Okunma
1355
İbrahim Kaan ERTEN
Duygularımız ve bunun etkisindeki davranışlarımız, biz fark etmesek de hayatımızı yönlendirmekte. Psikologlara göre davranışlarımızı, doğduğumuz günden, yaşadığımız son ana kadar süregelen birtakım alışkanlıklarımız belirliyor.
İlk insanın izlerine rastladığımız mağara dönemlerinden bugüne kadar geçen süreye baktığımızda insanoğlunun, hayatta kalmak ve onu sürdürebilmek için gruplar hâlinde yaşaması gerektiğini öğrendiğini, ardından da eğer mümkünse bu grubun etkin bir üyesi olmaya çabaladığını görüyoruz. Gruplar üyelerinin karakterlerine göre biçimlendi.
Farklı karakterlerdeki bu gruplar doğal olarak ortak paydada buluşamadı. Sonuç çatışmaydı. Kimi zaman kendini korumak, çoğu zamanda diğer grubu yenerek üstünlük sağlamak için mücadele başladı.
Bu grupların mücadelesi tarih boyunca, çok kanlı savaşlara dönüştü. İnsanoğlu karşı grubu yenme duygusuna, ne yaptıysa engel olamadı. İçgüdüleri ile hep üstünlük kurmak istedi. Savaş alanlarının kanlı tabloları bir utanç abidesi gibi yükselirken üstün olma dürtüsü daha insanca bir biçime evrildi.
İşte bu mücadelenin ete, kemiğe ve tere büründüğü hâllerinden biri, futbol…
Duyguları alabildiğine tavan yaptıran bu basit oyun, deyim yerindeyse insanoğlunu çıldırttı. Şu anda 200’ün üzerinde ülkede, 250 milyonu aşkın insan bu oyunu oynamakta. Üstelik bu 250 milyon kişiyi milyarlarca da insan izlemekte.
Durum böyle olunca oyun, oyun olmaktan çıktı.
Son dönemde futbol öyle bir hâle büründü ki sahaya çıkan sporcular, maçı izleyen seyirciler bütün varlıklarını bu oyuna yansıtmaya başladı. Sosyal sıkıntılar, ülkeler arası problemler müsabaka sırasında kendini göstermeye başladı. Başarı veya başarısızlıklar toplumsal sorunlarla eş değer hâle geldi.
Tribünler ve ekranlarda futbol maçlarını izleyen milyarlar. İşte asıl fırtına orada kopuyor. Futbol tutkunları kendini içinde olmak istediği birçok role futbol aracılığı ile sokuyor.
Teknik direktör ya da antrenör olup (Biçilen rol: Lider, komutan.) müsabaka sırasında antrenörün sahaya çıkarttığı takımı, oyun içerisindeki müdahalelerini onaylayarak veya eleştirerek kendisini onun yerine koyuyor.
Futbolcu olup (Biçilen rol: Savaşçı.) yaptığı hareketleri onaylayarak beğenerek veya "Orada ben olsaydım o hareketi şöyle yapardım." diyerek kendini sahada hissediyor.
Hakem olup (Biçilen rol: Hâkim veya adalet dağıtıcısı.) hakemin verdiği kararlar hakkında yorum yaparak doğrunun ne olduğunu söylüyor, böylece kendisini adalet dağıtıcısı sanıyor.
Seyirci olup (Biçilen rol: Vatan sevgisi gibi aynı amaç için karşılıksız bir sevgiyle bağlı olduğu ve tanımadığı grup.) bu grupla beraber başarı ve üzüntüyü yaşayarak savaşma ve kazanma güdüsünü yaşıyor.
İşte bu ruha bürünmüş futbol fanatikleri için yeni bir sezon daha başlıyor.
Türkiye'de 2015-2016 futbol sezonu 14 Ağustos'ta başlıyor, şimdiye kadar yaşanmamışlarla.
Örneğin Arda Turan, efsane takım Barcelona'ya transfer oldu. Barcelona'nın aldığı ceza sebebiyle 6 ay takımla sahaya çıkamayacak olsa da büyük başarı. Bunun Türkiye'ye yansıması ise çok çarpıcı. Galatasaray taraftarları olayı büyük bir coşku ile bire bin katarak anlatırken Fenerbahçe ve Beşiktaşlılar suskun. Ya da yarım ağızla gururlandıklarını filan söyleseler de içlerinden geçenler, müstehzi bir ifade ile yüzlerine yansıyor.
Diğer taraftan dev transferler. Özellikle gözler Fenerbahçede. Hocasının yanı sıra, kadrosunu neredeyse tamamen değiştiren Fenerbahçenin ne yapacağı gerçekten merak konusu…
Buna karşın ezelî rakipler Galatasaray ve Beşiktaşın transfer yapma imkânları kısıtlı. Boğazlarına kadar borç batağındalar. UEFA kriterlerine uymaları gerekiyor. Yani ancak futbolcu satmaları gerekiyordu ki transfer yapabilsinler.
Galatasaray idari bir felaket yaşarken Beşiktaş yılan hikâyesine dönen bir stat projesiyle boğuşuyor.
Hükûmet, Beşiktaşı stat projesinde her fırsatta bir yerden sıkıştırıyor. AKP ve uzantıları, teslim olmayan isyankâr ruhtan öç alma dürtüsüyle hareket ediyor.
Yönetim çırpınıp duruyor ama iktidara tam anlamıyla biat etmediğiniz sürece bu ülkede önünüze mutlaka aşılamayacak engeller çıkartılıyor. Hele ki kendini çaresiz hisseden kitlelere dik durulması gerektiğini hatırlatan, "biraz haysiyet biraz gurur" diyen "ÇARŞI" gibi bir olguyu içinizde barındırıyorsanız.
Dönelim lige. 2015-2016 sezonunda yabancı oyuncu sınırlaması yok.
Spor medyasının abartmasına karşın, Fenerbahçe dışında takımlar oyun karakterlerini tamamen değiştirecek transferler yapmadı.
Antalyaspor dünya yıldızı Eto'o’yu getirse de yaşlı sayılabilecek bir futbolcu transferi, küçük çaplı bir varlık hissettirme hamlesi olarak değerlendirilebilir.
Türk futbol tarihine baktığımızda birçok futbol kulübünden flaş çıkışlar görüyoruz. Özellikle üç büyüklerde... Ancak büyük transferlerle başlanan birçok sezonun hüsranlarla sonuçlandığını da… Ardından nasıl kelleler alındığını da.
Ancak futbol, adı üstünde bir oyun. Üstelik zenginlerin oyunu... Futbolun klişesi, "Kazanmak da var, kaybetmek de." lafına rağmen her hamle rakipleri ezmek üzerine kurulu.
İşin garip tarafı, bu savaşta hemen herkesin nasıl başarılı olunacağına dair mutlaka bir öngörüsü var.