GÖNÜL COĞRAFYAMIZ KUDÜS’TE BİR YİĞİT; EL-MELİKÜ’L-MUAZZAM “ATSIZ”

11 Mart 2024 13:06 Serap Şule YAVUZ KALIN
Okunma
5
GÖNÜL COĞRAFYAMIZ KUDÜSTE BİR YİĞİT; EL-MELİKÜL-MUAZZAM “ATSIZ”

GÖNÜL COĞRAFYAMIZ KUDÜS’TE BİR YİĞİT; EL-MELİKÜ’L-MUAZZAM“ATSIZ”

 

Serap ŞuleYavuz KALIN

Dil Bilimci, Sosyal Bilimci

 

De ki Yâ Râb bu Hüseyn'indir

Şu mubârek Habîb-i zî-şânın

Şu kefensiz yatan şehîdânın

Kimi Bedr-in kimi Hüneyn'indir

Tazelensin mi kanlı yâreleri?

Mey dökülsün mü kabr-i eshâba?

Yakışır mı sanem bu mihrâba?

Haç mı konsun bedel şu mîzâba?

Dininin kalmasın mı bir eseri?

Âdem evlâdı bir takım cânî

Senden alsın mı sâr-ı şeytânî?

Namık Kemal/ Vâveylâ’dan…

 

Hiçbir devlet anlayışı Türkler kadar genişcoğrafyalar içerisinde yer tutup, kıtalar arası yolculuğunda gönüllerde bu denliyer edinmemiştir. Türkler tarih seyrini değiştirmekte derin rol oynamış ama gönüliklimiyle beraber, damarlarındaki asil kandan yansıyan maneviyatı da gittiği hercoğrafyaya anlatmış ve miras bırakmıştır. O sebepten bugün dahi kıtalar arası,milletlerarası yolculuklarda “Türk beklenendir.” cümlesi zihinleri vekalpleri süslemeye devam etmektedir. Türk’ün töresi ile çerçevelenen bu “gönülcoğrafyası” Türk devlet geleneğinin en büyük mirası olarak hâlen günümüzdede varlık göstermekte, bugünümüzdeki tavır ve hassasiyetlerimize ışık tutmaktadır. 

Türklerin gittiği, ulaştığı, bir vesile ilesancağının dalgalandığı her yerde özgürlük, hoşgörü, birlik, bütünlük fikirlerifilizlenmiştir. Sadece Türkistan coğrafyası ile sınırlı kalmayan Türkler; Çin,Hindistan, Rusya, Avrupa ve Afrika’da dahi gönül bağı ile kurduğu köprülerlebugün dahi kalpleri birleştirebilmektedirler. Bu birleşme günlük uluslararasıilişkiler ve milletlerarası münasebet ile asla açıklanamayan, tanımı gününşartları ile zaman zaman denk düşmeyen, bizlerde bıraktığı hissiyat ile hiçbirkavram ile karşılığı bulunmayan bir gerçekliktir. Tarih sahnesinin herdöneminde bulunduğu coğrafyaya adalet dağıtan, adaletle yaşamayı şiar edinen veTürk töresini eşsiz medeniyet anlayışları ile aktaran, geleceğe doğru uzanan elolup, geçmişe adını altın harflerle yazmış kadim bir topluluktur. Türk devletgeleneğinin hâkimiyet anlayışı, hükümdar ya da devleti yöneten hakanın Tanrıtarafından bağışlanmış vasıflarla var olduğu düşünülen “kut” anlayışıdır. Herne kadar seçilmiş kişiler olsa da belli karakteristik özelliklerle devletiyönetme kabiliyetinden bahsedilir.  BalasagunluYusuf Has Hacib’in yazdığı Kutadgu Bilig, 11. yüzyıldan günümüze gelen Türkedebiyatının ilk eserlerinden birisidir. Bu anlayış ile ilgili Yusuf Has HacibKutadgu Bilig’de şöyle bahsetmektedir; “Tanrı seni doğruluk için bu mevkiyegetirdi; haydi doğru ol ve doğruluk ile yaşa.” (Beyit: 5195). KutadguBilig’in birçok bölümünde uzun ömürlü bir yönetim için adaletle hükmetmek,zulüm yapmamak gerektiği belirtilmektedir. Dahası KutadguBilig’de Türk töresi dört ana düstur etrafında toplanmıştır. Bu düsturlar;

Könilik (adalet),

Tüzlük (eşitlik),

Uzluk (iyilik- Faydalılık) ve

Kişilik (insanlık ve hoşgörü) olarak belirtmiştir. [1]

Tüm bu hasletlerle donanmış olan Türk devletleri,devlet geleneğini gittikleri tüm coğrafyalarda göstermiş ve kanıtlamıştır. Hiçşüphe yok ki tüm hasletlerin temelinde hoşgörü ile çerçevelenen insani değerlerbulunmaktadır. Bu insani değerler Türklerin devlet kurma, yönetme, siyasi kabiliyetleri,teşkilatçılıkları ile birlikte birçok yabancı milletten kişinin de üzerindeuzlaştığı üstünlüklerdir. Fransız Türkolog Jean Paul Roux’un Türkleri anlatırken:“Kuzey ormanlarında çıkıp geldiler. Cesur, dağınık, marifetli ve henüz yolunbaşındaydılar. Önce bozkırlara, sonra Çin içlerine ve daha sonra da sonu başıbelli olmayan bir sel gibi batıya doğru yayıldılar. Kültürler arasında barış vehuzuru tesis ettiler.” cümleleri de bunu doğrular niteliktedir. Ya da 1823 yılındaYunanların Osmanlı Devleti’ne karşı isyanlarına bizzat katılmakgayesiyle Yunanistan’a giden, apaçık bir Türk düşmanı olan İngiliz Şair LordByron’ın “Kılıcı insafsız bir beceriyle kullanan Türk'ün eli, yendiğiinsanların yarasını sarmakta da ustadır.” sözleri de Türk’ün hasımlarıtarafından dahi kabul edilmiş merhametinin tescilidir. Yine İbn Battûta’nınseyahatnamelerinde bulunan; “Bolluk ve bereket Şam diyarında, sevgi vemerhamet ise Rum’da (Anadolu’da)!”[2]sözleri de geçtiğimiz yollara, dokunduğumuz gönüllere, kader birlikteliğiyaptığımız coğrafyalara sevgi ve merhamet taşları döşeyen bir milletolduğumuzun bir göstergesidir.

TÜRK’ÜN BELLEĞİ ve KUDÜS

Türk’ün bulunduğu, bir vesile temas ettiği hercoğrafyada, ülkede, toprakta hiç şüphesiz derin hafızalarla birlikte, tarihibirer bellek de mevcuttur. Aradan asırlar geçse de bu bellek kültürelhafızamızda ve hafızamızla birlikte yüreklerimizde de zamanı geldiğindeharekete geçmektedir. İşte bu bellek ile çerçevelenen ve gönül coğrafyamız içerisindemaneviyatımızla birlikte muhafaza ettiğimiz bir yer vardır ki orası da; KUDÜS’tür.

Cenabıallah’ın Kur’an-ı Kerim’de mübarek kıldığınıaçıkladığı ve son nebisi Hz. Muhammed’i (sav) İsra gecesi (Miraç Gecesi)[3] Burakisimli bineğe bindirerek götürdüğü Kudüs; bugünlerde siyonizmin işgalialtındadır. Bu işgal sırasında Hz. Peygamber’imizin ifadesiyle “kutsallıknispet edilmiş” (Allah’ın takdis ettiği) topraklara, o topraklarda meskûninsanlara, birçok dine ev sahipliği yapmış bir coğrafyada bulunan tüm tarihîeserlere ve ibadethanelerin de varlığına son verilmektedir.  Hiç şüphe yok ki Filistin sadece bir toprakparçası olarak değerlendirilemeyecek, bir halkın ya da coğrafyanın sorunuolarak görülemeyecek kadar geniş bir kapsama sahiptir. Bu kapsam içerisindeyıllar içerisinde gündeme geldiğinde, çokça yüreğimizin yandığı, roketlere,kurşunlara karşı sapan taşlarının mücadelesine tanık olduğumuz acılar olarakkarşımıza çıkmıştır. Meselenin yakıcılığı, yıkıcılığı ve 7 Ekim 2023 tarihindenitibaren had safhaya ulaşmış, dünyanın gözü önünde cereyan eden bir “soykırım”hâlini almıştır. Hiç şüphesiz İsrail’in hem tarih önünde hem insanlık önündehesap vereceği günler gelecektir. Dünya sahnesi içerisinde her ülkenin ve yaşayanher ferdin bu soykırıma karşı takındığı tutum da aslında kim olduğumuzun da cevabıolacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı, Lider’imiz Sayın DevletBahçeli Beyefendi’nin 17.10.2023 tarihli TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmadageçen: "Sanmasınlar sadece Kudüs, sadece Gazze İslam'dır, buralarındağı İslam'dır, taşı İslam'dır, kuşu İslam'dır, kurdu İslam'dır, havasıİslam'dır, toprağı İslam'dır ve koruyucusu Allah'tır." ifadeleride tam da takındığımız tutumu kavrar ve kucaklar mahiyettedir. Kudüs, tarihselsüreçteki manaları ve değeri ile haç ile hilalin, imanla inkârın, hak ilebatılın buluştuğu ve çarpıştığı, muhtelif zihinlerin müşterek toprağıdır.[4]

TÜRKİYE, SELÇUKLU ve KUDÜS

Türkiye ve Filistin arasında, İslamiyet ile oluşanmanevi bağların var olmasının yanında, gönül coğrafyamızın içerisine dâhilettiğimiz derin bir tarihî bağ bulunmaktadır. Çoğu zaman Osmanlı Dönemi’neatıfta bulunarak 1516 tarihinde Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferisırasında Osmanlı hâkimiyetine girdiğinden bahsedilse de Filistin ileilişkilerimiz Selçuklu Dönemi’nde başlamıştır, Türklerin Anadolu’ya girişi iledenk düşen tarihî bir bağımız mevcuttur. 1040’ta Büyük Selçuklu Devleti’ni kuranve kısa zaman zarfında İran, Irak topraklarına hükmeden Selçuklu beylerininöncelikli hedefleri Anadolu’yu fethederek kendilerine yeni bir yurt edinmek, dahasonra ise Mısır, Suriye ve Filistin’i fethederek İslam dünyasının siyasibirliğini sağlamaktı.[5] MalazgirtZaferi öncesi Suriye ve Filistin’e giren Nâvekiye Türkmenleri[6],komutanları Kurlu ve onun ölümünden sonra da Atsız Bey ile önemli işleryapmışlar, burada bir devlet kurmuşlardı. 1071 ile birlikte Türk-İslamdünyasında yeni bir dönemin başlangıcı sayılacak gelişmeler olmuştur. Alparslankomutasındaki Selçuklunun zaferi ile neticelenen Malazgirt Meydan Savaşı sonrasıoluşacak çok önemli değişikliklerin altyapısı oluşmuş, bölgenin kültürel,sosyal ve dinî yapısı değişmeye başlamıştır. Bizans İmparatorluğu’nun bölgedekigücünü kaybetmesi Hristiyanlığın da din olarak gerilemesi sonucunu doğurmuş,İslam hâkim din olmuştur. Selçuklu da Anadolu’daki bu hâkimiyetinisağlamlaştırdıkça Suriye ve Filistin’e doğru ilerleyip yerleşmeye, Şii doktrinesahip Şiî Fatımîideolojisini temelden sarsmaya başlamıştır.  Nizamiye Medreselerini kurarak eğitim vekültür alanında hamlelerle Mısır Fatımîler meselesi ile ilmî ve fikrî olarakmücadele etmiştir. [7] Buraya gelen Gazzâlî, Turtûşî ve Ebû Bekirİbnü’l-Arabî gibi âlimler Kudüs’te dersler vermişler, Nizamiye Medreselerininşubeleri mukaddes şehri de aydınlatmaya başlamıştı.[8]

Sultan Alp Arslan’ın Malazgirt Zaferi’nden sonraçıktığı Mâverâünnehir Seferi’nde, zamansız ve talihsiz ölümü (1072), SultanınFatımîler meselesini devam ettirmesine fırsat vermemişti. Bu nedenle Suriye,Filistin ve Mısır meselesi, Sultan Alp Arslan’ın yerini alan oğlu Melikşah’a kalmıştı.Melikşah Dönemi’nde Selçuklu Devleti çok parlak başarılar elde etmesine rağmen,Suriye, Filistin ve Mısır’ın Fethi konusu ile birebir ilgilenememiş, bu konununtakip ve çözümünü Türkmen Beylerinden Atsız’a[9]vermişlerdi. Kan dökmeden, can ve mal güvenliğini koruyarak bölgede önemlifetihler gerçekleştiren Selçuklu beyi Atsız bu seferlerinde Remle’yi elegeçirmiş, Kudüs’ün fethetmiş, Selçuklu Türklerinin adalet ve hoşgörü bayrağınıdikmişti. Atsız’ın Mısır Seferi’nin başarısızlıkla sonuçlanması neticesinde bölgedeyeniden Fatımî hâkimiyeti başlamış olsa da bu süreç uzun sürmemiş ve Atsız1077’de bir kez daha Kudüs’e hâkim olmuştur. Kudüs’ün yeniden fethinden sonra Mısıryenilgisi ile elden çıkan Remle, Ariş, Rif ve Yafa gibi sahil beldeleri deyeniden Atsız’a tabii olmuşlardı.[10]

Bu sırada Sultan Melikşah Atsız’ın Mısır Seferi’nde mağlup olduğunu, hatta öldüğü şayiasınıduymuş, Azerbaycan’ın Gence şehrinde bulunan kardeşi Tutuş’u Suriye melikiolarak tayin etmiştir. Ayrıca kendisine, Suriye ve Filistin’in yanı sıraMısır’ın da fethi emrini de vermiştir. Tutuş geldiğinde Atsız hakkındakihaberlerin doğru olmadığı bilgisini alınca, derhâl Sultan Melikşah’a bildirmiş,kendisi için destek kuvvet istemişti.  Aldığıemir üzerine de Halep önlerine gelip şehri kuşattı (1079). Bu sıralarda, Nasrüddevle el-Cüyûşî kumandasında Mısır’dan sevk edilenkalabalık bir Fâtımî ordusu önce Filistin’i, daha sonra da Güney Suriye’yi elegeçirip Atsız’ın savunduğu Dımaşk’ı kuşatmakta idi. Fâtımî ordusuna karşı koyamayacağını anlayan Atsız Tutuş’u yardımaçağırmak zorunda kaldı. Halep kuşatmasını terk ederek Dımaşk’a gelen Tutuş,Fâtımîleri geri çekilmek zorunda bıraktı ve şehre girdi. Emîr Atsız itaat arzettiyse de Tutuş kendisini karşılamakta geç kaldığını ve kardeşiyle birliktebir komplo hazırladığını bahane ederek Atsız’ı yayının kirişiyle boğdurdu.Böylece Dımaşk’ı ele geçirerek burada Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti’nikurdu.[11]

SONUÇ

Büyük Selçuklu Devleti’nin bölge ile ilgilipolitikalarının temelleri İslam birliği sağlama maksadıyla 1055 yılında TuğrulBey tarafından atılmış, Sultan Alp Arslan ve Sultan Melikşah tarafından da devamettirilmiştir. Gönül coğrafyamızın büyük maneviyatı içerisinde asırlar boyunca yerinikoruyan Kudüs; 1071’de Selçuklu Emiri Atsız tarafından fethinden 1099 yılınakadar Selçuklu egemenliğinde kalmıştır. Tarih süreci içerisinde 1000 yılTürklerin hâkimiyetinde kalan Kudüs’te, 28 yıllık bir Selçuklu hükümranlığıgörülmektedir. Tüm bu süreç içerisinde Kudüs eğitimin ve kültürün merkeziolmuş, Nizamiye Medreseleri vasıtasıyla Batınî hareketleri karşısında, Sünniİslam inancını kuvvetlendirmeye çalışan dersler verilmiş sakin, adaletin hâkimolduğu, huzurlu ve düzenli bir şehir hasıl olmuştur.

Görünen o ki; talihsizlikler, ihmaller kişisel hırsve çıkarlar sebebiyle sekteye uğrayan Büyük Selçuklu Devleti’nin Mısırpolitikasında Atsız’ın gösterdiği başarı, kendisinden sonra gelenler tarafındangösterilebilseydi, belki de bölgede Selçuklunun güçlü hâkimiyeti ile başlayansüreç çok farklı olacak ve Suriye, Filistin ve Mısır bölgesi fethedilebilecekve Selçuklunun yıllarca mücadele ettiği Batınî hareketi de yerinde ve zamanındayok edilmiş olacaktı. Atalarımızın soluklandığı, atlarımızın koşturduğu,sancağımızın semada rüzgârını bıraktığı, vahyin ulaştığı, Türk adının kendindenönce namıyla var olduğu gönül coğrafyamıza, Altaylar’dan Türkmen Dağı’na,Uludağ’dan Nur Dağı’na, Arafat'a, Sina'ya, Tanrı Dağları’na , Beşparmak'a veErciyes'e, Ahlat'a; Urumçi'ye, Karabağ'a, Kudüs'e, Mekke'ye, Medine'ye,Kırım'a, Tebriz'e, Üsküp'e, Dağıstan'a, Bakü'ye, Halep'e, Mostar'a,Saraybosna'ya, Kosova'ya Prizren'e, Türkistan'a Selam Olsun. Kıyama kalkanruhumuzun ulaştığı gönül coğrafyamız Kudüs’ü, ilk mescidimiz Mescid-i Aksa’yı Cenabıallahmuhafaza buyursun, mazlumları korusun, kollasın, zalimler kahrolsun. Her devirdebeklenen ve özlenen Türk; sonsuza dek var olsun!

Kaynakça

[1] TÖRE, Sayı:19, Aralık-1972, s. 8-12.

[2] Hacib, Yusuf Has. Kutadgu bilig.lamure Kitap, 1979.

[3] KEÇİŞ, M., & ÖZTÜRK, C. (2021). XIV.Yüzyılın İlk Yarısında Anadolu İslam’ına Dair Gözlemler: İbn BattûtaÖrneği. Selçuklu Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, (6), 71-82.

[4] METİN, T. (2019). Selçuklular ve Kudüs. Tarihve Gelecek Dergisi5(3), 659-669.

[5] Salim, K. O. C. A. (2007). Büyük SelçukluSultanı Melikşâh’ın Suriye, Filistin, Mısır Politikası ve Türkmen BeyiAtsız. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (22),1-37.

[6] Ayşe D. Kuşçu, “Orta Doğu’da Şi’i-SünnîMücadelesinde Selçuklu ve Zengi Medreselerinin Yeri”, Akademik Orta Doğu Der.,c. II, S.2, s. 17-38.

[7] KARAKUŞ, N. (2022). KUDÜS FATİHİ ATSIZ B. UVAKET-TÜRKÎ. Diyanet İlmi Dergi58(3), 1207-1230.

[8] Sevim, Suriye Filistin Selçuklu Devleti, 43.

[9] Ali Sevim, Suriye ve FilistinSelçukluları Tarihi, Ankara 1983, s. 63-90.

 



[1] Hacib, Yusuf Has. Kutadgubilig. lamure Kitap, 1979.

[2] KEÇİŞ, M., & ÖZTÜRK,C. (2021). XIV. Yüzyılın İlk Yarısında Anadolu İslam’ına Dair Gözlemler: İbnBattûta Örneği. Selçuklu Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, (6),71-82.

[3] Sözlükte “yukarı çıkmak,yükselmek” anlamındaki urûc kökünden türemiş bir ism-i âletolan mi‘râc kelimesi “yukarı çıkma vasıtası, merdiven”demektir. Terim olarak Hz. Peygamber’in göğe yükselişini ve Allah katınaçıkışını ifade eder. Olay, Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gidiş ve oradanda yükseklere çıkış şeklinde yorumlandığından kaynaklarda daha çok “isrâ vemi‘rac” şeklinde geçerse de Türkçe’de mi‘rac kelimesiyle her ikisi dekastedilir. Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/miracErişim: 05.11.2023

[4] METİN, T. (2019).Selçuklular ve Kudüs. Tarih ve Gelecek Dergisi5(3),659-669.

[5] Salim, K. O. C. A. (2007).Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh’ın Suriye, Filistin, Mısır Politikası veTürkmen Beyi Atsız. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi,(22), 1-37.

[6] Hanoğlu Harun, Afşin veSunduk'un Kuzey Suriye'de giriştikleri çeşitli siyasî ve askerî faaliyetlerdebulundukları 1069-70 yıllarında, Navekiye adlı kalabalık bir Türkmen kitlesininFilistin'e gelip yurt tuttuğu görülmektedir. Kaynak: 397 NUMARALI HALEB LİVÂSIMUFASSAL TAHRÎR DEFTERİ, DEVLET ARŞİVLERİ GENELMÜDÜRLÜĞÜ, Osmanlı Arşivi DaireBaşkanlığı,Yayın No: 109

[7] Ayşe D. Kuşçu, “OrtaDoğu’da Şi’i-Sünnî Mücadelesinde Selçuklu ve Zengi Medreselerinin Yeri”,Akademik Orta Doğu Der., c. II, S.2, s. 17-38.

[8] KARAKUŞ, N. (2022). KUDÜSFATİHİ ATSIZ B. UVAK ET-TÜRKÎ. Diyanet İlmi Dergi58(3),1207-1230.

[9] Suriye ve Filistin’inbüyük bir kısmını fethederek Selçuklu sınırları içine alan ve kendisine“el-melikü’l-muazzam” lakabı verilen Atsız, Selçuklu hânedanı gibi Oğuzlar’ınKınık boyuna mensuptu. Emirliği sırasında halka daima âdil davranmış, ağırvergileri azaltmış veya tamamen kaldırmıştır. Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/atsiz-b-uvakErişim tarihi: 06.11.2023

[10] Sevim, Suriye FilistinSelçuklu Devleti, 43.

[11] Ali Sevim, Suriyeve Filistin Selçukluları Tarihi, Ankara 1983, s. 63-90.

Serap Şule YAVUZ KALIN