısına taşıdı. 
Washington'dan gelen heyet ABD'ye döndükten 2 gün sonra, 20 Temmuz'da Suruç'ta IŞİD saldırdı. Bunun hemen ardından Erdoğan'ın sabırsızlıkla beklediği telefon geldi. Obama ile yapılan bu görüşmeden sonra sadece İncirlik değil, Diyarbakır, Malatya ve Batman'daki hava üsleri de ABD ve koalisyon uçaklarına açıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Çok farklı bir mücadelenin içine girmiş bulunuyoruz." diyordu.  
Varılan anlaşmaya göre Türkiye, IŞİD’in kontrolündeki bölgeleri vuracak; Mare-Carablus arasındaki 90 km uzunluğunda, 40 km derinliğindeki alan uçuşa yasak güvenli bölge ilan edilecek. Bu işin sadece hava saldırısı ile sağlanması imkânsız olduğuna göre kara operasyonları da yapmak gerekecek.
Bu hamle ile Türkiye, Kürtlerin hayalindeki Kobani ve Afrin kantonlarının birleşmesinin ve sınır boyunca PYD'nin bir kuşak oluşturmasının önüne geçti. Ancak büyük bedeller ödeme pahasına. Sınır ötesinde Türk askeri kafa kesen canilerin, yurt içinde de sivil halk uyunan IŞİD hücrelerinin hedefinde artık. 
Oysa hayalperest ve Dışişlerinin yıllara uzanan deneyimlerinden uzaklaşmış, olabilecekleri analiz etmekten mahrum zavallı bir dış politika izlenmeseydi bunların hiçbiri yaşanmayacaktı.
 
İKİNCİ CEPHE IRAK'A
Türkiye 24 Temmuz'u 25'ine bağlayan gece bir diğer cepheyi de Irak’ta açtı. Sabahın erken saatlerinden başlayarak Irak'taki PKK hedeflerini jetler, çok sayıda sorti ile bombaladı. Kandil ve çevresindeki uçaksavarlarla silah depoları vuruldu. Böylece Türkiye, 2011 yılından bu yana ilk kez PKK hedeflerini uçaklarla imha etti. 
Oysa yakın zamana kadar AKP hükûmetinin yetkilileri, Öcalan’la sürekli olarak görüşüyor,  hatta Kandil ile doğrudan pazarlık yapılması gerektiğini savunuyordu. Akil adamları ile halk buna ikna edilmeye çalışılıyordu.  Buna da "çözüm süreci" demişlerdi.
Bu süreç PKK/KCK'yı tahminlerden çok daha fazla büyüttü ve güçlendirdi. Çünkü 2,5 yıl boyunca silahlı bir örgütün güneydoğuyu ayrı bir devlet organizasyonunda yönetmesine bile göz yumuldu. Örgüt, mahkemeler kurdu, vergi aldı. Hatta askere alma ofisleri bile kurdu. 
Bütün bunlar defalarca raporlanmasına karşın; Ankara'dan, bölgedeki valiliklere gönderilen talimatlarda, bu sürece zarar verecek hiçbir faaliyette bulunulmaması istendi. AKP'nin valileri de bu emirleri koşulsuz yerine getirdi. 
Eli rahatlayan örgüt için yeni bir çatışma alanı vardı. Hem de büyük hedefler. Türkiye’deki silahlı adamlarını Suriye’ye kaydıran PKK burada PYD'ye dönüşerek devlet benzeri bir siyasi yapılanmaya girişti. Türkiye’de bazı kesimlerin neler olduğunu anlamaları ise ABD ve Batı dünyasının PYD'yi meşrulaştıran açıklamaları ile oldu. Silah ve teknik eğitim yardımı alan PKK/PYD, son dönemde ordulaşmaya ve devletleşmeye başladı. Örgüt ağır silahlara ve zırhlı araçları vurabilecek gelişmiş silahlara kavuştu. 
Bu arada PKK, AKP'nin bütün ısrarına karşın silahlarını bırakmayacağını söylüyordu. İşte böyle bir durumda HDP 7 Haziran'daki seçimde  %13,1 oranında oy alarak inanılmaz bir başarıya imza attı. Ancak figüran olmanın ötesine geçemedi.  Durum öyle bir hâle geldi ki Suruç'taki saldırının ardından KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, “Halkımız meşru savunma örgütlenmesini ve bilincini de geliştirmeli. Bu sadece askerî güçlerin büyütülmesi temelinde değil, halk olarak meşru savunmasını geliştirmeli. Tüm halkımız silah almalı, bu temelde kendini eğitmeli ve örgütlemeli. DAIŞ ve sömürgeci tüm güçlerin her türlü saldırısına karşı köylerde, kentlerde, mahallelerde yer altı sistemi, tüneller, mevzi sistemi geliştirmeli. Köyünü, kentini mahallelerini terk etmemeli, yaşam olacaksa da kendi topraklarında, ölüm olacaksa da kendi topraklarında olmalı.” dedi. Sonrasında da PKK’ya müdahale ile çatışmalar başladı.  
 
PKK TERÖRÜ İLE MÜCADELE
Yıllar bize öğretti ki F-16’ların sınır ötesinde dağı taşı bombalaması ile sonuç alınamıyor. Her şeyden önce örgüt, hava operasyonlarını tepesine bomba yağmadan haber alabiliyor. Amerikalılar ve Kuzey Irak'taki unsurlar PKK'yı bilgilendiriyor. Örgüt üyeleri derhâl vurulması güç sığınaklara çekiliyor. TSK’nin envanterinde de ABD'nin Afganistan'da mağaralarda saklanan el-Kaide ve Taliban militanlarına karşı kullandığı akıllı bombalardan ne yazık ki yok.
PKK teröründe asıl mesele Kandil'den ziyade Türkiye sınırlarının içi. Örgüt bundan sonra adam kaçırabilir, polisi veya askeri öldürebilir, şehirlerde bomba patlatabilir. 
Bu arada içler acısı bir başka konu var. Güvenlik güçlerinin yetersizliği ve moral çöküntüsü... Binbir türlü kumpas ile komutansız bırakılan bir ordu. Paralel yakıştırması ile Emniyette yeri değiştirilen 50 bin dolayında polis. Asıl yapması gereken dışında, "paralel" diye tanımlanan ancak kimlerden oluştuğunu bir türlü anlayamadığımız suç örgütünün peşine düşürülen, MİT.
Şimdi bütün bu yaşanılanların sorumluları gayet pişkin, “Birbiriyle çatışan iki terör örgütü Türkiye’yi hedef almıştır.” diyor.
Gerçekten de sözün bittiği yerdeyiz. Bununla birlikte şimdi ellerimizi açıp, kafa kesen cani ve hainlere karşı savaşan yiğitlerimiz için dua zamanı. Hepsi Allah'a emanet olsunlar.