ESAD FETİŞİZMİ

28 Mayıs 2015 17:47
Okunma
1198
ESAD FETİŞİZMİ


Mehmet DEMİRKAN
 
Türkiye bir felakete doğru sürükleniyor. Öyle bir felaket ki Orta Doğu'daki vekâlet savaşının merkezi hâline gelen Suriye bataklığında kaybolacak. Suriye, şu anda acımasız ve akıl dışı mezhep savaşının sürdüğü bir alan. Üstelik bu savaş vekâleten sürdürülüyor. Vekâlet savaşının bir yanında İran ve Şiiliğin bütün uzantıları, diğer tarafta ise Suudi Arabistan önderliğinde Selefi-Vahhabi oluşumlar bulunuyor.
Ne yazık ki Türkiye'nin tek adamı da fetişizme dönüşen Esad takıntısı ve uluslararası tecritten kurtulmak düşüncesiyle ülkeyi Suudi Arabistan'ın kuyruğuna takmış durumda. Aslında çok hazin bir tablo bu… Bir yanda Osmanlının torunları olmakla övüneceksiniz, diğer tarafta  Osmanlıyı İngilizlerle el ele vererek sırtından vuran Vahhabilerle kucak kucağa görüntü vereceksiniz. Gerçekten de atalarımızın kemikleri sızlıyor.
 
İÇ SAVAŞTA YENİ BOYUT
Suriye'deki vekâlet savaşı yeni bir sürece evrildi. Değişen dengelerle yeni birliktelikler gün yüzüne çıktı. Bunlardan en çarpıcısı, büyük abi Suudi Arabistan ile onun eteğine sarılan Katar ve ne yazık ki Türkiye. Peki bu nasıl oldu?
Eskisi ölünce yeni kral Salman, Suudi Arabistan için tehdit algılamasını değiştirerek hedefe İran'ı koydu. Derhal, İran’ın etkin olduğu kendisi için büyük tehlike oluşturabilecek, arka bahçesi olarak gördüğü Yemen’e saldırdı. Başını ABD'nin çektiği uluslararası kamuoyu da bütün ikiyüzlülüğüyle Suudilerin yanında yer aldı. Kral, Sünni bir blok oluşturmak istiyordu. Tabii Türkiye bu anlamda bulunmaz bir nimetti. Kral Salman, Riyad'ın kapılarını Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açtı. Uluslararası alanda tecritteki Erdoğan da kendisine açılan kapıdan büyük bir heyecanla girdi. Pazarlık açıktı. İran'a karşı Sünni ittifakını oluşturmak ve Şiilerin etkin olduğu alanlarda varlık göstermek. Doğal olarak bu alanların içinde Suriye de vardı. İşbirliği hemen alana da yansıdı. Şam rejiminin elinde olan İdlib ve Cisr el-Şugur düştü. Son dönemde kontrolü sağladığı yönünde bir algı yaratmaya çalışan Esad yönetimi ağır bir darbe almıştı.
Suriye'nin kuzeyinde Nusra ve Ahraru’ş-Şam'ın bir araya gelerek oluşturduğu Fetih Ordusu etkin olmaya başladı. Bu gücün Türkiye tarafından desteklendiği ortaya çıktı. Güney cephesinde ise Suudi istihbaratının kontrolündeki İslam Ordusu çatışmaları yönlendirmeye başladı. Şam yönetimi yeniden kıskaca alındı.
Tam bu sırada Suriye'den ilginç bilgiler gelmeye başladı. Türkiye ve Suudi Arabistan'a İsrail destek oluyordu. Özellikle Nusra'nın önünü açacak bazı operasyonlar yapan Mossad'ın faaliyetleri, Birleşmiş Milletler raporlarına yansıdı.
İşte böylesi bir ortamda Esad'a yeniden ömür biçilmeye başlandı. Daha önce “Esad’ın gitmesine aylar değil haftalar kaldı.” diyen dönemin Dışişleri Bakanı, şimdinin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, İdlib düşünce “Esad, Şam’dan Lazkiye’ye geçecek gibi.” dedi.
Ama bugüne kadar yaşananlardan hâlâ hiçbir ders çıkartılmadığı bir kez daha anlaşıldı. Devreye Suriye'yi yalnız bıraktığı iddia edilen Rusya, İran ve Hizbullah üçlüsü girdi. ABD Dışişleri Bakanı Kerry ile Rus mevkidaşı Lavrov'un Soçi'deki temaslarının ardından dengeler yine değişti. Suriye ordusu büyük bir katliama başladı. Ülkenin kuzeyinden yine binlerce ölüm haberi geldi. Bu sırada bölgede kimyasal silah kullanıldığı iddiaları yükseldi. Kalamun bölgesi tekrar Şam rejimini kontrolüne geçti.
Tam bu sırada Türkiye'de bir haber kulislerde bomba etkisi yarattı. CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin, ona “daha önce de bilgi veren güvenilir bir kaynağından” Türk ordusunun “iki gün içinde Suriye’ye gireceğini” duyduğunu açıkladı. Bir de üstüne Genelkurmay Başkanı rapor alınca, siyasi kulisler “Acaba Suriye'ye girmemek için mi izne ayrıldı?” sorusu ile çalkalanmaya başladı.
Bu arada yurt dışı kaynaklı bir haber bütün bu olanlarla eş zamanlı olarak servis edildi. Suudi Arabistan finansmanı ile Türk askerinin Suriye'ye gireceği iddia ediliyordu. Detaylara göre, Suudiler ABD'yi ikna etmiş, kurtarılmış bölgelere koruma kalkanı oluşturma konusunda anlaşmaya varılmıştı.
İşte bu haberlerle Ankara'da tansiyon yükselirken Obama, Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri temsilcilerini Camp David'de topladı. Oradan verdiği mesaj yine Ankara'da bazılarının hevesini kursağında bıraktı. Obama "Suriye'de bütün aşırılık yanlılarına karşı ılımlı muhalifleri güçlendirmeye devam etmeye ve Beşşar Esad'ı içermeyen, bütün Suriyelilere hizmet eden kapsayıcı bir hükûmete doğru müzakere edilmiş bir geçişi başarma çabalarını artırmaya bağlılığımız sürüyor." dedi. Bu söyledikleri daha önce yaptığı konuşmalardan bir adım bile ötede değildi. Obama'nın ılımlı muhalifleri güçlendirme dediği şey, 19 Şubat'ta Türkiye ile ABD arasında imzalanan eğit donat anlaşması. ABD ordusu bu çalışmayı Ürdün'de de yapıyor. Ancak bu konuda da büyük çelişkiler var. Ankara hedef Esad diyor. Washington ise her defasında Ankara'yı yalanlayarak hedef IŞİD diyor. Bu görüş ayrılığının sahaya dökülmüş birçok durumu var aslında. İşte bir örnek:
"ABD Özel Harekât Birliği, Suriye'nin doğusunda düzenlediği bir operasyonda IŞİD liderlerinden Ebu Sayyaf'ı öldürdü."  Bu olaydan sonra açıklamayı Savunma Bakanı Ash Carter yaptı.  Sayyaf IŞİD'in askerî operasyonları ile finansal konulardan sorumluydu. Ash Carter, konuşmasında birşeyi daha vurguladı. "Operasyon öncesinde Şam yönetimi bilgilendirildi."
Bu açıklamada dikkat çekici iki unsur var. İlki ABD yönetiminin derdi: IŞİD. İkincisi Washington Şam yönetimini hâlâ muhatap olarak görüyor.
 
SURİYE'DEKİ İÇ SAVAŞI KÖRÜKLEYENLERİN BÜYÜK GÜNAHI
"Orta Doğu'da uçan kuştan haberdar oluruz." diye çıkılan Suriye macerası büyük hüsranlarla sürerken politika üreticiler bir yandan da büyük suç ve günahlar işliyor. Suriye'deki iç savaşta taraf olduğundan bu yana Türkiye’nin bir savaş uçağı Doğu Akdeniz sularında düşürüldü. Suriye tarafından ateşlenen top mermisi Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesine düştü.  2013’te Cilvegözü Sınır Kapısı’na düzenlenen bombalı saldırı, sınırda yaşanan en büyük terör saldırısıydı. Ardından Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde gerçekleştirilen daha büyük terörist saldırı geldi. Musul Konsolosluğu’ndaki 49 kişi haftalarca IŞİD’in elinde rehin kaldı. Sonunda da başarı diye yutturulmaya çalışılan ama Türk insanında büyük utanca yol açan Suriye sınırları içindeki Süleyman Şah Türbesi tahliye edildi. Ancak asıl büyük günah, iç savaşı körüklerken işlendi. Yüzbinlerce insan ölürken milyonlarca masum Suriyeli mülteci duruma düştü.
Resmî rakamlara göre, iç savaş sebebiyle ülkesini terk ederek sığınmacı durumuna düşen 3 milyon 900 bin Suriyeliden 2 milyonu Türkiye’de yaşıyor. Gayriresmi rakamlar ise bunun çok üstünde. Suriyeli sığınmacıların sadece 270 bini barınma merkezlerinde kalırken, geri kalanların Türkiye’nin bütün illerine yayıldığı ve sefalet içinde yaşadıkları herkesin malumu. Harcanan para ise bugüne kadar 6 milyar dolar civarında.
Türkiye çaresiz. Bu ülkenin insanları, kendine sığınanlarla ellerinde avuçlarında ne varsa paylaşıyor. Hiç kimse çıkıp izledikleri politikalar sebebiyle felakete sürükledikleri mültecilere yardım yapmakla övünenlere, "Bu paralar sizin değil, bizim cebimizden çıkıyor." bile demiyor.
Bugüne kadar yaşananlar uluorta gün yüzündeyken masum insanları sefalete sürükleyen iç savaşı körükleyenler hâlâ ders almış değiller. Hâlâ kirli işbirlikleri ile savaşı iyice kızıştırıp sonunda saplantı hâline getirdikleri Esad'ı devirmeyi hesaplıyorlar. Böylece başarı hanelerine yazılacak bir zafer hayal ediyorlar. Bir yanda besledikleri canilerin, diğer yanda Esad ordusunun canlarına kıydığı; evlerini, ailelerini kaybeden milyonlarca masum insanın onlar nezdinde hiçbir değeri yok. 
Bu tablonun sorumlularının ne ellerine bulaşan kandan ne de işledikleri büyük günahlardan kurtulmaları mümkün değil.