DEVLET BAHÇELİ: HESAPLAŞACAĞIZ AMA HELALLEŞMEYECEĞİZ
Ahmet Deniz AĞCA
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Hesaplaşma teklifimizi yineliyorum. Hatta hodri meydan diyorum. Hesaplaşacağız ama helalleşmeyeceğiz." dedi.
Bahçeli, 4 Haziran 2024 günü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, şunları söyledi:
“Türkiye’nin bir tehdit sarmalında olduğu aşikârdır. Ekonomik abluka, diplomatik kuşatma, siyasi yıldırma ve teçhiz edilen kara kampanyalarla sonuca gitmek isteyen iç ve dış husumet kampının yakın hedefi Milliyetçi Hareket Partisi, Ülkü Ocakları ve Cumhur İttifakıdır. Menfur saldırıların asıl maksadı ve esas içyüzü gözümüzden kaçmamaktadır. Bir ayağı yurt içinde, diğer ayağı da yurt dışında bulunan meşum operasyonların kumanda merkezinde Milliyetçi Hareket Partisi ile Cumhur İttifakının stratejik meşguliyetini sağlamak, enerjilerini içe dönük harcamasını temin etmek yer almaktadır. Şayet kısır ve sığ gündemlere biteviye sürüklenirsek, terör devleti inşasının mesafe alması, PKK/YPG/PYD’nin manevra alanını genişletmesi, siyonizme koruma kalkanı işlevi görecek nevzuhur garnizon devletinin zamanla ortaya çıkması mukadderdir. Bununla ilişkili olarak, Türkiye’nin millî mukavemetini kırmaya, Cumhur İttifakının müteyakkız siyasetini örselemeye yönelik çok aktörlü, çok katmanlı, çok boyutlu provokasyon ve saldırı mekaniği gittikçe hız ve derinlik kazanmaktadır. Sahnelenen oyun karanlıktır, oyun uşakları kurnazdır, tehlike bölgesel ve küresel mahiyetlidir. Bu nedenle Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları aleyhine tedavüle sokulan karanlık senaryolar artan dozajlarla ilerletilmektedir. Yargıya intikal etmiş bir cinayet davasında partimizin ve Ülkü Ocaklarının suçlanması, hatta dâhilde ve hariçte Ülkü Ocaklarına suç örgütü gölgesi düşürmek için kolları sıvayan ajan ve provokatörlerin sırtının sıvazlanması tesadüf değildir. Hepsini biliyoruz hepsini takip ediyoruz, verilmeyecek bir hesabımızın olmadığını cümle âlemle paylaşıyoruz. Ancak özellikle altını çizmek isterim ki, 55 yıllık mazimizin damıtılan şuuruyla, devleşmiş mücadele ruhuyla dostumuzu da düşmanımızı da tefrik edecek karakter hamdolsun bizde vardır, tetiktedir, teyakkuzdadır ve buradadır. 27 Mayıs 2024 tarihinde, Kızılcahamam Ülkücü Şehitler Anıtı’nda yapmış olduğum konuşmada şöyle demiştim: ‘Yeni yüzyılda, ülkemizin huzur, barış ve güvenliğinin sağlam esaslara bağlanması adına, maskelenmiş menfur yüzlerin deşifresi amacıyla, bunun yanı sıra elinde ve vicdanında Ülkücü kanı taşıyan alçaklarla kesif bir hesaplaşmayı buradan teklif ediyor, buna da hazır olduğumuzu açıklıyorum.’ Hesaplaşmaya hazırız, hesaplaşmadan kaçmayız, hesap soracak yüreğe ise sahip olduğumuzu hiç kimsenin yabana atmamasını bekliyor, aklından çıkarmamasını temenni ederiz. Başkaları için küçük, bizim için çok önemli bir ayrıntı da şudur: Hesaplaşacağız ama helalleşmeyeceğiz. Bugüne kadar sessiz kalışımız Ülkücü katillerini unuttuğumuz anlamına asla gelmemelidir. Dün kanımızı dökenlerin bugün sözde mahkeme kurup Ülkücü müdafaasına tevessül etmeleri utanmazlığın sınır tanımadığına acıklı bir örnektir. Ülkücüyü, Ülkü Ocaklarıyla ayrıştırmanın, dahası terörle ilişkilendirmenin zillet ve kâbus dolu düşünü kuranlar eninde sonunda mahcup ve mağlup olacaklardır. Bize hazırlanmış bir iddianameyle ilgili olmadık lafı edenler her şeyden önce ellerine ve vicdanlarına bulaşmış Ülkücü kanlarını temizleyecek edep ve onuru gösterebilmelidir. Bizim hiç kimseden öğrenecek veya duyacak bir şeyimiz yoktur. İlk silahı çekenlerin ilk mermiyi atanların, Türkiye’yi Marksist-Leninist uçuruma itmek için her ilkelliği tatbik edenlerin binlerce dava arkadaşımızın kanına girdiğini yaşayarak biliyoruz ve onlarla, onların izinden yürüyenlerle her seviyede hesaplaşmaya hazır olduğumuzu üstüne basa basa açıklıyoruz. Gazeteci-Yazar Merhum Metin Toker’in, 1970’li yılların başında, kaleme aldığı ‘Solda ve Sağda Vuruşanlar’ isimli kitabında anlatılan bir anekdot vardır ve şöyledir: ‘Bundan bir süre önce, henüz politikacıların Türkiye’deki bunalıma kendi aralarında çare aradıkları günlerde Cumhurbaşkanı Sunay ile CHP Genel Başkanı İnönü bir görüşme yaptılar. Sunay memlekette olup bitenleri anlattı. Bilhassa sol cephede cereyan eden olaylardan şikâyet etti, Dev-Genç’ten bahsetti. Sağ hakkında fazla bir şey söylemedi. Onun üzerinde durmadı. Cumhurbaşkanı Dev-Genç deyince ve İnönü’nün hassas olduğu sağ tehlikeyi geçiştirince CHP Genel Başkanı, bir de Ülkü Ocakları var, dedi. Sunay onlar hakkındaki mütalaasını şöyle belirtti: Canım onlar komünizme karşı mücadele eden çocuklardır.’ Merhum Toker, damadı olduğu İnönü’nün kısmen yanlış düşündüğünü yazmıştı. Boykot da işgal de bir sözlerinin patenti İnönü’ye aittir ve bu açıklamayı takip eden yıllarda Maocu, Marksist-Leninist militanların kanlı eylemleri hem milletimizi hem de dava arkadaşlarımızı hedef almıştır. 1968 yılının Ocak ayında Paris’te patlak veren, 3 Mayıs 1968’de daha da şiddetlenen öğrenci olaylarının bize yansıması çok vahim düzeylerde yaşanmıştır. Milliyetçi-Ülkücü Hareketi geçmişte haksız yere suçlayıp hunhar saldırılarla iradesinden, istikametinden, inancından ve davasından caydırmaya azmedenlerin, bugünkü siyasi ve ideolojik uzantılarının bir cinayet davası üzerinden MHP ve Ülkü Ocakları düşmanlığını güncelleme teşebbüsü aşağılık bir tertibin, alçak bir tezgahın, dış bağlantılı bir kumpasın varlığına işaret değilse acaba nedir? 12 Eylül öncesi yarım kalan mücadeleyi şayet tamamlamak için gün sayanlar varsa, ben de diyorum ki, sizden korkan sizin gibi olsun, yolundan dönen namert olsun, davasının onurunu savunmayan şerefinden mahrum olsun. Hesaplaşma teklifimizi yineliyorum. Hatta hodri meydan diyorum. Hasbelkader bir ara partimizde yer alsa da şimdilerde neyin hesabı, ne hesaplaşması diyerek ileri geri konuşan çürüklerin vakti saati geldiğinde ipliğini pazara çıkarmak, ne kadar ahlaksız olduklarını deşifre etmek davamıza vefa borcumuzdur. Kurdun boynuna tasma geçmez, geçerse itin boynuna geçer. Aramızda açık hesap olanlar sanmasınlar ki kapandı defterler, tek tek yazdık her birini bir sayfaya, günü geldiğinde iyi ya da kötü muhakkak ödenecek bedeller. Elbette dili başka kalbi başka; gecesi başka gündüzü bambaşka olan densiz ve dengesiz zihniyetlere benzemedik, benzeyemeyiz. İş birlikçi ve iradesiz siyasetçiler gibi olmayız, olamayız. Türkiye’mizi yaşasın ile kahrolsun nidaları arasına sıkıştıramayız. Ya göründüğümüz gibi davranmak ya da olduğumuz gibi görünmek bizim yegâne şahsiyet özelliğimizdir. Düşündüğü gibi yaşayamayan, pekâlâ yaşadığı gibi düşünür. Söz ustası, şairlerin üstadı merhum Necip Fazıl Kısakürek’in, ‘yaşamıyor gibi yaşayanlar’ tabiri bahse konu bu uyumsuz ve tutarsızlığın adeta izharı ve ihbarıdır. Türk fikir ve edebiyat hayatının mütevazı çığlığı olan merhum Sezai Karakoç’un, ‘açılmış kalplerin önüne geleceğin sayfaları’ sözü, bir yönüyle ne yapacağını bilen, nasıl yapacağını bilen, niçin yapacağını bilen şuur sahibi dava insanları için söylenmiş gibidir. Birbirini takip eden ney ile sema gibi, birbirini tamamlayan besmeleyle şükür gibi, biri olmadan diğerinin araz kaldığı âşık ile maşuk gibi, birbirinin ayrılmaz kader ortağı olan ay ile yıldız gibi, Ülkücü’yü ülküsüyle kenetleyen sahip olduğu şuurudur. Yılgınlığı ve çılgınlığı bertaraf eden bu şuur, yine Sezai Karakoç’un işaret ettiği gibi, yağan yağmurlarla sular altında kalan tahtayı gürül gürül yakan irfan ve irade ateşidir. Tehir edilmiş, müsveddeye çekileceği zannedilmiş, oysaki her anı mazinin kayıtlarına geçen hayat yolculuğunda tomurcuk kaygısı taşımayan bir ağacın odun olmaktan başka seçeneği yoktur. Milliyetçi-Ülkücü Hareketin serdengeçti yüreklerinin, 55 yıl önce yola çıkarken mutlak surette tomurcuk derdi vardı. Velakin yeşillenen yapraklarımız kimi zaman sararıp düştü. Kuruyup sararan bu yaprakların akıbetini rüzgârlar tayin etti. Bazıları kapıyı sert çekip gittiğinden dönmeye yüzleri kalmadı, bazıları meçhule açtıkları yelkenler yırtılınca ıssızlığa mahkûm oldu. Kimi zaman da sapı gövdemizden yapılan baltaların darbesine maruz kaldık ancak geldiğimiz bu aşamada tıpkı bir çınar gibi Türk milletinin vicdanında kök salmasını çok şükür başardık. Doğduğu günden buyana ruhlarına hâkim olan dondurucu soğukların esareti altında bulunanların gün geldi sinsi hesapları bozuldu, kötü niyetleri çığ gibi üzerlerine düştü. Yine aynısı olacak yine aynı mücadele onuru gösterilerek camiamız etrafında pusu kuranlar hayal kırıklığına uğratılacaktır. Pirinç tanelerinin içindeki beyaz taşları biteviye ayıkladık ama bunlar fırsat bulup bizi ayıramadılar, buna da güç yetiremediler. Davamız ağırdır, önüne gelenin omuzlayıp kaldırması imkânsızdır. Davamız zordur, ucuz yollardan menfaat umanların harcı değildir. Davamız Türklüğün davasıdır, Türk milletinin davasıdır, kaynağını Türk-İslam ülküsünde bulan Türk milliyetçiliği davasıdır. Nitekim davamız mazlumların davasıdır, gariplerin davasıdır, Allah’ın davasıdır. Şehitlerimiz ve gazilerimiz kurşun gibi ağır dönemlerin tanığıdır. Menfur ve melun emel sahiplerini uyarıyorum, kutlu davamız sonsuza kadar da duayla koruma altındadır. Şiir ve makalelerine Türk tarihinin ve Türk milletinin ülkülerini tıpkı bir mimarbaşı gibi iliştiren merhum Hüseyin Nihal Atsız’ın aynen vurguladığı gibi, ‘Bilsin cihan ki, ben bu cihanın nesindeyim, bir ülkü mehabetinin zirvesindeyim.’ Ne mutlu bu zirvede bağdaş kurup oturanlara, hatta âlemi kurt bakışlarıyla ihata edenlere. Ne mutlu davasından ödün vermeyen, üstelik övünç madalyası gibi Türk-İslam coğrafyalarının boynuna asılı duran Ülküdaşlarıma. ‘Ne mutlu Türk'üm diyene!’ ne mutlu Ülkücü olanlara.”